20 Ocak 2014

Deniz Feneri’nden ‘ampul’e yüzyılın aydınlanma hareketi (2)

“Kime inanıyorsun?..”

Eylül 2008‘de Türkiye Deniz Feneri Derneği ile ilgili suç duyuruları üzerine Ankara Başsavcılığı tarafından görevlendirilen Cumhuriyet Savcıları Nadi Türkaslan, Mehmet Tamöz ve Abdulvahap Yaren dernek ile ilgili soruşturma başlattı.

Aynı ay, Almanya’da karara bağlanan Deniz Feneri e.V davasında, suçları sabit görülen dernek yöneticileri Mehmet Gürhan, Firdevsi Ermiş ve Mehmet Taşkan toplamda 10 yıl 5 ay hapis cezası aldılar.

Ocak 2009’da  Bülent Arınç “Almanya’da yaşanan olay bir tarafa ama Türkiye Deniz Feneri, bugüne kadar hizmette bulunan kardeşlerimizin kılı kırk yararak kanunlar çerçevesinde yüzyılın bir insanlık hareketi olarak sürdürdüğü bir hizmettir. Deniz Feneri’ne haksız hücumlar yapıldı. Baltalama hareketlerinin başarısızlıkla sonuçlandı ve iyilikten başka hiçbir şey bulunamadı. Yanlış bir iş yoktur. Hatalar düzeltilmiştir. Herkesin verdiği herkese ulaşmıştır. Bugün Türkiye’nin bütün köylerinde ve kasabalarında Deniz Feneri’nin yardımıyla hayatını sürdüren, proteze kavuşan, evine kavuşan binlerce insan var…” diye açıklama yaptı.

Mart 2009’da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başvurusu üzerine, dosyası Almanya’dan gelen Deniz Feneri e.V. soruşturması için gizlilik kararı alındı.

Nisan 2009  dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in  “Deniz Feneri ile ilgili geçen hafta Almanya’dan yeni bir dosya geldi. Türkçe’ye çevrilmeden önce içerik hakkında bilgi veremeyiz…” sözleri üzerine Frankfurt Savcılığı Basın Sözcüsü Doris Müller Scheu, “Yeni bir dosya göndermedik. Gönderdiğimiz dosyaları da biz zaten Türkçe çevirileri ile gönderiyoruz,” dedi.

Ağustos 2009’da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Ak Parti ve Deniz Feneri e.V hakkında yaptığı incelemeyi sonuçlandırdı. Yargıtay Başsavcılığı, “Ak Parti ile Deniz Feneri e.V arasında herhangi bir ilişki bulamadık,” dedi.

Aralık 2009’da bazı dernek ve vakıfların vekâletle kurban kesimi işlemlerinde yapılan yolsuzluk iddiaaları basına yansıdı. Savcı Mehmet Tamöz’ün yürüttüğü soruşturmada adı geçen derneklerden biri olan Deniz Feneri’nin, Diyarbakır ve çevre illerde o yıl kurban kesimi için May-Et ile anlaştığı ancak kurbanların kesilmediği halde kesilmiş gibi makbuz düzenlendiği belirtildi.

Haziran 2010’da, Almanya’nın Türkiye’deki zanlıları sorgulama talebinin, Ankara’da Deniz Feneri e.V. bağlantılı soruşturmayı yürüten savcı Nadi Türkaslan ve ekibi tarafından değil, soruşturmayla ilgisi olmayan iki savcı tarafından reddedildiği ortaya çıktı,” haberleri basına yansıdı.

Yine Haziran 2010’da dönemin  İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Deniz Feneri hakkında “Derneğin kamuya kararlı dernek statüsünün kaldırılmasını gerektiren bilgi, belge, rapor bulunmadığını; yardım toplama izninin iptalini gerektiren bir durumun olmadığını, dernek hakkında herhangi bir adli veya idari işlem yapılmasını gerektirecek hususun tespit edilmediğini,” açıkladı.

Ocak 2011 Deniz Feneri soruşturmasını yürüten üç Cumhuriyet Savcısı soruşturmayla ilgili delil toplama ve ifade almak için Almanya’ya gitti.

Temmuz 2011: Soruşturma kapsamında, Zahid Akman, Kanal 7′nin yönetim kurulu başkanı Zekeriya Karaman, üyesi İsmail Karahan, yayın yönetmeni Mustafa Çelik ve finans müdürü Erdoğan Kara gözaltına alındı.

İfadelerinin ardından mahkemeye sevk edilen zanlılardan Erdoğan Kara serbest bırakılırken diğer şüpheliler 11 Temmuz’da tutuklandılar.

