Sabancı Vakfı'nın katkılarıyla gerçekleştirilen MÜZEDE SAHNE 17-20 Ağustos'ta Ayşe Draz’ın sanat yönetmenliğinde “Hep Yan Yana” temasıyla yedinci yılında! Biraz derinleşmek, hafiflemek, paylaşmak, çoğalmak kısacası kendini ve dünyayı unutmak, hatırlamak, başka türlü hissetmek için düzenlenen oyun, performans, atölye, çocuk-bebek oyunu gibi çeşitli etkinlikler adeta ilaç niyetine reçete edilse yeridir.
Geçen yıllarda Emre Koyuncuoğlu’nun hazırladığı bol yıldızlı, çok alkışlı, sihiri şifalı, sürprizi vicdanlı Müzede Sahne etkinlikleri çölde vaha niteliğinde geceler armağan etmişti seyircisine. Bu yıl Ayşe Draz yine hassas, nahif, zarif ve derin bir seçkiyle boğazda masalsı geceler vaat ediyor. Draz uluslararası ve özellikle karşılaştırmalı çalışmalarda Türkiye tiyatrosunu karınca titizliğiyle ileriye taşıyan kıymetli isimlerden birisi! Biz de böyleleri hep çok çalışır, hiç şikayet etmez, hep fayda üretir ve genelde görünmezler. Yaşasın Draz’ın Sabancı Müzesi’nden Emirgan’a, Emirgan’dan denizlere, göklere, kalplere armağan ettiği seçkisi! Yaşasın evi dünya, müzeyi sahne, bahçeyi masal, gerçeği rüya ve rüyayı gerçek kılanlar.
Bu vesileyle Ayşe Draz’a sorularımızı cevapladığı için çok teşekkür ediyorum.
-Kısaca programı özetler misiniz? İstediğiniz gibi bir program oluştu mu?
Aslında biraz hazırlıksız yakalandığımı itiraf etmeliyim. Daha farklı gözle hazırlanılacak daha fazla zaman olsun isterdim… Maalesef biraz az bir zaman kala yan yana geldik… Yine de teklif geldikten sonra müze ekibiyle “hep yan yana” durarak, birbirimizin öneri ve ihtiyaçlarını anlamaya çalışarak birlikte bu programı oluşturduk.
Bir taraftan sezonda prömiyer yapmış olmasa da sezonda sık sık gösterilen ve beğenilen işlerden bir seçkiye, öte yandan, müzenin çoğu açık hava farklı mekanlarına yerleşebilecek gösteri sanatları alanından farklı disiplinlerden işlere yer vermek, farklı yaş gruplarından seyircileri yan yana durmaya davet etmek istedik ki, sanırım program bu vaadini yerine getirecek. Müzede Sahne ile adeta özdeşleşmiş olan Fıstıklı Teras’ta kurulan sahnede her gece, sezondan bir seçkiye yer veriyoruz; ilk akşam N’Olcak Bu Yusuf Umut’un Hali’ni, kaldı ki müze ekibi teklif etmeseydi yönetmenlerinden biri olduğum için bu oyunu programa dahil etmeye çekinirdim, misafir ediyoruz. İstanbul keşmekeşinde, konforsuz çekyatların, püfür püfür sokakların içinden özgürlük naraları atan Yusuf Umut’un hikayesinin boğazın seslerine karışmasını heyecanla bekliyorum. İkinci akşam 2022 Afife Tiyatro Ödülleri’nde Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu seçilen Pınar’ın (Güntürkün) başrolüyle Herkes Kocama Benziyor misafirimiz. Tuvaletçi olduğu pavyonun kakafonisi içinden bir kadının hikayesini arka planda boğazın yarattığı tezatlıkla dinliyor olacağız. Üçüncü akşam Müzede Sahne’nin vazgeçilmezi Genco Erkal ve ona eşlik eden Enes Sarı bizlere, iktidarı gürüldeyen ve çatırdayan bir imparatorun hikayesini hizmetkarlarının gözünden aktarıyor olacaklar İmparator adlı oyunda. Son akşam ise Bora Akkaş, seyirciyle hemzemin bir düzenekte, yetişkinlerin karamsarlığından muzdarip bir çocuğun gözünden Harika Şeyler Listesini aktaracak.
