13 Haziran 2021

Sadaka taşı ve baş belası açlar

Derin Yoksulluk Ağı gibi STK'ların önerdiği o alengirli hak temelli yoksullukla mücadele yöntemlerinden daha pratik, üstelik de statükoyu bozmayan asırlık bir gelenek, sadaka taşı. En son hatırlatma, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'dan geldi. Yoksulluk, kuşaktan kuşağa mı aktırılıyor, sadaka ve sadaka taşlarını da aktar, gül gibi geçinip gidelim

Ne hafta ama… Yine Sedat Peker'le başlamıştık haftaya ama Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, "Neymiş, millet açmış. Bundan bahsediyorlar. Aç olarak dolaşanları, buyurun siz de doyuruverin…" sözleriyle kapattık. Gerçi hafta başında organize suç örgütü lideri Peker de dokuzuncu videosunu, "Eskiden tanımadığım insanlar benden ev, araba isterlerdi. Şimdi internetten mesaj atanlar, çocuk bezi, çocuk maması istiyor. İnsanlar intihar ediyor, Süleyman yüzde 500 büyüyor, ülke yüzde yedi…" sosyal mesajıyla bitirmişti. (Kendime not: Peker kendini, "suç örgütü lideri değil, ara yöneticisi bile değil, sadece üyesi" olarak tanımlıyor, artık "sadece üye-SÜ" diye bahset!) Erdoğan'ın açları kimin doyuracağı polemiğine cevap tüm siyasi parti başkanlarından ardı ardına geldi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, pandeminin başında belediyeler tarafından toplanan ve hükümetin el koyduğu paralarını hatırlattı. Halen 3 milyon hanenin elektrikleri faturaları ödenemediği için kesik, ne gam!

Karşılıklı laf yetiştirmelerle tansiyonu gittikçe artan tartışmada neyse ki, bir first lady!nin tüm sevecenliğiyle Emine Erdoğan'ın fukaraperver açıklaması geldi de biraz sakinleştik:

"Dayanışmak, yaşlıyı, yetimi, yolcuyu, hastayı, darda olanı, hülasa, insan kardeşini emanet saymak Anadolu'nun ruhudur… Dünyanın gelmiş geçmiş en muhteşem yapıtı, sadaka taşlarıdır…"

İşte böyle çözüm önerileriyle gelmeli insan. Memlekette aç mı var, kondur açlara yakın yerlere birer sadaka taşı, verenin vicdanı rahatlasın, öbür tarafa yatırımını yapsın, alan da günü kurarsın.


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan, Yatağan'ın Eskihisar Mahallesi'nde bulunan Şaban Ağa Camisi'nin önündeki sadaka taşına bozuk para bırakarak köklü bir geleneğin devamına katkıda bulunmuştu.

Vakıflar ne güne duruyor?

Emine Erdoğan'ın, adını yeni duyduğumuz "Kültür ve Turizm Bakanlığı Merhametin Dili Kuş Dili Vakıf Haftası"nda gündeme getirdiği sadaka taşı, Osmanlı'nın günlük hayatının normal bir parçası. Gerçi Bayan Erdoğan sadaka taşı derken, Sadakataşı Derneği'ni de kastetmiş olabilir. Ne de olsa geçtiğimiz yıl, Sadakataşı Derneği ile Toplumsal Gelişim Merkezi Eğitim ve Sosyal Dayanışma Derneği aracılığıyla İdlib Kampanyası'na 57 briket ev yapımı için destek vermişti.

Konuşmasında vakıfların sosyal dayanışmadaki önemine de vurgu yapan Erdoğan, sosyal yardımlaşmanın adresi olarak vakıfları gösteriyordu:

"Bugün infak etmenin (sadaka vermenin), ancak zengin olana mahsus bir şey olduğunu düşünüyoruz. Halbuki vakıf anlayışına göre paylaşmanın, bölüşmenin, biri bin yapan bereketi vardır. Bildiğiniz gibi dünyanın olağanüstü sayılan yapıtları, dünyanın harikaları olarak anılıyor. Oysa dünyanın gelmiş geçmiş en muhteşem yapıtı, sadaka taşlarıdır. Onlar karşılıksız iyiliğin var olabileceğinin en somut örnekleridir..."

