21 Ekim 2017

Marcus hep İstanbul’da...

Yıldız Tilbe, parçayı çok beğenmiş, Marcus Miller'dan izin almış...

İstanbullu caz dinleyicilerinin en çok sevdiği müzisyenler arasında bir sıralama yapılsa Marcus Miller belki de ilk sırayı parseller. Onu yirmi yıldır izleyen hayranları olarak, geldiğini duyduğumuzda sevinçten bezem de eteklerimiz zil çalıyor.

Marcus Miller’i ben şahsen yirmi yıl önce, 1997’deki Legends ’97 konserinde dinlemiş, görmüştüm: Eric Clapton, David Sanborn, Joe Sample, Steve Gadd ve Marcus Miller. En yaşlıları, artık aramızda olmayan Joe Sample’dı. 1959 doğumlu Marcus da en gençleri. Diğerlerinin tamamı 45’liydi. Belki de bu sayede, genç basçı, grubun aşkla çalan  tek elemanıydı. Ötekiler ikide bir saatlerine bakarken, tabir caizse ayakta uyurken, Miller hareketli ve coşkulu bir performans sundu. Sonra da Roxy’ye gidip sabaha kadar jam-session yaptı. Haliyle, o konserden bir tek onu unutmadık. İnsanları kırmaktan kaçındığını da buraya her gelişinde herkesle sohbet edip, isteyenle fotoğraf çektirmesinden anladık. Bence en önemlisi, müzisyenlerini onurlandıran bir lider olması. Marcus Miller, yaptıkarı işten keyif alan, tam bir anlaşma içinde çalan grupların lideri oldu hep. Onu biraz çocukluk idolü Miles Davis’e benzetiyorum. Ama daha da çok, yapımcılık, organizatörlük ve liderlik yanlarıyla Quincy Jones’u hatırlatıyor. Enstrümentalist olarak ise Jones’dan üstün olduğu da bir gerçek.

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın 40’ncı yılını kutladığı 19’uncu İstanbul Caz Festivali ise bambaşka bir hikâye. Bu konserde Okay Temiz’i krallara layık bir şekilde takdim etti. Klarnet çalan Hüsnü Şenlendirici ile birlikte bas klarnet çaldı. Ama düetlerinin en güzeli gitarist Bilal Karaman ile karşılıklı olanıydı. Burhan Öçal’ı onore etti. İmer Demier’i her fırsatta öne, soloya çağırdı. Kendi kadrosundaki sanatçıları da bu ilgiden uzak tutmadı. Onları sahnede izlemeden önce Miller’ın bu leziz müzisyen malzemesinden nasıl bir yemek çıkaracağını kestiremiyordum ama doğrusu hakkını verdi. Konserden sonra ona Butch Morris’e gerek kalmadığını, şeker kaplı bir otoritesi olduğunu söyledim, teşekkür etti.

Sevin Okyay ile Marcus Miller...Marcus Miller müzikle ilgili bir aileden geliyordu, babası William Miller orgcu ve koro şefiydi. Blok flüt ile başladı ama daha ergenlik çağında birkaç enstrüman çalmaya başlamıştı. Sonra bas gitarı eline aldı ve bir daha bırakmadı. Babası onun yeteneğinin farkında olsa da öncelikle okulu bitirmesini istiyordu ama New York stüdyoları oğlunu çoktan keşfetmişti ve Marcus, çuvalla para kazanıyordu. Ne de olsa nota okumasını bilen, ‘ruhla çalan’ bir basçı ha deyince bulunmuyor. Marcus Miller halen de en iyi ‘session’ müzisyenlerinden biridir. Ailesine düşkündür ama, büyüdüğü Queens’de tanıştığı müzisyenleri de kardeşi sayar. SMV ile geldiklerinde bütün ailesi müzisyen olan Victor Wooten’ınki kadar içli dışlı bir müzik ilişkisi olmasa bile, bunun da sağlam bir bağ olduğunu söylemişti.

On iki yaşındayken Jackson 5’ı izleyerek televizyonun önünde dans ediyordu. En küçükleri ve yeteneklileri Michael ile aynı yaştaydı. Bir gün basta onun şarkılarından birini, “I’ll Be There”i çalacaktı. On beşindeyken tekniğini Hair’in efsanevi girişini üst üste çalarak mükemmel hale getirecekti. Stanley Clarke’ın ilk LP’sini 1975’te çıkar çıkmaz alıp pikabında çaldı. Bir yandan da Jaco Pastorius’un ilk albümünü ezbere çalmayı öğreniyor ve kayıt stüdyolarının etrafında dolanıyordu. Onu hemen kaptılar hem de soul, caz ve popun büyük isimleri.

