04 Şubat 2024

Gözümde canlanır koskoca mazi

Ne yargı sistemi içindeki yeri ne de statüsü benzer ama son yıllardaki tutumu ile Yargıtay'ın kararlarının sonu, 2004'te kaldırılan DGM'lerin kararlarıyla aynı olacağa benziyor

Ankara Tandoğan Meydanı'nda yapılan DGM'ye Hayır Mitingi'ne 40 binin üzerinde protestocu katıldı.

Malum geride bıraktığımız hafta, TİP Hatay Milletvekili Can Atalay'ın milletvekilliği Yargıtay kararının TBMM'de okunup onaylanmasından sonra düşürüldü. Hafta ortasından bu yana konu medyanın her cenahında -kendi meşreplerince- tartışıldı. Bu konuda en iyi yazılardan biri Murat Sevinç'in Diken'de kaleme aldığı Laf olsun torba dolsun muhalefeti! başlıklı yazısı. Sevinç konuyu hem hukuki hem de muhalefetin sorumluluğu açısından ele almış. Ben de 13 Ocak'ta, CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in Anayasa'ya Saygı mitingini, "Pençe-Kilit Harekâtı bölgesinde çıkan çatışmada dokuz askerin şehit olmasını" gerekçe göstererek Anayasa'ya Saygı mitingini iptal ettiklerini açıklamasından bu yana "torba dolsun muhalefeti"ni düşünüyorum. Baştan söyleyeyim "torba dolsun muhalefeti"nden kastım sadece CHP'nin torba dolsunu değil, sokaktaki cılız toplumsal muhalefet aynı zamanda.

Yargı sistemi içinde ne işlev ne de statü olarak hiçbir benzerlikleri olmasa da Yargıtay'ın özellikle son yıllardaki kararları itibariyle 2004'te kaldırılan DGM'lerle (Devlet Güvenlik Mahkemeleri) aralarında ciddi bir benzerlik olduğunu düşünüyorum. Malum AİHM'in (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi), DGM'lerde yargılananların adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine ilişkin karar vermesi üzerine uzun yıllardır hapishanelerde olan birçok mahpusa yeniden yargılama yolu görünmüştü. Gerçi AİHM'in kararından sonra bu gelişmelerden -sonradan "ay, pardon" denmişti- ilk olarak yüze yakın Hizbullahçı tahliye edilerek yararlansa da kararın çifte standartla uygulandığı çok konuşulmuştu. Nitekim şair İlhan Çomak da çifte standardın kurbanlarından olmuştu mesela. (Nereden mi biliyorum? Yeniden yargılanma sırasında Çağlayan Adliyesi'ndeydim de oradan.)

Neyse konumuz DGM'lerdeki hukuksuz yargılama işkencesi değil. Yargıtay'ın kararlarının akıbetinin de eninde sonunda tıpkı DGM kararları gibi olacağı kanısındayım.

DGM'ye Hayır mitingi

Benim asıl takıldığım Anayasa'ya Saygı mitingi. Mitingi ilk duyduğumda tıpkı 27 Eylül 1976'da Ankara'da, TMMOB, TÖB-DER, İKD, İGD, Çağdaş Hukukçular Derneği, Ankara Tabip Odası, Halkevleri gibi on yedi kuruluşun çağrısıyla yapılan DGM'ye Hayır Mitingi gibi bir mitin olacağını düşünmüştüm. Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti'nin başbakanı Süleyman Demirel ve ortağı Milli Selamet Partisi Başkanı Necmettin Erbakan'ın ısrarla kurulmasını istediği DGM'lere karşı o sırada CHP yine Meclis'te muhalefet yapıyordu, sokakla pek işi yoktu.

On iki yaşımda olmama rağmen -en azından benim çevremde- büyük ses getiren bu mitinge katılmak için can atıyordum ama yaş haddinden katılmam olanaksızdı. Mitinge izinsiz katılacak olan ablamı anneme ihbar etme şantajı marifetiyle gidebildim ancak Tandoğan meydanına. (Ben de oradaydım sendromu.)

DİSK'in 18 Eylül'de Barbaros Bulvarı'ndan Taksim'e doğru yaptığı DGM'ye Hayır gösterisinin sonucunda 19 bin işçi hakkında soruşturma açıldı.