Beştepe'de düzenlenen toplantıya Vakıflar Genel Müdürü Burhan Ersoy da katıldı ama bu yardım, sadaka işleriyle çok ilgili görünmüyordu. Malum, daha bir iki ay önce, Ersoy'un çeşitli yönetim kurullarındaki görevlerinden aldığı ücretle birlikte aylık gelirinin 161 bin 928 lira olduğu ortaya çıkmıştı. Üzerine bir de tekrar canlandırılmaya çalışılan mazbut vakıflar meselesi çıkmıştı. Başta İstanbul olmak üzere pek çok kentteki kamusal alanların yönetiminin, bugüne kadar ulaşılamamış, sadece arşivlerde kayıtları bulunan ve canlandırılmaya çalışılan vakıflara devredildiği ortaya çıkınca epey bir gürültü kopmuştu. Gezi Parkı'nın mülkiyetinin devredildiği Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı bu vakıflardan biriydi mesela. Sadece Gezi de değil, Şişli Etfal Hastanesi, Vefa Lisesi, Sait Halim Paşa Yalısı gibi pek çok değerli arazi ve yapı bu arşiv vakıflarına devredilmişti. Bu sıkıntılar nedeniyle olsa gerek Burhan Bey kısa konuşmasını sadaka taşından çok bu duruma ayırdı:

"Tüm gayretimiz, çalışmamız kadim kurumumuzun menfaatini gözetmek ve Vakıflar Genel Müdürlüğümüzü türlü mesnetsiz ithamlarla karşı karşıya bırakma çabalarını boşa çıkarmaktır. İnsanın aklı kadar edebi, edebi kadar da ederi vardır…"

Asfaltın altında kalan sadaka taşları

Sadaka taşı, sadaka çukuru, zekât kuyusu, zekât taşı, dilenci mihrabı, hayrat deliği gibi pek çok adı bulunan sadaka taşlarının tarihi Selçuklulara kadar uzanıyor. Osmanlı İmparatorluğu'nda da Tanzimat dönemine kadar yoğun olarak kullanılmış. Diyanet Haber'de sadaka taşı ile ilgili şu bilgi veriliyor:

"Cami, hamam, dergâh, hastane, türbe, mezarlıklar ve sokakların kuytu köşelerinde bulunan, dikdörtgen veya silindir şeklinde olan yaklaşık 150 cm. yüksekliğindeki üstü oyuk taşlardır. Bu taşlar çocukların ulaşamayacağı yükseklikte yapılmıştır. Amaç; ihtiyaç sahibi olup bunu dile getiremeyen kimselere yardım etmektir. Bu taşlar sayesinde yardım alan da yardım yapan da birbirini bilmemektedir. Bu sadaka taşlarına genelde madeni paralar bırakılır, kıyafet ve yiyecek konduğu da olurdu. Kimsesiz ve yoksul kişiler dikili sadaka taşlarından ihtiyaçları olan kadarını alır, geriye kalana dokunmazlardı."

Birinci Dünya Savaşı yılları Osmanlı İmparatorluğu'nda ciddi bir gıda sıkıntısı yaşanmış, bu sıkıntıdan da en çok yoksul kesim etkilenmişti. On binlerce insanın açlıktan ölmesinin altında gıda ve erzak yokluğu kadar gıdanın eşitsiz dağıtımı yatıyordu.

Tanzimat'tan sonra işlevini yitirmeye başlayan sadaka taşlarının boyları bir buçuk metre ile iki metre arasında değişiyormuş. Tarihçilere göre bir zamanlar sadece İstanbul'da 160 civarında sadaka taşı varmış. Günümüze ulaşabilen az sayıdaki sadaka taşının boyları ise diz kapağını geçmiyor. O üstün şehircilik, tarih sevgisi ve kültür varlıklarını koruma anlayışı içinde yollara atılan her asfalt katmanda sadaka taşlarının boyu da bir buçuk metreden 30 santime kadar düşmüş. Ya da şöyle de ifade edebiliriz: Kent yoksulluğu arttıkça sadaka taşları yok olmuş!

