Ben Emrah Aydınlar. Cüneyt’in kardeşiyim.
14 Şubat 1994’te gözaltına alınan; on beş gün işkencede kalan; 2 Mart 1994 yılında gözaltında ‘kaybedilen’ ve o günden beri hiçbir şekilde haber alınamayan Cüneyt Aydınlar’ın.
Abim, gözaltına alındığında yirmi üç yaşındaydı.
14 Şubat... Sizlerin sevgililer günü olarak kutladığınız gün.Sevdiklerinize armağanlar almak için yarıştığınız o gün.
Bizim için bir kabusun başlangıcı.
Abim o gün gözaltına alındı. İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi’nde öğrenciydi.
Annemin göz bebeği, babamın haklı gururu, kardeşlerinin gelecek umudu abim…
Polislerin, gözaltında günlerce işkence yaptıkları abim. Hakkında herhangi bir şikayet bulunmayan, herhangi bir suça karışmamış, yasa dışı hiç bir eyleme katılmamış abim.
Gözaltındayken tanıklık/yüzleştirme/yer gösterme bahanesiyle ev ev dolaştırılan, götürüldüğü son evde -gördüğü ağır işkenceden- su bardağını bile elinde tutmaya mecali olmayan abim.
Gözaltına alındıktan iki hafta sonra, Gayrettepe’deki nezarethaneden, “Ölüme hazır mısın; kalk gidiyoruz!” denilerek katline ferman getirilen abim…
Elleri kelepçeli, işkenceden bitkin düşmüş, adım atacak hali olmayan ama yine de onlarca polisin elinden kaçarak bir gece yarısı karanlığa ve ‘kayıplara’ karıştığı iddia edilen abim…
Götürüldüğü son evdeki tanıklardan E.B.anlatıyor:
“Yirmi beş - otuz kadar polis getirdi çocuğu; tanıyıp tanımadığımızı sordular. Tanımıyordum. Ama çok perişan görünüyordu, polisler ayakta durabilmesi için zorluyorlardı, üstü başı kan içindeydi, onunla konuşmaya çalıştım:
“Ne oldu oğlum sana?” diye sordum. Polislerden biri cevap verdi: “Beşinci katın camından atladı…”
Ayrılmadan önce çocuk bir bardak su istedi; getirdim, kelepçeli ellerinin arasına sıkıştırdım ama ağzına götürüp içemedi, kollarını kaldıramadı. Bir kaç yudum içmesine yardım ettim, o zaman bana “Teyze bu beni getirdikleri yirmibirinci ev… Beni dolaştırdıkları evlerden siz dahil hiçbirini, hiç kimseyi tanımıyorum. Ne yapmak istiyorlar anlamıyorum…” dedi.Sonra çekip götürdüler.
Aynı polisler daha sonra tekrar gelip “Çocuk elimizden kaçtı, bunu imzala” diyerek bir kağıda bir şey yazdılar, ama okuyup yazmam yoktu, karakola götürüp parmak bastırdılar…”
Abimin gözaltı kaydı olmasına rağmen on beş gün boyunca varlığını inkâr eden ve “Burada böyle biri yok,” diyen dönemin Emniyet Müdürlüğü görevlileri ve Gayrettepe Siyasi Şube Müdürü, on beş gün sonra babama “Oğlun, 28 Şubat’da yer göstermeye götürülürken firar etti,” diye açıklama yapıyor.
Abimle birlikte gözaltına alınan ve daha sonra tutuklanarak Bayrampaşa Cezaevi’ne konulan tutuklular 17 Mart’ta yaptıkları ortak açıklamada “Cüneyt, en son 2 Mart 1994 tarihinde altı polis tarafından “Ölüme gidiyorsun, hazır mısın?” diyerek aramızdan alınıp, gördüğü ağır işkenceden kendinde değilken,yerlerde sürüklenerek götürülmüş, bir daha da kendisinden haber alınamamıştır. Başına geleceklerden Gayrettepe Siyasi Şube sorumludur,” demişlerdi.