Savcıların, tutuklama istemiyle mahkemeye yazdıkları sevk yazısında, “Frankfurt şehrindeki 6 adet dairenin ve Avusturya’nın Viyana şehrinde bir binanın bedellerinin, taksit ve onarım giderlerinin Deniz Feneri e.V tarafından ödendiği gözükmektedir. Türkiye’deki Beyaz Holding’in bir sermaye artışının dahi Deniz Feneri e. V’nin parasından ödendiği tespit edilmiştir...” gibi ifadeler yer aldı.

Sanıkların avukatları tarafından, tutuklamalara yapılan itiraz başvurusu 3. Sulh Ceza Mahkemesi ve 6. Ceza Mahkemesi tarafından ‘suç işlediklerine dahil yeterli delil olması, delilleri karartmış ve karartacak olmaları’ nedeniyle reddedildi.

Savcılar, sanıklar hakkında ‘çıkar amaçlı örgüt kurmak’ ve ‘dolandırıcılık’ iddiasıyla dava açtı.

Tutuklamaların ardından çok sayıda AKP milletvekilinin Sincan Cezaevi’nde tutuklu bulunan Zahid Akman ve Zekeriya Karaman’ı özel izinle ziyaret ettiği haberleri basına yansıdı.

Ağustos 2011’de Deniz Feneri soruşturmasında arama yapılacağı haberinin, arama yapılacak kişi ve kurumlara sızdırıldığı ve  bunun üzerine temizlik yapılıp dokümanların silindiği haberleri basına yansıdı.

(Sonradan, aramadan bir gün önce zincirleme olarak üç kamu görevlisinin birbirlerini aradığı ve üçüncü görevlinin de Kanal 7 yöneticilerinden Mustafa Çelik’e ulaşarak ‘arama yapılacağı’ ihbarı yaptığı ortaya çıktı. Şüphelilerin aralarında yaptıkları konuşmalar da dinlemeye takıldı…)

Ancak daha önce Hacı Nayır adına devri yapılan ve adresi değişen Atlas Pazarlama, soruşturmayı yürüten savcıların gözünden kaç(a)madı. Atlas’ta yapılan aramalarda, delil sayılabilecek önemli muhasebe kayıtlarının ele geçirildiği yansıyan haberler arasındaydı. Almanya’dan alınan belgelerdeki “1 milyon 463 bin Euro açığımız var bize belge gönderin,” yazışması en önemli kanıt sayıldı.

Yine Ağustos ayında sanık avukatları, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcıları Türkarslan, Yaren ve Tamöz’ü, HSYK’ya şikâyet etti.

Şikâyet dilekçesinde, savcıların tedbir kararları ve gözaltı gibi işlemlerde hukuka aykırı hareket ettikleri iddia edildi. Bu şikayete göre savcılar, mahkeme "sanıkların ortak oldukları şirketlerin mal varlıklarına el konulması kararını reddetmesine" rağmen bu mallara el koymuşlardı. HSYK, konuyla ilgili iki başmüfettiş görevlendirdi.

(Daha sonra, savcılar hakkında soruşturma açılmasına neden olan, sanık avukatlarına ait mahkeme dilekçesinin aslında 3'üncü Sulh Ceza Mahkemesi'ne hiç verilmediği ortaya çıktı. Zekeriya Karaman'ın avukatı Hakan Yıldız, bunun ‘sehven’ yapıldığını söyledi. Buna rağmen belge HSYK ve Başsavcılık tarafından gerçekmiş gibi değerlendirilmişti.)

Bu ve buna benzer şekillerde sanık avukatlarının HSKY’yı yanıltmaya çalıştıkları haberleri dava süresince sık sık basına yansıdı.

Ağustos 2011 ‘Deniz Feneri’ davasına bakan savcılar Nadi Türkaslan, Mehmet Tamöz ve Abdulvahap Yaren, HSYK tarafından  resmi belgede tahrifat yaptıkları gerekçesiyle görevlerinden uzaklaştırdılar.

‘Tahrifat’ olarak değerlendirilen belge ‘b bendi’ kapatılarak tapuya gönderilen 2009 tarihli mahkeme kararına ilişkin uygulama idi.

Fakat mahkeme, aslında bu kararı zaten vermiş olduğu için, tekrardan kaçınmak adına ikinci defa vermemişti.

Yazılı savunmaları istenen savcılar, savunmaları beklenmeden ‘apar topar’ görevden alınmış oldular.

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, HSYK Başkanı sıfatıyla 'Savcılar kanunu çiğnemiştir' açıklaması yaptı.

