29 Ocak 2023

Yaşamak bir ağaç gibi...

Biz bu canım ülkede, Sinan Ateş davası yanında; aslında Gezi dahil çok sayıda gazeteci, politikacı ve askerin hedef alındığı davaların siyasi bir irade eliyle şekillendiği bir karabasan yaşıyoruz. İnanın birkaçı hariç Netflix dizilerinde bile bu kadar yaratıcı işler yok. Vallahi demedi demeyin, toplum olarak keçileri kaçırmak üzereyiz.

Yolunda gitmiyor çok şey. Farkındasınız, farkındayız... Ama kimsenin umurunda olmaması da garip değil mi?

Mesela güvende hissediyor musunuz kendinizi? Ya sevdiklerinizi...

Durduk yere vurulabilir, dövülebilir, hakarete maruz kalabilirsiniz.

Düzmece bir şekilde hapse atılabilir, gözaltında keyfi tutulabilir, tutuklanabilirsiniz.

Davanıza bakan savcı değişebilir, hakimin tayini çıkabilir, avukatınız ve hatta aileniz de tehdit edilebilir.

Sizin hakkınızı arayacak, sesinizi duyuracak, size destek olacaklara gözdağı verilebileceğini de biliyor olmalısınız.

Bunun adı; endişe, korku, huzursuzluk...

***

Bir epistemolojik kopuşta şu; son yıllarda başımıza gelmeyenin kalmadığı bu iktidar döneminde, alışılan her türlü olağanüstülüğün olağanlığı içinde toplumsal olarak getirildiğimiz nokta...

Bir erdem erozyonu yaşıyoruz...

Ne etik ne değil, ne doğru ne yanlış, ne iyi ne kötü!

Bu kadar nasıl birbiri içine girer?

Ha, bir şu var; ne yasal ne değil?

Bakın, partili-partisiz, iktidar-muhalefet ayırmaksızın söylüyorum, salt insan olarak, ‘güçlünün haklı olmasından daha başka ne olabilir ki’ döngüsünde yönümüzü kaybediyoruz.

Yani adamın varsa ‘her iş olur kardeşim’ kolaylığı içindeki bu döngüde; sakın ha, öyle bir yerde galeyana gelip hak, hukuk, filan demeyin.

Hele adalet mi? Aman aman, en zırva şey de o be kardeşim!

Vallahi demedi demeyin, toplum olarak keçileri kaçırmak üzereyiz. Ya da ben!

***

Doğrusunu isterseniz; canımızın yandığı İstiklal caddesinde patlayan bombadan daha çok endişelendim Sinan Ateş cinayetindeki gelişmeleri takip ederken.

Terör filan derken oluşan algı bizi yeterince (beklendiği kadar) sarsmayınca, ‘Susurluk kazasının’ izlerini taşıyan bir model raftan indirilmiş olabilir mi?

Neler oluyor diye T24’te Tolga Şardan’ı takip ettikçe bir bataklığın içinde çırpına çırpına dibe çekildiğim hissine kapılıyorum.

Seslenmeye çalıştıkça sesimizin çıkamadığı bir karabasanda gibiyiz.

Polisiye filmlerde dedektifler hep yapar, bir panoya cinayet sürecini işlerler ya; deliller, şüpheliler, belgeler filan...

Dosyada legal ve illegal tutuklu sayısı bugün için sadece 18...

Siz bu yazıyı okuyana kadar geçecek iki günde bir değişiklik olmazsa tabi.

(Neden legal ve illegal diyorum; aranan ve ne hikmetse İstanbul’da olmasına karşın bulunamayan suçlularla iktidar ortağı olan parti ile iltisaklı olmayı bırakın açıkça illiyet bağı bulunanlar bir arada tutuklu durumdalar)

Sinan Ateş dosyasının delilleri ve zanlılarını, bir duvar panosuna Şardan’ın yazdıkları ile donattığımızda, korkutucu suç bataklığının ülkeyi içine çekmeye hazır karanlık girdabını görebiliyorsunuz.

Korku dediğim şey bu!