Ana sahnedeki bu panoramaya, günün daha erken saatlerinde seyircilerimizi müze bahçesine beklediğimiz ve onları bazen katılımcı kılan başka bir gösteri ve deneyim programı eşlik ediyor. Açılışımızı, 17’si saat 18.30’da, halen müzenin bahçesinde durmakta olan Agnes Denes’in “Yaşayan Piramit” yerleştirmesi ile ilişkilenen ve usta hikaye anlatıcısı Nazlı Çevik Azazi’ye iki müzisyenin eşlik ettiği Yaşayan Anlatılar ile gerçekleştiriyoruz. İkinci gün ise sanat ve tasarım ekseninde, işitsel ve psikocoğrafi projeler üzerine çalışan Dr. Oğuz Öner’in, SSM’deki mekânsal deneyimlere dair işitsel algı ve duygusal tepkilere odaklanacağı atölyesi var. Gazhane gibi birçok mekanda benzer atölyeler gerçekleştiren Öner’in müzede nasıl bir işitsel deneyime alan açacağını ben de çok merak ediyorum. 3.gün yani Cumartesi önce ATTA Festivalinin 3 yaş üzeri çocuklar için sahnelediği Bully Bully oyununu açık havada misafir ediyor, ardından gene Agnes Denes’in yerleştirmesinin etrafında bahçeye dağılarak Türkiye’de fiziksel tiyatronun öncülerinden Tiyatro BeReZe’nin, hayat misali tek bir durumun içinde saklı sonsuz olasılığı ve mizahı ortaya çıkaran Olsa Olmalı Olabilir işlerini izliyoruz.
Son gün ise ATTA festivali bu sefer 6-18 ay arası bebekler için sahneledikleri Çık Dışarı ile sıcaklardan endişelendiğimiz için kapalı bir mekan olan Konferans Salonunda misafir ediyor, ardından saat 19.00 ile 19.40’ta iki seans olmak üzere, köşkün merdivenleri önünde koreograf Melih Kıraç’ın doğadaki ortak yaşam biçimlerinin sonsuz çeşitliliğinin insan temasına ve dokunmaya verdiği ilhamı, İstanbul Boğazı’na atfedilen çarpışan kayalardan yola çıkarak mercek altına aldığı günbatımı melodrama adlı işi ile günü batırıyoruz.
-Seçkiyi hazırlarken mekana, içeriğe ya da süreye göre belirlediğiniz kriterler var mıydı?
Aslında ilk olarak mekanın koşulları ve elbette Müzede Sahne’ye ayrılan bütçenin imkanları belirleyici oluyor. Mesela sadece 4 günlük böyle bir etkinlik için bir sahne kurulması beraberinde ciddi bir maliyet getiriyor. Öncelikle Sabancı Müzesi’ne bizlere bir alan yarattığı için, Sabancı Vakfı’na da her yıl ciddi bir kaynağı Müzede Sahne’ya ayırdığı için bir tiyatro aktörü olarak teşekkür ederim… Başta oyunları hemzemine yerleştirip seyirciyi tribünlere oturtmayı hayal etsem de, bunun aslında hem daha maliyetli, hem de alanın boyutlarının buna uygun olmadığını anlayınca bu hayalimden vazgeçtim. Sonra, her seneki gibi aslında Fıstıklı Teras’la da özdeşleşmiş sahneyle ilerlemeye karar verdik ama belli bir seyirci kapasitesine imkan tanıması açısından o sahnenin boyutları da belli bir ölçüyü aşamıyor. Mesela sezonda çok beğenerek izlediğim ve davet ettiğim, CAS’ın kısmen alana yeni girmiş gençlerin kadrosunu oluşturduğu İki Efendinin Uşağı Alaturka adlı işini hepimizin çok istemesine rağmen fiziki koşullar sebebiyle programa dahil edemedik. Sanatçıların işlerinin sanatsal niteliğinden ödün vermeme kaygısı yüzde yüz saygı duyulacak bir unsur.
Öte yandan bahçedeki Agnes Denes’in Yaşayan Piramit’i ile ilişkilenebilecek bir iş düşündüğümde hikaye anlatma sanatı ve Nazlı Çevik Azazi aklıma ilk gelenlerdi. Ve zaten Nazlı’nın, kendisine iki müzisyenin eşlik edeceği Yaşayan Anlatılar’ı ile açılışı yapıyoruz. Son gün ise gündüz etkinliklerini Melih Kıraç’ın daha önce bir versiyonunu Yapı Kredi Kültür Sanat’ın Beyoğlu binasında gerçekleştirdiği günbatımı melodrama ile gerçekleştiriyoruz. Bu 20 dakikalık dans performansını hem içeriği hem de adının ‘günbatımı’ ile örtüşüyor olmasından ötürü iki kere ve ikincisinin bitişinin gün batımına denk geleceği bir zamana programladık. Aslında mekan ve zamanın ’zorunlulukları’ her zaman gösteri sanatlarının en temel ve hatta belki en belirleyici unsurları; bazen kısıtlayıcı bazen ise akla gelmeyecek yeni ilişkilenme, yan yana durma biçimlerine olanak tanıyan oyunsu bir öğe olabiliyor. Bu durum aslında bizler için de bir nevi meydan okuma…
-Çoluk çocuk, küçük büyük herkesi kucaklayan bir program var sanki! Kimler gelsin?
