06 Ağustos 2014

Başbakan ve Dışişleri Bakanı hakkında suç duyurusu…

IŞİD tarafından rehin tutulan 49 kişinin yakınları adına verilen suç duyurusunda müşteki olarak CHP milletvekili Ümit Oran’ın da imzası yer aldı.

Dün akşam konuk olduğu canlı yayında Başbakan Erdoğan, Musul’da IŞİD terör örgütünün elindeki rehine vatandaşlarımızla ilgili çok önemli ve ‘içimizi rahatlatan’ açıklamalar yaptı:

“Musul’daki ‘iş’i hassasiyetle takip ediyoruz. Bir yanlış adım atılır da 49 kardeşimize bir şey olur mu? Son edindiğimiz bilgilere göre yaşam koşullarında bir olumsuzluk yok. Başlarına bir şey gelirse bizi çok üzer.”

Oysa zaten başlarında bir şey var. Yaklaşık iki aydır dünyanın en vahşi çetesinin elinde rehin tutuluyorlar.

Bügün rehine yakınları adına Muammer Taşdelen Ankara’da bir basın açıklaması yaparak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Dışişleri’nin Ortadoğu’dan sorumlu müsteşar yardımcısı Ömer Önhon hakkında TCK 257 (görevi kötüye kullanma) ve TCK 305 (Temel millî yararlara karşı faaliyette bulunmak için yarar sağlama) maddelerinden suç duyurusunda bulundu. CHP milletvekili Umut Oran’ında müşteki olarak suç duyurusunda imzası var.

O günden bu güne yaşanan gelişmeleri, konunun ne kadar ‘hassasiyetle’ takip edildiğini bir de rehine yakınlarından dinleyin:

“Bizler; 11 Haziran 2014 günü IŞİD tarafından Musul Konsolosluğu’na yapılan saldırıda rehin alınan konsolosluk personelinin yakınları olarak geçen 55 günlük süreç içerisinde rehineleri kurtarmak için gerek Dışişleri Bakanlığı nezdinde, gerekse hükümet nezdinde herhangi bir somut adımın atılmamış olmasından ciddi endişe duymaktayız.

Bilindiği üzere 11 Haziran 2014 günü Musul Konsolosluğu IŞİD tarafından basılmış, 31 özel harekatçı, 9 personel, 3 personel eşi, 2 bebek ve 4 Irak vatandaşı rehin alınmıştır. Başlı başına bir ihmaller zinciri neticesinde gerçekleşen bu olay hakkında ne bakanlığın, ne de yargının başlattığı herhangi bir süreç yoktur.

2 Eylül 2013 tarihinde Musul Konsolosluğu araçlarına yönelik saldırıların ardından bölgedeki gelişmeler yakından takip edilmeye başlanmıştır. Suriye ve Irak’taki dengesiz politikalar sonucu bölgede hızla gelişme imkânı bulan IŞİD tehdidi Ocak 2014’ten itibaren hissedilir şekilde ivme kazanmıştır.

Medyada yer alan haberlere göre 2014 Ocak ayında Musul Konsolosluğu bölgedeki durumla ilgili olarak Özel Harekat Daire Başkanlığı’na bir rapor sunmuş, raporda bölgede yaşanan gelişmelere vurgu yapılarak, “olumsuz gelişmelerin yaşanmaya devam etmesi halinde konsolosluğun tahliye planın yapılması” istenmiştir. Tahliye araçları isteyen konsolosluk personelinin taleplerine ret cevabı verilmiş, konsolosluğun talepleri ve yaşadıkları sıkıntılar hükümet tarafından görmezden gelinmiştir.

Ocak 2014 tarihinden itibaren konsolosluk, yaşanan gelişmeleri Ankara’ya Bağdat Büyükelçiliği aracılığı ile günü gününe rapor etmiş, buna rağmen gereken tedbirler alınmamış, tahliye planı yapılmamıştır. Son olarak 10 Mayıs tarihinde ayrıntılı bir rapor sunularak, konsolosluğun tahliyesi gerektiği üzerine görüş bildirilmiş, fakat bu talep de diğerleri gibi ‘memleketin itibarını sarsar’ düşüncesiyle kabul görmemiştir.

24 Mayıs 2014’de Anadolu Ajansı tarafından geçilen haberde IŞİD tarafından konsolosluk araçlarına bir saldırı daha gerçekleştirilmiş, bu saldırı da konsolosluk için gerekli tahliye izninin çıkmasına yeterli olmamıştır.

Yaşanan tehlike 10 Haziran’da MHP Milletvekili Sinan OGAN tarafından dile getirilmiş, hükümet ve Dışişleri Bakanlığı ‘gaflet uykusu’ndan uyanmak için tabir-i caizse kanıt istemiştir.