Dosyanın içinde, siyasi parti genel başkan yardımcısı özel kalem müdürü, halen bu partinin mecliste olan bir milletvekili, aynı partinin il yöneticisi, iki eski özel kuvvetler görevlisi, bir suçtan dolayı 35 yıla mahkum olan bir firari vs vs...

Bunun yanında dosyaya ilk bakan savcı izne çıkarılıyor, izni uzatılıyor, yerine çiçeği burnunda bir savcıya dosya veriliyor ve anlaşılıyor ki bu savcı daha önce bir polis!

Olay anında tetikçiye en yakın kişiyi milletvekilinin evinde gözaltına almaya giden polis ise başka bir yere tayin ediliyor...

Tövbe tövbe!  

Biz bu canım ülkede, Sinan Ateş davası yanında; aslında Gezi dahil çok sayıda gazeteci, politikacı ve askerin hedef alındığı davaların siyasi bir irade eliyle şekillendiği bir karabasan yaşıyoruz.

İnanın birkaçı hariç Netflix dizilerinde bile bu kadar yaratıcı işler yok. 

***

Kurallar ve kurumlar...

Cengiz İnşaat’a apaçık mahkeme kararlarına rağmen Bodrum Cennet Koyu’da verilen ruhsat konusunda, ben de aynı apaçıkla durumun vahametini okuyuculara aktarmaya çalışırken danıştığım ve işine çok hakim bir şehir plancısı dostum, ‘Serdar, Montesquieu’dan ve kuvvetler ayrılığının ne denli önemli olduğundan da söz etmelisin’ demişti.

Çok haklıydı, demokrasilerde kuralların kurumlaşmasının öneminden, kuralsızlığın yarattığı oldubittilerden ve bunun neden olduğu toplumsal huzursuzluktan da söz etmem gerektiğini; düşündükçe, günümüzdeki gelişmeleri yaşadıkça daha iyi anlıyorum.

***

Yasama, yürütme ve yargı

Üç gücün ayrılığı prensibine -burası önemli- basın (medya) da katıldığında 4. güç olarak karşımıza çıkıyor.

Demokrasilerde devletin, halk adına denetiminin en önemli güçlerinden birisi olarak basın, yani gazetecilerin önemi yadsınamaz.

Eleştiriler yok mu?

Var elbet, eğer kuvvetler ayrılığı işler halde değilse, göstermelik bir demokratik devletseniz yani yasama ve yargı bağımsızlığı yürütmenin elindeyse; adı üstünde, bu yürütmenin özgür bir basını istemeyeceği ve bunu hedef yapacağını söylemek kehanette bulunmak gibi gelmemeli.

***

T24’te okuyunca haberim oldu.

Türk medyasının en beyefendi gazetecilerinden birine dava açmış Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank.

“Emlak Konut'un Bodrum'da bulunan 180 bin metrekarelik deniz manzaralı arsa ihalesini Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank'ın kuzeni Sedat Varank'ın şirketi aldı.” haberini yapan T24’ün sahibi ve genel yayın yönetmeni Doğan Akın’a. 

Mevzu, Bodrum ve T24 olunca müdahil olmamak elde mi?

Söylenebilecekler, Mehmet Y. Yılmaz tarından yorumlandığı için içimiz çok rahat.

Onun da yazısında belirttiği gibi Varank’ların ihalesi, ihaleye çıkaran kurum tarafından iptal edildi zaten.

Kendi kendine ihale, kendi kendine iptal!

Üstüne, Bodrum’un tüm sivil dinamikleri ve meslek örgütlerinin iradesiyle, Nazım Hikmet Kütüphanesi balkonunda yapılan (hakikaten takdire şayandı) toplantılar sonucunda Bodrum Belediyesi'nin açtığı dava sonrasında arazinin bir milyon m2 olan tamamı için yapılan plana önce yürütmeyi durdurma ve bir iki gün önce de iptal kararı Danıştay tarafından verildi.