Babam, o günden sonra İstanbul’daki tüm mezarlıkları dolaştı. Mezarlık yetkilileri; “Polisler tarafından getirilen cesetler genelde gece apar topar gömülüyorlar, bizim de cesetlerle ilgili polislere hiçbir şey sorma yetkimiz yok,” diyorlar…
Bir babanın kayıp çocuğunu teşhis edebilmek için kaç ceset görmüş olabileceğini tahmin edebileniniz var mı?Kaç yıl, kaç sahipsiz ölü, kaç uçurum, kaç morg, kaç mezarlık,kaç çürümüş evlat bedeni?
Çocuğunun ölümüne asla inanmayan; “Cüneyt’e benzer birini gördük, şu sokakta” diyen her telefonun ardından otobüslere atlayıp, sokak sokak, şehir şehir dolaşan; ruh ve beden sağlığını sokaklarda çocuğunu ararken yitiren bir annenin kaç yaşında olabileceği ile ilgili bir fikriniz var mı?
Anneannem ile annem yan yana geldiğinde hangisinin daha yaşlı göründüğünü biliyor musunuz?
Bir anne-babanın 23 yaşındaki oğullarını bin bir umutla yolladıkları üniversiteden, kayıp haberini almalarındansonra nasıl bir hayatları olabileceğini düşünebiliyor musunuz?
Bunun yaratacağı duygusal parçalanmayı hissedebiliyor musunuz?
Bir kez olsun durup düşünün… En azından düşünmeye çalışın… Deneyin…
Değil kardeşinizi, oğlunuzu, kızınızı, annenizi, babanızı ya da herhangi bir yakınınızı kaybetmek, sahiplendiğiniz kedinizi bile kaybettiğinizde neler hissettiğinizi düşünün?
Değer verdiğiniz herhangi bir obje, bir eşya parçası kaybolduğunda nekadar üzüldüğünüzü düşünün.
Ben abimden, kardeşimden, evimizdeki çocukluk arkadaşımdan, beni bebekken koynunda/boynunda taşıyan abimden söz ediyorum.
Beni kucaklayan, kollayan, sarıp sarmalayan abimden…
Annemin oğlundan söz ediyorum size…
Babamın biricik yakışıklı evladı Cüneyt’ten söz ediyorum…
Biz canımızı kaybettik. Yaşama sevincimizi. Gelecek umudumuzu. İnsanlığa olan inancımızı.Kardeşlik öykümüzü.
Onu kaybedenler insanlığını…
Onların nerede olduklarını biliyoruz.Katillerini biliyoruz.
Onlar hâlâ devletin çatısı altında ya da sıcak yuvalarında, güven içinde yaşıyorlar.
Adaletsizliğe ve hukuksuzluğa olan bitip tükenmeyen güvenleri sayesinde.
Bize, size, halka, dünyaya yalan söylediler…
Bugüne kadar, haklarında hiçbir hukuki işlem yapılmadı.
Abim kaçmadı. Abimin akıbetini devlet biliyor.
Ayakkabılarında bağcıkları, kollarında su bardağını kaldıracak kadar gücü olmayan, elleri kelepçeli biri nasıl olur da o haldeyken kaçar, kaçabilir? Haydi diyelim kaçtı; onca polis nasıl olur da onu yakalayamaz?
Bunu hangi mantık, hangi akıl açıklar?Hangi insan buna inanır?Hangi inanç, hangi vicdan bu korkunç yalanı görmezden gelir?
Biz de inanmadık, inanmadığımız için buradayız. Ve inanmadığımız için on dokuz yıldır hep aynı soruyu soruyoruz:
Cüneyt Aydınlar nerede?
Abime ne yaptınız?
Annemin oğluna ne yaptınız?
Buradan devlet yetkililerine sesleniyorum.Siz Cüneyt’i ve onun gibi nice insanımızı bir kez kaybettiniz. Bir kez öldürdünüz…
Biz geride kalanlar, kaybettiklerimizin ardında hayatta kalanlar, tüm çabalarımıza rağmen bir sonuca varamamanın utancıyla, sizden hesap sormanın umudu ve onuruyla buradayız, ayaktayız, hayattayız.
Sizden hesap sormak için yaşıyoruz.
Sizin bizlere yaptığınız gibi ciğerlerinizi söküp, umutlarınızı parçalayıp, ocaklarınızı söndürmek değil niyetimiz.
Ama bir gün mutlaka sizden hesap soracağız.Bir daha bu güzel ülkenin, güzelim çocuklarına kıymamanız, bir daha bu ülkenin çocuklarını kaybedememeniz, bir daha kardeşlerimizi öldürememeniz için!