7 Haziran’da kendisiyle görüştüğüm kardeşim, Musul Başkonsolosu Öztürk YILMAZ’ın bu tarihte Ankara’ya tahliye yazısı yazdığını ve her an tahliye haberi beklediklerini söylemiştir.

Hal böyleyken 2 Eylül 2013’ten 11 Haziran 2014’e gelinene kadar olan süreçte, bakanlığın ne bir tahliye hazırlığı yaptığı, ne de güvenlik tedbiri aldığı görülmektedir.

Konsolosluk işgalinden sonra hükümet tarafından yapılan açıklamalarda, hükümetin ‘hızlı geliştiği’nden yakındığı süreç yaklaşık 9 aylık bir süreçtir.

Musul Konsolosluğu’nun tahliye edilmemesine mazeret göstermek için; “Konsolosluk toprağı vatan toprağıdır; orada Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağı dalgalanmaktadır. Her söylentiye kulak verip konsolosluğumuzu tahliye edersek Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarı sarsılır,” açıklaması yapıldıktan sonra, “bir musibet, bin nasihatten hayırlıdır” sözünü haklı çıkartacak şekilde, bakanlık, Basra, Bingazi ve Trablus’taki elçilik ve konsolosluk personelini tahliye etmiştir. Bu tahliyelerde ‘itibar’ tartışması yapılmamıştır. Kaldı ki; konsolosluğun işgali ve personelinin rehin alınması zaten Türkiye’nin ‘itibar’ını sarsmıştır çünkü bugün gelinen noktada konsoloslukta Türkiye Cumhuriyeti’ni simgeleyecek herhangi bir emare kalmamıştır.

Bakanlık, 11 Haziran’dan bu yana tam bir ‘suskunluk yasası’ üzerinde çalışmaktadır. Eleştirilerden kaçınmak için ‘basın yasağı’ koymuş, gündemi işleyecek konulardan özellikle uzak durmuştur. 11 Haziran’dan bu yana gerek bakanlığın kendi sayfasında, gerekse Irak Kriz Merkezi açıklamalarında ‘durumun hassasiyetle takip edildiği’ dışında herhangi bir ifadeye yer verilmemiştir.

Rehine yakınları ‘afaki söylemlerle’ teskin edilmeye çalışılmış, yakınlarının sağlık durumlarından endişe duyan bizlere 55 gün boyunca; “Olumsuz bir gelişme yok, sağlık durumları iyi, durumu en üst düzeyde hassasiyetle takip etmeye devam ediyoruz. En kısa zamanda geri getirmeye çalışıyoruz,” klişesini tekrarlayıp durmuşlardır.

‘Yetkisizlik’ ve ‘yetki karmaşası’ bu ayıbın bir başka yüzüdür. Son olarak Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın yaptığı açıklama, Dışişleri Bakanlığı tarafından yalanlanmış, tabir-i caizse ‘kendilerinden bile haberi olmayan’ bir ‘Hassas Üst Koordinasyon Kurulu’ tablosu çizmişlerdir.

Bütün bunlara rağmen ihmaller ve sorumsuzluklar zinciri masaya yatırılmamış, aradan 55 gün geçmesine rağmen bu konuda herhangi bir çalışma başlatılmamıştır. Mecliste konu hakkında verilen araştırma önergeleri geri çevrilmiş, konunun irdelenmesi sürekli ötelenmiş ya da engellenmiştir.

11 Haziran’dan bu yana süreç aşiretlere, arabuluculara, kanâat önderlerine terkedilmiş, hükümet ve Dışişleri Bakanlığı kendini bu konunun dışında bırakmış, adeta tecrit etmiştir. Gündem, yapay gündemler yaratılarak değiştirilmeye çalışılmış, rehineler ve yakınları adeta kendi kaderlerine terk edilmiştir. Sürekli değişen gündem içerisinde rehine yakınlarının payına ‘bir parça umut’ ve ‘kuşatılmış sessizlik’ten başka bir şey düşmemiştir.

Şimdi bizler, bütün bu gelişmelerin ışığında olayda ihmali/sorumluluğu bulunan kişiler hakkında soruşturma açılması, ilgili araştırmaların yapılması ve ihmaller zincirinin sorumlularının bulunması için yargıya suç duyurusunda bulunuyoruz. Rehinelerin bir an önce koşulsuz ve mazeretsiz olarak ailelerine kavuşturulmasını istiyoruz!..”