Hayatımda hiç görmediğim bir kalabalıkla karşılaştım. Tabii o sırada sosyal faaliyet olarak katılmıştım mitinge, gün gelip, 12 Eylül darbesi olup, DGM'ler toplumun üzerinde tırpan sallarken kendimi orada bulacağımı hiç düşünmemiştim. O mitingden hatırladığım, toplumun her kesiminden insanın yan yana gelerek bir hukuksuzluğa hep beraber hayır dediği ve bir de Genco Erkal! Malum, şantaj yaparak katılabilmiştim mitinge. Ablam da beni Ankara Tabipler Odası'ndaki büyüklerine emanet edip, Ankara Tıp'lı arkadaşlarının yanına giderek intikamını almıştı benden. Emanetçiler de "küçük çocuk ezilmesin" diye en öne, tam pankartlarının arkasına yerleştirmişlerdi beni. Önümüzdeki kortej ise İstanbul'dan gelen Dostlar Tiyatrosu'nundu. Biz Ankaralılar AST'lı (Ankara Sanat Tiyatrosu) olduğumuz için epey ilginç gelmişti bu kortej. Sanırım Genco Erkal'ı ilk orada görmüştüm, binlerce insana tekrar ettiriyordu: DİSK'in sesi bu, He hey de hey hey! Susmaz kimse! He hey de hey hey…

O sırada Tandoğan Meydanı'nda ne kadar DİSK üyesi vardı bilmiyorum ama tansiyon gayet yüksekti. 12 Mart davalarının sıkıyönetim mahkemelerinden DGM'lere gönderilmesini protesto etmek için DİSK de Ankara'daki mitingden yaklaşık on gün önce DGM'ye hayır kampanyası açmış ve yaklaşık 100 bin işçinin iş bıraktığı bir eylem yapmıştı. 18 Eylül'de Barbaros Bulvarı'ndan Taksim'e doğru yapılan motorize gösterinin sonucunda da 19 bin işçi hakkında gösteriye katıldıkları için soruşturma açılmıştı. O yüzden bu "Susmaz kimse?" çok önemliydi. Türkiye'nin dört bir yanından ve çok farklı kesimlerden gelen itirazlar sonucunda, MC hükümeti tasarıyı yeniden rafa kaldırmak zorunda kaldı. İki yakasını bir araya getiremeyen (ya da böyle bir derdi olmayan) CHP'yi beklemek nafile, asıl sivil toplumun silkinip kalkması gerekiyor yerinden. Muhalefet sokakta.

DİSK'in 50. Kuruluş yıldönümünde Genco Erkal

Şengün Kılıç kimdir?

Şengün Kılıç, Gazi Üniversitesi, Maliye Fakültesi'nden mezun oldu. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera Anasanat Dalı'na devam etti.

1986 yılında gazeteciliğe başladı. Çeşitli gazete, dergi, radyo ve televizyonlarda muhabirlik, editörlük ve haber müdürlüğü yaptı. 

Biz ve Onlar/Türkiye'de Etnik Ayrımcılık (1992, Metis Yayınları), Beyaz Bir Düş (2004, Epsilon Yayınları), Sinemada Ulusal Tavır/Halit Refiğ Kitabı (2006, İş Kültür Yayınları), Erozyon Dede, Hayrettin Karaca Kitabı (2008, İş Kültür Yayınları), CHP'li Yıllar 1946-1992 (2010, İş Kültür Yayınları), Hayatım Mücadeleyle Geçti/Kemal Kurdaş Kitabı (2010, İş Kültür Yayınları), Çayın 90 Yılı (2014, Kesişim Yayınları), Haberde Yargı/Yargı Haberciliği Elkitabı (2019, bianet), Kadehlerdeki Dudak İzleri (2002, Overteam,) adlı kitapları yayımlandı.

Yazarın Diğer Yazıları

Çayı sev, Rize’yi koru!

CHP’nin Rize’de miting düzenlemesi değil, Rize’de çayla ilgili böyle büyük bir eylemin yapılıyor olması ilginç. İktidarda kim olursa olsun Rize’de çayla ilgili her şey beka meselesi

Otomobil uçar gider

1960’larda dede Turan Feyzioğlu’nun makam aracı en az yirmi yaşındaki Chevrolet SW iken, 2000’lerde torun Metin Feyzioğlu’nunki sıfır yaşında Volkswagen 2.0 TDI idi. Türkiye’nin makam aracı itibarı tam çözülmüşken nereden çıktı bu tasarruf tartışmaları

Dağlılar’dan Yaylacılar’a

Muhalefet zor, parti içi muhalefet daha zor, lidere karşı çıkmak ise çok çok zor ve de bir kişinin ne kadar keskin muhalefet yaptığı bir ölçü değil… Örneğin; bir bakanlık kaptı mı, partisinin en önde savunucusu olabilir!

"
"