Çok sevdiği İstanbul’da hiç aklımdan çıkmayan başka konserleri de oldu. 2010’da, piyasaya çıkışının 24. yılında, prodüktörlüğünü de yaptığı Miles Davis albümü “Tutu”yu yeniden seslendirdiği “Tutu Revisited” ile çıktığı sahneye, ertesi yıl Herbie Hancock ve Wayne Shorter ile “Tribute to Miles” için çıkmaları örneğin. Hancock, Shorter ve Miller, Açıkhava sahnesinde üstatları Miles Davis’in hayat hikâyesine film müziği yazdı. Miles Davis'in 60'ların ortasındaki ünlü beşlisindeki kilit üyelerinin üçüydüler, İki yaşlı Budist: Hancock ile Shorter ve dillerden düşmeyen adı aslında daima Miles ve “Tutu” ile birlikte anılacak olan genç müzik direktörü Marcus Miller. Beş yıl inzivaya çekilen üstat Miles, nihayet evinden çıktığında Marcus oradaydı. Beş yıl sonra ise (1986) büyük Davis’in son büyük klasiği olan “Tutu”yu besteledi ve yapımcılığını üstlendi.

“Tribute to Miles”ın dünya prömiyeri hem çalanı, hem dinleyeni memnun etti. Yılın ilk festival konserinde Açıkhava ağzına kadar doldu. Seyirci, aşina parçalara, parça parçalarına, hatta parça esintilerine alkışlarla katıldı. “Tribute to Miles”  projesinin müzik direktörü Marcus Miller, konserin sonunda ekibi takdim ettikten sonra biz dinleyicilerini parmağıyla gösterip, “Siz”, dedi, sonra da parmağını semaya dikti: “Miles”.

Marcus Miller, Miles’ı kaybettiğimizden bu yana aradan 20 yıl geçtiğini aniden fark etmiş gibiydi. “Nasıl fark edeyim ki?” diyordu. “Ruhu hep bizimleydi, müziği bizimleydi.” Konserde bas gitar, bas klarnet ve kontrbas çalan Miller, Miles’ın müziğinin onlarda, bu müziği onunla paylaşanlarda yaşadığını da söyledi. “Bir numaralı dahi” Herbie Hancock, “iki numaralı dahi” Wayne Shorter. Önce Hancock’u aramış, ilgilenir mi diye. Piyanist, “Kesinlikle,” demiş. (“Vazgeçmesin diye telefonu hemen kapattım,” diyordu Miller.) Sonra sıra iki numaralı dahiye gelmiş. Projeyi yapmaya karar verdiklerinde en büyük sorunları ne şekilde gerçekleştirecekleri olmuş. “Geriye bakamazdık,” dedi Miller. “Ömür boyu hep ileriye bakmış bir adamı geriye bakarak anamazdık.” Miles’ın küçükken neler düşünmüş, hayal etmiş olabileceğine dair rüya gibi bir bölüm de vardı konserde.

SMV (Stanley, Marcus, Victor) konserini de unutmuyoruz elbette. Dünyanın en iyi basçılarından üç tanesi: Marcus Miller, Stanley Clarke, Victor Wooten sahneye çıkarken Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi hınca hınç doluydu. Gerçi Wooten hayranları basta onun üzerine adam tanımaz, ama kendisi de harika bir basçı olan Miller hiçbir zaman sadece bir icracı olmadı. Yapımcılık, organizatörlük ve liderlikle de adını duyurdu. Üçünü sahnede yan yana görmek ise bir başka rüyaydı. 16’ncı İstanbul Caz Festivali’nde, 8 Temmuz Çarşamba akşamı saat 9’da mekâna gelenler büyülenmişti.

Bir de anekdotumuz var, 2015’te, Miller’in “Afrodeeza” konserinde Yıldız Tilbe’yi elinde albümü kuliste gördüğümüz akşama ilişkin bir anekdot. Elinde albümü, masada oturmuş etrafı izliyordu. Derken onu Marcus Miller’ın yanına çağırdılar. Çünkü Tilbe’nin albümüyle konsere gelme nedeni, bir Marcus Miller bestesi, sanırım “Blast”. Tilbe parçayı çok beğenmiş, İKSV aracılığıyla Miller’dan izin almış. Burada olduğunu duyunca da albümünü getirmiş. Önce ben, sonra Pelin Opcin ona çevirmenlik yaptık. “Bu hanım,” dedim, “Türkiye’nin en iyi şarkıcılarından biri. Bir parçanız için sizden izin istemiş.” Miller, “Ha, sen o muydun?” dedi Tilbe’ye. Vakıf’tan arayıp durumu bildirmişler, o da kabul etmiş. Memnun olmuş görünüyordu. Yıldız Tilbe, albümünü ona verdi ve şarkıyı orijinal parçanın üzerine de okuyacağını söyledi. Böyle hoş bir müzisyen buluşmasıydı.


İstanbul Caz Festivali, bu akşam bas dehası Marcus Miller'ı ağırlayacak

 

Yazarın Diğer Yazıları

Cross Currents üç büyük müzisyeni bir araya getiriyor

Cazın üç yaşayan efsanesinin oluşturduğu Cross Currents, çağdaş caz ve dünya müziği virtüozitesini harmanlıyor