***

Bodrum'un kalbi saydığım bu bölgeyi önceki yazılarımdan hatırlayanlar olacaktır; kanatlarında göz deseni olan Halikarnas Esmeri Kelebeği'nin yaşam koridoru ki bu koridor, bir Yunan adasına kadar gider...

Sanki bu yıl, yüzüncü yılı anılan mübadelenin hüznünü, acılarını; bir o yurdun, bir bu yurdun kıyılarına çarpan Arşipel’in dalgaları gibi...

Kimse bilmez, hadi ben yeri gelmişken söyleyeyim;

Bodrum beyazını nereden almıştır?

İşte o hüzünlü dalgaların köpüğünün beyazıdır; Bodrum Beyazı...

(Bir de Afrodit vardır ki o dalgaların köpüğünden doğan, yazı sulanmasın diye başka bir bahar konuşalım istiyorum bunu)

***

Yazım, bugünlere dair endişelerim, korkularım ve duyduğum huzursuzluğumla başladı. Fakat şu an umutla bitiriyorum.

Bodrumda böyle oluyor; Akdeniz’e açılan kapı burası...

Bir yerde okumuştum, Yaşar Kemal bir ödül töreni için İtalya’dadır.

Aynı törende, kendisi gibi ödül alan bir yazarla sohbet ederlerken aralarındaki diyaloğu Zülfü Livaneli çevirmektedir.

Konu, İtalyan yazarla, Yaşar Kemal’in birbirlerine ne kadar da benzedikleridir. Yaşar Kemal:

“Çok doğal, ikimizin de annesi Akdeniz der...” 

Mübadelenin yüzüncü yılı anılacaksa, Yaşar Kemal’i anmadan olmazdı...

Bilen bilmeyen vardır, mübadelenin iki yakası vardır, bir yanı Akdeniz diğer yanıysa yine Akdeniz’dir...

Bu iki yakada, acıların, ne tarifi ne de tarafı olmaz da içimi burkan bir şarkı gibidir mübadele, onu da söylemek lazım:

Aç Yüreğini Bir Merhabaya Kardeşin Duymaz Eloğlu Duyar...

İşte şimdi oldu bu yazı, umutsuzluğa Nazım’la direnip umudu yarınlara Zülfü ile taşımak...

Eyvallah

Serdar Gündoğ kimdir?

Serdar Gündoğ, Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesinde doğdu. İlk ve Orta Okulu Ankara'da, Liseyi ise Aydın'da tamamladı. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümünü İzmir'de bitirdi.

Türkiye'nin ilk haber portallarından bodrumhaber.com ve aynı adla yayımlanan günlük gazetenin genel yayın yönetmenliğinin ardından çeşitli yerel haber portallarında ve Posta ve Milliyet gazetelerinin eklerinde haftalık yazılar yazdı.

2009 yılından itibaren yerel ve genel seçimlerde kampanya yöneticiliği ve danışmanlıklar yaptı.

Çevre ve insan temalı farkındalık projeleri için fikir ve senaryolarına katkı sağladığı kısa filmler ve belgesellerin yapımcılığı yanında kültür ve sanat etkinlikleri de düzenleyen Serdar Gündoğ'un marka ve siyasi danışmanlıkları devam ediyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Günahı yaz, günahkârı muaf tut!

Sonra daha kimleri, kimleri ayırdılar bu ülkenin çocuklarından. Ve sonra, erdemli olmanın yerine edepsizlik soyundu! Ne yapalım biz şimdi, günahı yazıp günahkârı muaf mı tutalım!

Minicik bir beden!

Minicik bedenlerin nereye dönse yüzleri, belki iyilik saracaktı dünyayı…

“Yegâne kurtuluşumuz herkesin herkesi affetmesindedir”

İnsanları anlamaya çalıştıkça onlara hak vermeye de başladığımı çok önce fark edip epey dillendirmiştim, bunun bir zayıflık olduğu duygusu ağır bastığı anlarda bıraktığım düşüncemi ‘Tavuri Mustafa’yla tozlu raflardan şimdi indiriyor ve içimdeki merhametle daha senli benli olmak istiyorum artık

"
"