Bizler kayıp yakınları, bizler geride kalanlar, bu yalancı, bu katliamcı, bu kıyımcı, bu inkârcı zihniyet bu ülkeden yok olup gidene kadar mücadele edeceğiz, hesap soracağız…
Dün buradaydık, Cüneyt ölü-diri bulunana kadar yine burada olacağız.
Cumartesi Anneleri 02 Mart 2013 Cumartesi günü Saat 12:00’de Galatasaray Meydanı’nda Cüneyt Aydınlar için buluşacak.
“Kaybedilişinin on dokuzuncu yılında, Cüneyt Aydınlar nerede?” diye soracak.
“Kayıplarımız nerede?”
Cüneyt’in annesi Menekşe Aydınlar, Diyarbakır’da yaşıyor.
Eğer yaşamak; nefes alıp vermek, umut etmek ve beklemekten ibaretse…
Sadece bir Cumartesi, bir tek kez kayıp annelerinin arasına girebilmiş onda da hastanelik olmuş.Cumartesi günleri onun yerine Cüneyt’in kardeşleri eyleme katılıyor.
Çünkü annesi hâlâ Cüneyt’in yaşadığına dair bir haber bekliyor.
Çünkü o hâlâ umut ediyor…
Şu uzak akrabanın, bilmem hangi şehirde gördüğü, pastanede kız arkadaşıyla oturan yeşil gözlü oğlan -hani Cüneyt’e çok benzediği söylenen- onun Cüneyt’I olabilir mi?
O sürünerek de olsa yıllardır, bıkıp usanmadan, kimseye haber etmeden yollara düşüp, otobüslere atlayıp, bilmediği sokaklarda oğlunu aramaya devam ediyor.
Peki ya her seferinde eve eli boş ‘oğulsuz’ dönüşleri?
Düşünebilir musunuz?
Menekşe Aydınlar muhtemelen bu Cumartesi de orada olacak gücü kendisinde bulamayacak.
O yüzden bu Cumartesi Cüneyt’in annesi benim.
Benim de bir çağrım var.
Benim çağrım, Cüneyt’e on beş gün boyunca işkence yapan, onu ev ev, sokak sokak dolaştıran, komaya sokan, yerlerde sürükleyen, en sonunda gözünü kırpmadan öldüren ve bütün bunları vatan, millet ve görev aşkıyla icra eden tüm polis, devlet memuru, kamu görevlisi -adı her ne ise- onların anne babalarına.
Cumartesi günü Galatasaray Meydanı’na gelsinler.
Yaşları kaç olursa olsun, ne halde olurlarsa olsunlar, kalkıp gelsinler. Berfo Ana yüz beş yaşında kalkıp gelebildiyse, onca ruhunu ve bedeninin tüketmiş anne yıllardır kalkıp gelebiliyorsa bir günlüğüne onlar da gelsin.
Aramızda olsunlar.
Onlara,“Benim oğlum öldürülmeyi hak edecek ne yapmış olabilir?”diye sormayacağım.
Hiç bir şey sormayacağım.
Sadece bir kez olsun göz göze gelmek istiyorum onlarla.
Gözlerinin içine bakmak istiyorum. Yan yana sessizce oturalım istiyorum.
Çocuklarına ne yaptıklarını bilmek istemiyorum.
Nerede neyi eksik etmiş olabileceklerini, ya da neyi fazla tutmuş, ya da çocuklarına ne olmuş da hiç haberleri olmamış…
Çocuklarının nasıl ve neden bu kadar zalim olduklarını bilmek istemiyorum.
Nerede o kadar kırılmışlar, nerede eğilip bükülmüşler, nerede paramparça olmuş, nerede yamulmuş, nerede bu denli insanlıktan çıkmışlar.
Hiç birini bilmek istemiyorum.
Sadece öylece yan yana orada oturalım ve arada göz göze gelebilelim istiyorum.
Çünkü korkuyorum. Adını koyamadığım vahşetten korkuyorum.
Gözlerinin içine bakamadığım insanlıktan korkuyorum.
Hepimizin çocukları adına, geleceğimizin bütün çocukları adına korkuyorum.
Haber edin, bir kez olsun kalkıp gelsinler…