Dışişleri Bakanlığı'nın sitesinde Irak Kriz Masası'nın yaptığı son açıklama 25 Temmuz 2014 tarihli. O günden bugüne hiç bir açıklama yok.

31 tır şöförünün serbest bırakıldığı günden (3 Temmuz) 25 Temmuz’a kadar yapılan açıklamalar da zaten birbirinin aynı. "Irak’ta alıkonulan Musul Başkonsolosluğumuz personelinin ülkemize sağ salim dönmesi amacıyla gerekli çalışmalar hassasiyetle sürdürülmektedir."

“Bizim IŞİD'e muhalefetin dediği gibi bir silah yardımımız söz konusu değil,” diyor yine dün akşamki konuşmasında Başbakan.

Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru, Musul’daki Türkiye Başkonsolosluğu’nda rehin alınan Türkiyeli vatandaşlarının yakınlarıyla 27 Haziran Cuma günü bir toplantı gerçekleştirmişti.

O toplantıda, rehine özel harekatçılardan birinin kardeşi Naci Koru’ya “Gaziantep'te tedavi olmak için gittiği bir hastanede IŞİD militanlarının da tedavi olduğuna gözleriyle şahit olduğunu” anlatmış.

Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru ve toplantıda bulunan Özel Harekat Daire Başkanı bu konuya bir açıklık getirememiş...

 

Belki Başbakan kendisi getirmek ister?

 

Aynı toplantıda rehine yakınlarından birinin “Sayın Bakanım bunların amacı ne? Niye tutuyorlar? Canlı kalkan olarak kullanmak için olabilir mi?” sorusuna Naci Koru “Bilmiyoruz ama evet olabilir...” diye yanıt vermiş.

Bu durumda rehine yakınlarının nasıl davranmasını bekliyoruz? Bir hafta, bir ay, kandil, bayram, cumhurbaşkanlığı seçimleri derken -öyle ya hükümetimizin daha önemli ve acil gündemi var- umutla ve çaresizce bekliyorlar.

Medyaya konuşmamaları, Bakanlığa fazlaca ve gereksiz sorular sormamaları konusunda sürekli uyarılıyorlar. Oysa rehine yakınlarının bizzat Başbakan’a sormak istediği çok soru var.

‘Yayın yasağı’ söz konusu olduğu için çoğunu burada soramayacağım ancak, "Sağlık durumları iyi, her türlü ihtiyaçları karşılanıyor, durumlarında olumsuz bir gelişme yok," sözleri artık onları rahatlatmıyor.

Tüm bunları büyük bir hassasiyetle takip edebiliyorsunuz da, “bebeklerden hangisi hastalandığı için doktor gönderildi: Ela bebek mi, Deniz bebek mi?” gibi son derece basit bir soruya neden bir aydır yanıt veremiyorsunuz? Öyle ya yakınları merak ediyor!

İki aydır bu kadar ‘hassasiyet’ ile neyi takip ediyorsunuz? Bu hassas takip neticesinde ne kadar yol aldınız?

Tamam, ne gibi pazarlıklar döndüğünü; IŞİD’in sizden, sizin IŞİD’den ne beklediğinizi -öyle ya bunun çok uzun bir geçmişi de var- birbirinize ne tür tavizler verdiğinizi asla bilemeyeceğiz ama en azından vatandaşlarımızın canını samimi olarak tehlikeye atmayacağınızı ve sadece onları IŞİD’in elinden kurtarmaya odaklandığınızı bilsek?

Böylece bir takım ‘spekülasyonlara’ kulaklarımızı tıkayabilsek?..

Neticede, Suriye’ye için  “Biz oraya iki bine yakın TIR malzeme gönderdik… Gerekirse oraya da (Süleyman Şah Türbesi) bir saldırı düzenleriz… Suriye’ye dört adam gönderirim, Türkiye’ye sekiz füze attırırım!..” diyebilen ve olağanüstü standartlarda dokunulmazlığı olan yetkililerin son sözü söylediği bir ülkenin vatandaşlarıyız.

Bu yüzden IŞİD’den önce kendimizden şüphe duysak, haklıyız... 

@SibelYerdeniz

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ne anlatayım ben sana?

Ey ilk insan, ey ilk yürek, ilk nefes, ilk adım, ilk gözyaşı, ilk kahkaha... bu mu mirasın torunlarına?

Selo Başkan sizden korkmuyor Beyefendi, arz ederim!

Bu ülkeyi yönetenler; iktidar ve söz sahipleri bize ne demek istiyor?

Selo Başkan sizden korkmuyor Beyefendi, arz ederim!

Nazi Almanya’sında milyonlarca insanın ‘iyi’ olmaya cesaret edememesinin nedeni neydi?

"
"