Bu kararın ardından CHP denizli Milletvekili İlhan Cihaner "Soruşturmayı yürütmekte olan Cumhuriyet Savcıları görevden alındı. Kamuoyunu meşgul eden diğer soruşturmalar gibi, telefon dinlemeleri bir yerlere sızdırılmadı. İnsanların hukukları, özel hayatları deşifre edilmedi. Soruşturmanın etkin yürütülüp yürütülmediğine dair bir takım kaygılar olmakla birlikte, bir soruşturma yürütülmekteydi. Ancak anlaşılıyor ki, bu soruşturmanın ucu mevcut siyasi iktidara gelince, bu soruşturmaya müdahale edildi. Aynen benim soruşturmamda olduğu gibi. Önce Adalet Bakanlığı müfettişleri gönderildi. Sonra yürütülmekte olan bir soruşturmanın dosyalarına el konuldu. Daha sonra Adalet Bakanlığı listelerinden HSYK’ya aday olmuş bir Cumhuriyet Başsavcı vekili sadece bu soruşturma ile ilgili olarak görevlendirildi…” eleştirisinde bulundu.

Ekim 2011’de, sanık avukatlarının yaptığı “çıkar amaçlı suç örgütü kurmak ve nitelikli dolandırıcılık” iddiasıyla yürütülen soruşturmada suç vasfının, “Dernekler Kanunu’na muhalefet” ve “güveni kötüye kullanma” olarak değiştirilmesi talebi soruşturmayı devralan yeni savcılar tarafından da kabul görmedi. Yeni savcılar Veli Dalgalı ve Hakan Pektaş tahliye talebinin görüşüldüğü mahkemeye sundukları mütalaada, tutukluluk şartlarının değişmediğini, bu nedenle şüphelilerin tahliye talebinin reddedilmesi gerektiği yönünde görüş bildirdi.

Bu görüşe rağmen Nöbetçi Ankara 13. Asliye Ceza Mahkemesi sanık avukatların itirazını yerinde görerek şüphelilerin tahliyesini kararlaştırdı.

11 Temmuz’da tutuklanan ve RTÜK eski Başkanı Zahid Akman’ın yanı sıra 

Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman, Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Çelik, Yönetim Kurulu üyeleri İsmail Karahan, İzzet Kurum ve Ali Solak 21 Ekim’de tahliye edildiler.

Davanın Türkiye’de tutuklu yargılanan son iki ismi olan Muzaffer Şafak ile Harun Kapuyoldaş da 30 Ekim’de tahliye edildi. Böylece Deniz Feneri davasında tutuklu sanık kalmadı.

Tahliye edilmelerinin yanı sıra şüphelilerin, derneğin kuruluş tarihinden önce edindikleri mallar üzerindeki tedbirin kaldırılmasına da karar verildi.

Ardından, şüphelilerin ortak oldukları şirketlerin sahip olduğu taşınmazlar üzerindeki tedbirler de kaldırıldı.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Deniz Feneri’ndeki tahliyeler diğer davalara da örnek olsun,” dedi.

Ocak 2012  Sincan Cumhuriyet Başsavcılığı, Deniz Feneri soruşturmasından el çektirilen üç cumhuriyet savcısı hakkında hapis cezası ve kamu haklarından men istemiyle iddianame hazırladı.

Haklarında 11 yıla kadar hapis cezası istenen savcılardan Nadi Türkarslan “Biz soruşturmayı yürütürken Almanya’dakiler, ‘asli failler Türkiye’de’ diyordu. Demek ki asli failler bulundu. Asıl failler bizmişiz,” diyerek ekledi:

“Bu soruşturmada hukuk ne gerektiriyorsa arkadaşlarımızla birlikte onu uyguladık. Almanya’ya gittik. Deniz Feneri e.V paralarının başka yerlerde kullanıldığını tespit ettik. Firdevsi Ermiş’in bana gelip 40 saat ifade verdiği ortaya çıkınca, Deniz Feneri sanığının avukatı ‘Bu sanığın ifade vermesini nasıl engelleyemedik’ demiştir. Kimseye yanaşmadan, hiçbir menfaat beklentisi içine girmeden işimi yaptım. Ben görevimi yaptığım için buradayım...”

Sanık savcı Abduvahap Yaren, “Deniz Feneri yardım paraları yoksullara değil, şirket ortağı yapılan metreslere gitmiş… HSYK’nın soruşturma kararı yok hükmünde. Dava şartı bulunmadığı için düşmesi gerekiyor,” dedi.

Savcı Mehmet Tamöz “Tutuklama kararı vermemiş olsaydık hakkımızda inceleme başlatılmayacaktı… Siyasi düşüncelerle hakkımızda soruşturma yapan meslektaşlarımıza kırgınım,” dedi.

Sincan Başsavcılığı’nca açılan davada Savcı Nadi Türkaslan hakkında ‘resmi belgede sahtecilik ve görevi kötüye kullanmaktan’ 4-11 yıl arasında hapis cezası istendi.

Savcılar Abdülvahap Yaren ve Mehmet Tamöz’le ilgili suçlama da ‘görevi kötüye kullanmak’, onlar da 1-3 yıl arasında hapis istemiyle yargılandılar.