Sadaka taşlarının nostaljik bir değer olarak anılmaktan çıkıp bir model olarak tekrar gün yüzü görmesi Gezi olaylarına denk geliyor. Gezi günlerinde Türkiye'nin dört bir yanında kurulması hızlanan dayanışma ağlarına alternatif olarak, "yerli ve millisi varken bu yabancı işine ne gerek var" eleştirisiyle birlikte sadaka taşının tekrar canlandırılması için çeşitli girişimler yapılmıştı.

Sadaka taşına talep yok

Sadaka taşı geleneğini yeniden canlandırmak için ilk adım atanlardan biri İstanbul'da Eyüp Belediyesi oldu. Belediye, gelirinin Sadakataşı Derneği üzerinden ihtiyaç sahiplerine ulaştırılacağı bir proje başlatmıştı 2016'da. Projeye göre Eyüp ilçesinin çeşitli noktalarına sadaka taşları yerleştirilecek ve halk da istediği miktarda nakit bırakacaktı bu taşlara. Hatta Belediye Başkanı Remzi Aydın, Eyüp'ün dışında da Türkiye genelindeki birçok ile sadaka taşı yaptırıp göndermeyi planladıklarını söylemişti. Ancak diğer illerden pek talep gelmemiş olacak ki, o tarihten sonra belediyenin duyuruları arasında sadaka taşı yapımı ve gönderilmesi konusunda bir habere rastlanmıyor.


Konu derin yoksulluk olunca belki de en zor şey fotoğraf seçmek. (Fotoğraf: Gürcan Öztürk)

Hakmış, eşitlikmiş!

Tanzimat'tan bugüne, ağırlıklı olarak sivil toplum kuruluşlarının faaliyet gösterdiği bir alan yoksullukla mücadele -daha doğrusu, yoksullukla mücadeleden çok, yoksul kesimin bir gün daha hayatta kalmasını sağlama diyelim. Devletin organize ettiği sosyal yardımlar ise her dönem ama özellikle AKP döneminde, en kolay oy toplama aparatı olarak siyasetin gri alanı.

Devletin her yurttaşına asgari yaşam standartlarını sağlama zorunluluğu, yoksulu -artık onlara açıkça "açlar" diyoruz- vatandaş olarak görmeyince, sadaka verilecekler statüsüne itiyor. Ancak ekonomik krize bir de pandemi eklenince güvencesizlerin sayısı yüzbinlerden milyonlara ulaştı.

Bu yazıyı senelerdir derin yoksulluk konusunda çalışan ve pandemide kafamıza vura vura derin yoksulluğun ne olduğunu hepimize belleten aktivist ve eski gazeteci Hacer Foggo'dan bir alıntıyla bitireyim:

"Derin yoksulluk sadece rakamlarla anlatılabilecek bir olgu değil. Bu insanlar hayatlarını sadece en temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için geçiriyorlar. Gıdaya erişiyorsa faturasını ödeyemiyor, faturasını ödüyorsa kirasını ödeyemiyor, kirasını ödüyorsa çocuğunun eğitimini karşılayamıyor. Girdiğiniz her evde kronik bir hastalık görüyorsunuz; insanlar ekonomik nedenlerle hastalanıyor. Derin yoksulluğun en kısa ve öz tanımı, anneden kıza, babadan oğula, yeni kuşaklara devrediyor olması. Yoksulluk çocuklara miras aynı zamanda."

Yazarın Diğer Yazıları

Çayı sev, Rize’yi koru!

CHP’nin Rize’de miting düzenlemesi değil, Rize’de çayla ilgili böyle büyük bir eylemin yapılıyor olması ilginç. İktidarda kim olursa olsun Rize’de çayla ilgili her şey beka meselesi

Otomobil uçar gider

1960’larda dede Turan Feyzioğlu’nun makam aracı en az yirmi yaşındaki Chevrolet SW iken, 2000’lerde torun Metin Feyzioğlu’nunki sıfır yaşında Volkswagen 2.0 TDI idi. Türkiye’nin makam aracı itibarı tam çözülmüşken nereden çıktı bu tasarruf tartışmaları

Dağlılar’dan Yaylacılar’a

Muhalefet zor, parti içi muhalefet daha zor, lidere karşı çıkmak ise çok çok zor ve de bir kişinin ne kadar keskin muhalefet yaptığı bir ölçü değil… Örneğin; bir bakanlık kaptı mı, partisinin en önde savunucusu olabilir!

"
"