Elbette herkes gelsin istiyoruz; bilet politikasını da buna göre belirlemeye ve hatta bazı etkinlikleri ücretsiz yapmaya karar verdik. Yazın açık havada, müzenin bahçesinde, boğaza karşı oyun ve performanslar izlemek isteyenler, müzede sık sık sergi gezenler ama seyirci deneyimini merak edenler, çocukları ve bebekleri ile müzenin bahçesinde özel olarak onlar için hazırlanmış bir etkinliğe katılmak isteyenler, hikaye anlatıcılığı sanatını merak edenler, yere-özgü tasarlanmış/uyarlanmış dans performansı izlemek isteyenler… Gelin yan yana duralım istiyoruz.
-Dört gecelik bin bir gece masallarının sonunda nasıl bir iz kalsın istersiniz?
Seyircilerin “Acaba seneye ne zaman toplanıyoruz?” diye ayrılmalarını, ceplerine doldurdukları hikayelerin, topladıkları deneyimlerin uzun bir süre zihin ve bedenlerinde yankılanmasını isterim.
-Siz akademi ve sektörü el ele yürüten biri olarak Sabancı Müzesi’nin mekan olarak kullanılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gösteri Sanatları alanına verilen çok değerli bir destek olarak değerlendiriyorum. Müzenin kendi izleyici kitlesi ile gösteri sanatlarını buluşturması demek, bizim yeni seyirciler kazanmamız anlamına da geliyor. Bu kategoride değerlendirilebilecek seyirciler, Müzede Sahne’de izledikleri oyunlar ve performanslar sonucunda sanatçılarını merak edip takibe alacaklar ve sezon içinde başka işlerini de görmek üzere plan yapacaklar. Öte yandan yere-özgü gerçekleşecek işlere alan açmak da önemli. Maalesef yere-özgü işler özellikle tiyatroda, bırakın yeterli neredeyse hiçbir kamusal desteğin olmaması ve mevcut özel yapıların buna kolay kolay imkan vermemesi nedeniyle çok sık gerçekleşemiyor. Bu anlamda Müzede Sahne deneyiminin sanatçıları da dönüştürdüğüne inanıyorum.
-Kültür sanat dünyasının çorak sahne imkanlarına başkaca olanaklar sunulamaz mı?
Ah nereden, nasıl başlasam…. Bu bambaşka bir tartışma konusu ama bir iki kelam etmeye çalışacağım…. Bugün Tiyatro Kooperatifi'nin onca çabasına rağmen bırakın mevcut vergilerin düşürülmesi, daha da arttırılması demek özellikle tiyatro alanında bağımsız çalışmalar gerçekleştirenlerin çok daha fazlasıyla bilet gelirine mecbur kalmaları anlamına geliyor, hele de ekip kalabalık bir kadroysa, zaten ele geçen miktarlar burada telaffuz bile etmeye utanacağım rakamlar oluyor. Düşünsenize mekan sizin değilse, bilet gelirinden mekana ciddi bir yüzde, hatta bazen yüzde 60 verilecek, kalandan masraflar düşecek; (eğer ağır ve kalabalık bir dekorsa benzin fiyatı ile orantılı hesaplayın artık o nakliye maliyetini) sonra o kalan gelirden yüzde 40’lara varan vergiler gidecek, elde kalan ise tüm ekibe, en azından sahnedeki oyuncu ve sahne arkasındaki teknik ekibe dağılacak….
Oysa elbette ki farklı mekanları bir ‘sahne’ye dönüştürmek mümkün; ancak bunun için ilk başta seyirciyle bir alışma süreci geçirmek gerekiyor ve yeni ilişkilenme biçimlerinin denenmesi… Bu da ancak sanatçılara maddi kaygıları unutabilecekleri bir özgürlük ve deneme alanı açılmasıyla mümkün, yani verilecek kamusal desteklerden söz ediyorum. Özel sponsorluklar da en nihayetinde, bugün içinde yaşadığımız ‘PR’ çağında kendi görünürlükleri için yatırım yapıyorlar veya çok azı sürdürülebilir bir model kurgulayabiliyor. Mesela Müzede Sahne, sürdürülebilir bir yapı kurgulayanlara örnek olarak yapabildikleri, imkanlarının el verdikleri ve veremedikleri ile 6 senedir devam ediyor ve bu sene 7'ncisini gerçekleştiriyor. Benim biraz önce sözünü ettiğim süreç yavaş yavaş görünürlük kazanacak bir süreç. Bir de elbette ki kamusal alanlar da birer sahneye dönüştürülebilir ama bugünün koşullarında bu ne kadar mümkün veya mümkün değil hep beraber deneyimliyoruz zaten….
-Oyunları izlerken yine arkadan gemiler geçecek mi, yıldızlar kayacak mı ve başımıza gökten üç elma düşecek mi?
İstanbul’un tüm heybetiyle, güzelliği ve kakafonisiyle, renkleri ve coşkusuyla, hüznü ve rüzgarıyla yanımızda olacağını hayal ediyorum. Bu bazen sahnedekileri zorlasa da hep yan yana durarak tadını çıkaracağımıza eminim.