03 Temmuz 2022

Sansürün elli tonu

AK Parti ve MHP'nin hazırladığı yeni "dezenformasyon düzenlemesi" önümüzdeki yasama yılına kaldı dense de hiçbir kanun gerekçe gösterilmeden medyaya uygulanan sansür dün olduğu gibi bugün de tüm hızıyla sürüyor

Mabel Matiz/Karakol

Kürt

Kürt gazeteci

"Beşli şey"

LGBTİ+

Liste uzayıp gidiyor. Sanki II. Abdülhamit'in yasaklı sözcükler devrinin devamı gibi yaşadığımız günler. Her ne kadar 1867'de, Abdülaziz döneminde Âli Kararname ile basının resmi sansür tarihi başlasa da iktidarda kim olursa olsun sansür çeşitli tonlarda Cumhuriyet döneminde de varlığını hep sürdürdü, görünen o ki sürdürecek de.

En son AK Parti ve MHP'nin ortaklığıyla hazırlanan ve sosyal medya ile internet haberciliğine ilişkin düzenlemeler içeren ve ‘dezenformasyon düzenlemesi' olarak adlandırılan Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi tehlikesi atlatıldı. Aslında atlatıldı demek yanlış, teklifin görüşülmesi yeni yasama dönemine bırakıldı. AK Partililerin bile amacını aşabileceği eleştirilerini alan yeni teklifin 29'uncu maddesi, "halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma" diye bir suç tanımlıyor ve bu suçu işleyenlere bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörüyor. Evet, yanıltıcı bilgi yaymak bir suç da yanıltıcı bilgiyi kim tanımlayacak. Neyse, şimdilik yeni teklif rafta beklemeye alındı ama bir gün sonra Deutsche Welle ve Voice of America'ya erişim Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nun (RTÜK) kararıyla engellendi. Yetmedi, RTÜK'ün bir gün sonra Mabel Matiz'in yeni şarkısı Karakol'un klibi için kanallara yayınlamayın talimatı verdiği ortaya çıktı. Matiz ise Twitter hesabından, "İnsana, hayata dair her şey bugüne dek şarkılarımda, müziğimde yer buldu; bundan sonra da bulmaya devam edecek. Aşkın, sevginin ve insanlığın bütün hallerini dile getirmeye, el ele tutuşmaya inatla devam. Her şey geçer, hayat ve şarkılar kalır. Aşkın, sevginin ve insanlığın bütün hallerini dile getirmeye, el ele tutuşmaya inatla devam…" mesajını attı. Ama sonuçta resmi ya da gayrı resmi olarak sansür tüm hızıyla uygulanmaya devam ediyor.

Zehirli sözcükler

Ermenistan, Girit, Kanun-ı Esasi, hukuk-ı millet, ıslahat, hürriyet, müsavat, vatan, cumhuriyet, bomba, millet, zulüm, adalet, deli, birader, hasta, yıldız, tepe, sakal, boya, burun, halletmek, tahta kurusu, anarşi, özgürlük, grev, anayasa, ihtilal, suikast, dinamit, sosyalizm, Murad… II. Abdülhamit'in yasak sözcükler listesi uzayıp gidiyor. Bu arada "tahta kurusu", "tahtın kurusun"u çağrıştırdığı için yasak.

1876 Kânûn-ı Esâsî'de, "Matbuat kanun dairesinde serbesttir" hükmüne evet diyerek iktidara gelen II. Abdülhamit'ten bugüne kalan mirasın ana maddelerinden biri de basın üzerindeki kurumsal baskı oldu.

31 Mart ayaklanmasından sonra 1909'da Matbuat Kanunu'nda yapılan değişikliklerle iktidar, basın üzerinde geniş yetkilere kavuşur. Birinci Dünya Savaşı'nın ayak sesleriyle birlikte kanunda 1913 ve 1914'te yeni değişiklikler yapılır ve "iç ve dış güvenlik" nedeniyle tehdit olabileceği düşünülen yerli ve yabancı tüm gazete ve dergilerin basımını ve dağıtımını yasaklayan Sansür Kararnamesi yürürlüğe girer. İç-dış güvenlik, ahlak, küçükleri zararlı neşriyattan koruma, tehlikeli ideolojik akımlar… her zaman medyayı sınırlayarak halkın haber alma hakkını kısıtlayacak bir neden bulunur zaten. CHP'li Utku Çakırözer'in hazırladığı haziran ayı Basın Özgürlüğü Raporu'na göre, 65 gazeteci hâkim karşısına çıktı, 30 gazeteci gözaltına alındı, 16'sı tutuklandı.

Var olan sansür kanunlarına atalarından geri kalmak istemeyen Sultan Reşad döneminde, 7 Ağustos 1914'te bir de şahsi haberleşmeye sansür eklenir. Bugünün maillerinin o günkü versiyonu olan telgrafların incelenmesi için yeni birimler kurulur. İlginç biçimde nispeten basın özgürlüğünün yasal güvence kazandığı 1961 Anayası düzenlenirken benzer bir madde kanunlar içinde bırakılır: "1940 tarih ve 3832 sayılı Örfi İdare Kanunu'nun sansür ile ilgili hükmünü zikretmeden geçemeyeceğiz. Bu hüküm, Anayasanın öngördüğü basın hürriyeti telâkkisine uygun bulunmamaktadır. Hüküm şudur: Gazete, kitap vesair matbuatların tab ve neşrini veya hariçten ithalini menetmek ve matbaaları kapatmak ve matbuat ve telgraf ve mektup üzerine sansür koymak, (m. 3/4) örfî idare altına alınan yerlerde Askerî İdare'ye bırakılmıştır." (Yayınlarda Sansür ve 1961 Anayasası - Özkan Tîkveş)

Bizim mektubu kaç kişi okuyor?

