Yaygın bir erkek sporuna dönüşen kadın cinayetlerinin her gün yeni rekorlar kırdığı ülkemizde dizilerdeki erkek egemen söylem elbette hiç şaşırtmıyor ancak izlemeye devam ettikçe eşitsizliği içselleştirdiğimizi de sık sık hatırlamakta fayda var. (Evet, her tarafından bayat bir mevzu ama bu kokuşmuş metinleri de siz izliyorsunuz sonuçta…)
Bakın dizilerde kadını, kadına nasıl vurdurtuyorlar ve buna ‘aşk’, ‘aile’, ‘namus’ gibi değerler atfederek ne kadar değersizleştiriyorlar.
Paramparça’da Cihan karısından ayrılmak isterken ve kendisine aşkı hak iddia ederken her şey normal görünür. Hatta Cihan’ın boşanmadan Gülseren’e olan aşkını ilan etmesinde ve karısını evde bırakıp sevgilisinin kapısına dayanmasında sakınca yoktur. Ne de olsa adamcağızın mutsuz bir evliliği vardır. Ne zaman ki karısı Dilara’da aşık olunca yer yerinden oynar elbette. Cihan ‘erkek’ adam olduğu için (bu sebep fazlasıyla yeterlidir her zaman) boşandığı ve boşanmadan yalnızlığa terk ettiği kadına kurallar, yasaklar koyar haliyle. Kadın da aşka düşünce aile gerçekten paramparça olur. Oğlunun dengesi bozulur, okulu dondurur, hayata küser ve ölümlerden döner. Bu arada Cihan boşandığı karısının ilişkisini denetlerken yeni sevgilisinin eski kocasıyla görüşmesine de itiraz eder… Ve tüm bunlar gösterir ki ilişkilerin modern kısmı erkeklere aittir. Erkeğe ait olan sevme/sevilme hakkı, kadınlar için geçerli değildir.
Kaderimin Yazıldığı Gün’de Kahraman’ın etrafında nikahlı karısı ve spermlerinin taşıyıcı sevgilisi cirit atarlar. Kahraman ikisini de inkar etmez ve her ikisi üzerinde son sözü söyleme hakkından dolayı iki güzel kadın erkeğin ağzının içine bakarlar. İstese üçüncü ve dördüncü kadını oğlunun kutsal spermlerinin hizmetine sunmak için bekleyen annesinin dilinden ‘aile’ kelimesi düşmez. Ana yüreği oğlunun spermlerini sağa sola saçmak için çırpınır, saçını süpürge eder.
Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’da ise Çakır, karısı ve sevgilisi arasında mekik dokur. Kadınlar birbirlerini öldürmeye kalkışırlar ama Çakır’a kimse bir şey söyleyemez. Bu da yetmez, Çakır ikisini de bol bol azarlar, cezalandırır ve tabii canı isteyince ödüllendirir. Hiç şüphe yok ki, en büyük ödül kendisidir.
Güneşin Kızları için de benzerlik ne yazık ki şaşırtıcı değildir. Haluk hem eski karısına hem yenisine hükmeder. Eski karısının yeni hayatında yeri asla yoktur ancak kadının hayatına biri girecek olursa da Haluk aslan kesilir. Kısacası boşanan kadının yeni bir hayat kurma hakkı olamaz, o artık Haluk’un eskisi olarak eskimelidir…
Karagül’de ise her erkek için en az iki kadın yasası gayet normal işler. Ortadaki çocukları kafalarına göre bölüştürmüş ve çoluk çocuk, kadın bir sürü yaşamı ziyan ederken içleri titrememiştir. Ölü kocalarına sadakatte yarışan Narin ve Ebru ise aynı adamın karıları olarak aynı evi ve hatta çocuğu paylaşmaya çalışmak gibi bir çıkışsızlıkta kitli kalırlar. Kendal’ın üç karısı ve son günlerde bir de sevgilisi olması erkeğin şanındandır elbette!
Aslında üçlü yasak aşk ilişkisi kadar doğurgan ve her daim ilginç bir konunun sıklıkla işlenmesi her zaman seyirciyi içine alır. Ne var ki tek bir dizide bile iki aşk arasında kalan kadın karaktere rastlamak imkansızsa, çok eşliliğin erkek için toplumdaki yaygın karşılığı sorgulanmalıdır.
Erkeğin elinin kiri olan kadının alnının karasıysa, ak ve kara cinsiyete göre değişiyor demektir. İşte o zaman bu dizileri erkek egemen ideolojinin masalları olarak tehlikeli ilan etmek gerekebilir ya da acilen aldattığı halde aşağılanmayan ve yine de dizinin iyi karakteri ilan edilen yeni kadın kahramanlar yazılmalıdır.
Yeni yılda dizilerde kadınlara sevme ve sevilme hakkı gelmeli, bölüm bölüm kadınlar istediklerini sevmeli, isterse terk etmeli ve arada başka aşklara yelken açmak normalse kadın da azıcık bu hayattan nasiplenmelidir…
Özetle, lütfen dizilerde kadınlara da sevme ve sevilme hakkı tanınmalıdır artık!