Kasım 2012 Deniz Feneri soruşturulmasından alınan savcılar Türkaslan, Yaren ve Tamöz beraat etti. Resmi belgede sahtecilik ve görevi kötüye kullanma suçları düşürüldü.

16 Kasım’da görülen davada esas hakkında mütaalasını veren Yargıtay savcısı, suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığını belirterek sanıkların beraatini istedi. Savcı, sahtecilik suçunun olmadığını ve görevi kötüye kullanma suçunun oluşmadığını söyledi.

Bir önceki duruşmada sanık savcı Türkaslan’ın, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, HSYK Başkanvekili Ahmet Hamsici, HSYK Birinci Daire Başkanı İbrahim Okur’un da aralarında bulunduğu 17 kişinin tanık olarak dinlenmesi talebi de reddedildi...

20 Aralık 2013’de  -17 Aralık yolsuzluk operasyonu sürecinden sonra- Savcı Türkaslan Hürriyet gazetesine şunları söyledi:

“Bize yapılanın aynısını yapılacağından kuşkum yok. Hem soruşturmanın devamı yönünden, hem savcılar yönünden endişelerim var. Bir hükümet yetkilisinin ‘savcıları şikayet ediyorum’ diyen bir açıklaması var. Bizim için de aynısı olmuştu. Şimdi bakıyorsunuz, soruşturmanın gidişatından memnun değillerse bu yolu deniyorlar. Bu ‘şikayet ediyorum’un arkası tehlikeli. Çıkış noktaları bu oluyor. ‘Soruşturmanın selameti açısından’ deniyor. Soruşturmanın selameti nasıl oluyor?.. bana bilen biri izah etsin.

Adli soruşturmanın her safhası gizlidir. Bakan oğlu değil, sıradan biri de olsa savcı kimseye haber vermez. Verirse gizliliği ihlal etmiş olur. Sadece savcı bağlı olduğu kurumun başındaki Başsavcıya bilgi vermelidir. Bir de güvenlik sağlanması için idareye bilgi verebilir. Ancak içeriğini söylemez. Yani çevre güvenliği alınması için bilgi verebilir. Ama orada uyuşturucu mu arayacağını, adam mı alacağını söylemez. Bilmeyen varsa CMK 157. maddesine bakabilir...

“Hırsızı, soysuzu, suçluları koruyan bir imparator var. Asıl ona bakmak lazım, adres belli. İsim söylememe gerek yok, her şey açık. Adres belli. Savcıların sonu umarım bize benzemez…”

Deniz Feneri’nin 2007 yılında yayımladığı tanıtım filmlerinden biri şöyleydi:

http://www.youtube.com/watch?v=kWd42yfZvp0

2008 yılında Radikal gazetesinde muhabir olarak görev yapan gazeteci Hakan Gülseven, Deniz Feneri’nin yardım götürdüğünü söylediği illerden biri olan Çanakkale’ye giderek köylülerle görüştü:

http://www.youtube.com/watch?v=J11muhauPng

Gazetenin o dönem yayın yönetmenliğini yapan İsmet Berkan, Aralık 2012’de Hürriyet gazetesindeki köşesinde ”Hakan Gülseven, bir gün  elinde dosyayla geldi. Deniz Feneri Derneği, Çanakkale’nin köylerine yardım yapmış gibi göstermişti ama köylüler o yardımı almamışlardı. ‘Bunu kanıtlayabiliyor muyuz’ diye sordum, bir türlü kanıtlayamadık, yayımlamadık. Birkaç hafta önce bizim kanıtlayıp yayımlayamadığımız haberin mahkeme kararıyla kesinleştiğini gördüm, çok üzüldüm haberi yayımlamadığımıza…” diye yazacaktı.

Bütün bu olanlardan sonra dernek, yaşananların bir ‘karalama’ ve çamur atma’ kampanyası olduğunu öne sürdüğü bir dizi ‘yaratıcı’ film hazırladı:

http://www.youtube.com/watch?v=J11muhauPng

Hepsinin sonunda mutlaka şu soru soruluyordu:

“Kime inanıyorsun?..”

 

@SibelYerdeniz

Yazarın Diğer Yazıları

Ne anlatayım ben sana?

Ey ilk insan, ey ilk yürek, ilk nefes, ilk adım, ilk gözyaşı, ilk kahkaha... bu mu mirasın torunlarına?

Selo Başkan sizden korkmuyor Beyefendi, arz ederim!

Bu ülkeyi yönetenler; iktidar ve söz sahipleri bize ne demek istiyor?

Selo Başkan sizden korkmuyor Beyefendi, arz ederim!

Nazi Almanya’sında milyonlarca insanın ‘iyi’ olmaya cesaret edememesinin nedeni neydi?