Yüksek Sosyete’de Zuhal Olcay’ın canlandırdığı anneyi seyre doyum olmuyor çünkü usta oyuncu hem her zaman ki gibi karakteri kıvamında nefis köpürtüyor hem de maalesef çok komplike bir kadın profiline referans oluyor. Kendini adayan ve kimliğini kocası, babası ya da oğluyla yani mutlak bir erkle tanımlayan kadınların günün sonunda taşıdığı tüm öfkeyi, nefreti ve kabına sığmayan huzursuzluğu Zuhal Olcay, Süreyya karakterinde renkli ve gergin bir yapıda buluşturuyor. Kocasını kendisinden daha genç bir kadına kaptıran ve böylece hayatın her alanında kendini yenilmiş, terk edilmiş ve haksızlığa uğramış hisseden kadınlar adeta vücuda geliyor ve elbette acısını çocuklarından çıkarıyor.
Ya çok severek, ya hiç sevmeyerek ama illa ki kendisine veya birilerine bağımlı kılarak içsel boşluğuna değer kazandırmaya çalışan süslü püslü zavallı ev bitkilerine dönüşen hediyelik kadın yaşamlarından biri. Süreyya’nın göz boyayan konforlu ve çekici hayatı ne yazık ki içindeki kocaman boşluğu dolduramıyor ve bu boşluk başta çocukları sonra yakın çevresi için duygusal virüsler ve bakteriler oluşturuyor. En fazla hasarı ise cinsiyet eşitsizliğinin her sosyo-ekonomik sınıfta yaşandığının ispatı olan kız çocukları alıyor yine.
Süreyya’nın kızlarını akılsız, uğursuz, yetersiz ve başarısız görmesinin arkasında kadının hemcinsine ve dolayısıyla kendine olan inançsızlığı yatıyor. Büyük ihtimalle çocukluğunda kendi annesi tarafından içine atılan sevgisizlik tohumları, yine sevgisiz kocanın yardımıyla ruhunu bir sarmaşık gibi kaplayan büyük bir eziklik duygusu yaratıyor ve acısını kızı üzerinde daha acımasız bir egemenlik kurarak tatmin etmeye çalışan Süreyya sevmeyi beceremediği kızlarından nefret etmese de utanıyor. Oysa Süreyya oğluna büyük bir hayranlık, anlayış ve sevgi beslemeyi başarıyor. Yani sevebiliyor aslında ama anlaşılan her evlat, evlat değildir ve asıl evlat tabii ki erkektir. Oğluyla eğleniyor, dans ediyor, oğlunun iş ve özel hayatının sırlarını paylaşıyor. Aslında neredeyse oğlunun hayatını komple işgal etmekle kalmayıp onu da yönetip yönlendiriyor. Bu toplumsal cinsiyeti bizimkisi gibi erkek olmakla kalmayıp maço erkek olan toplumlarda çok sık görülen bir anne tavrı ne yazık ki! Yüksek topuklu gizli maço kadınlar çocuklarını feci eziyorlar çoğu kere!
Kendini yansıttığını düşündüğü için karşısında sürekli eksikliği, güçsüzlüğü ve başarısızlığı temsil eden kızlarını sevmeyen anneler ordusu içindeki zavallı, sahipsiz ve en baştan sevgisizliğe mahkum kız çocukları ve büyüyemeyen milyonlarca yaşlı kadın… Öte yandan erkek evlada sunulan koşulsuz ve sebepsiz övgü, iltifat, onay sonucu anneye bağımlı kılınan ve hastalıklı ilişkilerden kurtulamayan erkekler. Sonuçta kendisiyle barışık olmayan annelerin yetiştirdiği ve bir türlü sevgisiz de olsa bağlarını koparamayan yazık edilmiş hayatlar.
Her şeye sahip olduğu halde kendi öz bireyselliğine yabancı ve sahip olmayan Süreyya son bölümde peşine düşen bir gazeteciyle kendini keşfedecek gibi görünüyor. Ah keşke kendiyle barışacak, yüzleşecek ve bireysel farkındalığa ulaşacaksa illa ki bir erkeğin ilgisine mecbur olunmasa ve tek reçete yine bir başka erkeğin ilgisi olmasaydı! Genel olarak yaz dizileri matematiğiyle yazılan Yüksek Sosyete romantik olmak için zorlamak yerine en azından keskin ve çok renkli anne ve orta yaşı geçmiş kadın karakteri üzerinden daha gerçekçi göndermelerle dolu bir melodrama evrilse de şu Süreyya daha neler yapacak görsek keşke!