Neyse dönelim yasakların uygulandığı yıllara. Telgraflara uygulanan sansür öyle bir hale gelir ki, İstanbul'da Beşiktaş'tan Moda'ya gönderilen telgrafın yerine ulaşması bir haftayı geçer. Meclisi Mebusan'da sansürden yakınan Diyarbakır Mebusu Fevzi Bey durumdan bezmiş, "Bugün Avusturya ve Almanya postaları Mardin'e altı günde gidiyor. Halbuki, bizde sansür edilmiş bir mektup Diyarbekir'e ancak yirmi bir günde gidiyor," diye şikayet eder.

Fevzi Bey telgraf ve mektupların sansürlenmesinden de şikayetçidir ama asıl bilmek istediği gönderilerin kaç kez sansürlendiğidir: "Sansür meselesine gelince: Bendeniz de şiddetle sansürün aleyhindeyim. Bu derece sansür olamaz ve dahilî kısımda sansür niçin oluyor? Bizim mektuplarımızı sansürler, askerler ikinci defa olarak niçin sansür ediyorlar? Bunu soruyorum. Eğer sansür ediyorlarsa, bu, hilafı usul oluyor ve bu hilafı usul şeyi bize de haber vermiyorlar. Bu bizim hakkımızdır. Bizim mektuplarımız Heyeti İdaremiz tarafından sansür edildikten sonra, Nezarette de sansür ediliyor mu, edilmiyor mu? Eğer Nezarette sansür edilmiyorsa, mektuplarımızın vaktinde mahallesine vasıl olması icap eder. Sansür ediliyorsa, niçin Heyeti İdaremizi haberdar etmiyorlar?"

Mebuslar sansür nedeniyle aksayan posta işlemleri için Meclis'e gelerek cevap vermesi için Posta Telgraf Nazır Vekili Ahmet Şükrü Bey'i beklerken karşılarında çaresiz Fuat Bey'i bulurlar. Sade bir bakanlık görevlisi olan Fuat Bey elindeki yazılı metinden sorulan sorulara cevap ararken salondan gelen, "elindeki kâğıttan okumayı bırak da cevap ver," protestoları arasında epey ter dökmüş olsa gerek. Rivayet o ki, bu dönemde sansürden geçirmek için çuvallarda doldurulan binlerce mektup ve kartpostal hâlâ PTT'nin depolarında gün yüzü görmeyi bekliyor.

İç ve dış güvenlik denerek gazete, dergi ve kitaplar üzerinde başlayan sansür, yolculuğunu her iktidar döneminde tonunu değiştirerek ve alanını genişleterek sürdürüyor.

Şengün Kılıç kimdir?

Şengün Kılıç, Gazi Üniversitesi, Maliye Fakültesi’nden mezun oldu. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera Anasanat Dalı’na devam etti. 

1986 yılında gazeteciliğe başladı. Çeşitli gazete, dergi, radyo ve televizyonlarda muhabirlik, editörlük ve haber müdürlüğü yaptı.  

Biz ve Onlar/Türkiye’de Etnik Ayrımcılık (1992, Metis Yayınları), Beyaz Bir Düş (2004, Epsilon Yayınları), Sinemada Ulusal Tavır/Halit Refiğ Kitabı (2006, İş Kültür Yayınları), Erozyon Dede, Hayrettin Karaca Kitabı (2008, İş Kültür Yayınları), CHP’li Yıllar 1946-1992 (2010, İş Kültür Yayınları), Hayatım Mücadeleyle Geçti/Kemal Kurdaş Kitabı (2010, İş Kültür Yayınları), Çayın 90 Yılı (2014, Kesişim Yayınları), Haberde Yargı/Yargı Haberciliği Elkitabı (2019, bianet), Kadehlerdeki Dudak İzleri (2002, Overteam,) adlı kitapları yayımlandı.

Yazarın Diğer Yazıları

Çayı sev, Rize’yi koru!

CHP’nin Rize’de miting düzenlemesi değil, Rize’de çayla ilgili böyle büyük bir eylemin yapılıyor olması ilginç. İktidarda kim olursa olsun Rize’de çayla ilgili her şey beka meselesi

Otomobil uçar gider

1960’larda dede Turan Feyzioğlu’nun makam aracı en az yirmi yaşındaki Chevrolet SW iken, 2000’lerde torun Metin Feyzioğlu’nunki sıfır yaşında Volkswagen 2.0 TDI idi. Türkiye’nin makam aracı itibarı tam çözülmüşken nereden çıktı bu tasarruf tartışmaları

Dağlılar’dan Yaylacılar’a

Muhalefet zor, parti içi muhalefet daha zor, lidere karşı çıkmak ise çok çok zor ve de bir kişinin ne kadar keskin muhalefet yaptığı bir ölçü değil… Örneğin; bir bakanlık kaptı mı, partisinin en önde savunucusu olabilir!

"
"