26 Şubat 2024

Hiç sevmediklerimize de “sayın” dememiz gerekir mi? 

Kelimeler zamanla normal anlamlarını yitirip kötü anlamlar bürünüyor, o zaman yerlerine yenileri kullanılmaya başlanıyor. Tabii bunların da ömürleri sınırlı

“Her yıl aynı ikilemle karşılaşıyorum / bir insanla ilk kez selamlaştığımda / ona kaç zaman boyunca / mutlu yıllar dileyebileceğimi kestiremiyorum / belki de her şeyi / abartıyorum / ama ihtiyatlı davranma eğilimindeyim / ve bu yüzden / mutlu yıllar demeyi / hep ekim ayının üçüne / erteliyorum.

Brian Bilston’un yeni şiirlerinden biri bu. Başlığı, “Benim dayanılmaz kibarlığım.” Bu şiiri okumaz olsaydım; okuyunca bakın neler geldi aklıma.

Bu ülkede başta politikacılar, sonra basın, özellikle televizyon yorumcuları, herkesten, hatta nefret ettiklerinden, bir kaşık suda boğmak istediklerinden bile “Sayın” diye bahsediyorlar…

Konuşma ve yazışmalarda hitap ettiğimiz veya adı geçen kimselerin isimlerinin başına -bu kimseleri tanımasak da bazısının ne haltlar ettiğini bilsek de- eklediğimiz bir sıfat bu!

Protokol broşürlerinde unvandan önce mi yoksa sonra mı gelmesi gerektiği tartışılıyor: Resmi toplantılarda kişiyi topluluğa takdim ederken, kişinin önce unvanı, sonra “sayın” sözcüğü ile adı, soyadı söylenirmiş. Mesela “Tapu Kadastro Müdürü Sayın Erdinç Eroğlu” gibi.

Dilimize nereden gelmiş? Ünlü Alman Türkolog ve Mongolist Gerhard Doerfer, “Moğolcadan geçme” olduğunu ileri sürmüş… Prof. Zeynep Korkmaz, aynı fikirde değil, “Türkçe kökenlidir” diyor. 

Böyle bol keseden tüketildiğine göre, bir zaman sonra her yerde kullanıldığına şahit olmamız kaçınılmazdır. Mesela, internet sohbet alanlarında, dertleşilen yerlerde görmeye başlayabiliriz:

-“Sayın görümcem, nikahıma gelmedi, “İşinden izin alamamış” diye haber yolladı mendebur. Düğün günü eşimin sayın teyzesi benle iki laf bile konuşmadı. Getirdiği kayık tabağı, paraya çevirmek için götürdüğümüzde, gümüş değil, kaplama bakır olduğunu öğrendik. Kayınpederim olacak o sayın herif de sanki cenazedeydi, suratı düğün boyunca asık kaldı. Bir hafta sonra onları ziyaret için gittiğimizde sayın kaynanam fırsat buldukça laf sokmaya çalıştı: Tez geberesice karı! Bana yaşattıkları bu kadar şeye rağmen kendilerine köpek gibi yaltaklanmamı istiyorlar. Bu da beni çıldırtıyor. O kadar ki KPSS çalışırken bile bunlar geliyor aklıma, çalışamıyorum. Merdiven altı doping haplarını avuçla avuç yutsam bile hiç yaramıyor.” 

Sonra spor spikerlerinin de geri kalmayacaklarını öngörebiliriz:

-“Top Sayın Halit’te, sayın Halit, sayın Salih’in yanından geçti, Pass sayın Yıldıray’da. Mükemmel bir orta. Sayın Caner topu aldı, döndü, vurdu direkten geri. Top sayın Onur’da. O sayın verdi pasını, Sayınlardan Halit vurdu… gool!  Hamdi ile Nihat Sayınlar itişiyorlar. Nihat kaydı, yere düştü. Sayın Nihat ayağa kalktı. Sayın Hamdi. Sayın Nihat’a saygıdeğer bir kafa attı. Sayın hakem koştu, geldi kırmızı kart gösteriyor şimdi.  

Kelimeler zamanla normal anlamlarını yitirip kötü anlamlar bürünüyor, o zaman yerlerine yenileri kullanılmaya başlanıyor. Tabii bunların da ömürleri sınırlı. 15 -16 yüzyıl Osmanlı belgelerinde “Askerler, yaraklarını alıp savaşa gittiler” cümlelerine rastlanır. “Tarak” nasıl “taramak” dan geliyorsa zamanla ayıp sayılan o kelime de aslında “yaramak” fiilinden türetilmiş ve pek yadırganmayan bir kelimeymiş ama birçok şey gibi o da değişmiş ve askerler artık başka bir şeyi, yani silahlarını alıp gidiyorlar savaşa. “Kenef” de zamanla “ayak yolu”, sonra “yüz numara”, nihayet “lavabo” olmadı mı?

Olur olmaz, her yerde böyle bol keseden kullanılarak yıpranan “sayın” kelimesinin -bu gidişle- üç yakın zamanda  “dangalak”, “abullabut”, “kaşalot” ya da “dingil” vb. gibi kötü anlamlar kazanacağına, yerine başka, mesela halen “viral olan” Gagavuz şarkısında söylendiği gibi “yalabık” gibi tilcikler bulunacağına inanabiliriz: O zaman “’Yalabık” kayınvalidemin mübarek ramazanını kutlar..” falan demeye başlayabiliriz.

Tabii başka olasılıklar da var. “Uçkun” mesela... Mabel Matiz'in şarkısı “Uçkun” kısa süre içinde çok beğenilmişti: ”Uçkunum anam, döndüm gazele / Eyvallah olur göynüm güzele / Kurşununa da kem gözüne de / Eyvahlar olsun böyle düzene..” diyor!

Uçkun ne demekmiş? “Ateşten fırlayan ve etrafa saçılan kıvılcım” anlamına gelirmiş ve dingin kimseler için kullanılırmış.

Öyleyse “uçkun” da bal gibi olabilir. Niçin olmasın?

Yazarın Diğer Yazıları

AKP, CHP'nin gerisinde kaldı; başka bir şey olmadı mı?

İktidarın ikinci plana düşmesi çok önemlidir ama iktidarın dayanağı olan, her fırsatta vurguladığı düşünce ve inanç tarzının etkisini yitirmesi çok daha önemlidir ve kalıcıdır

AKP artık birinci parti değil! Sonra ne olur?

Otoriter bir rejimden demokrasiye geçiş ne zaman sona erer? Bu sorunun cevabını vermek öyle kolay değil; demokrasiye yöneliş ile demokrasinin pekişmesi arasında fark var. Demokrasinin, bir kez varıldığında, sonsuza dek duvarlarındaki muhallebileri yalayacağımız bir cennet olmadığını da unutmamız gerekir; demokrasi daha çok Tokat'ın bazı yörelerinde oynanan omuz halayına benzer, alttakilerin omuzlarına basmış, keyifle oynayan kimseleri taşıyanlar yorulduklarında sona erer

İçen de, üreten de, sunan da mı lanetlik?

Düşüncelerimizin değiştirilmesi için yapılacak girişimlerde başlıca iki yol kullanılabilir: Bilimsel gerekçelerle desteklenen tartışmaya dayalı ikna yolu ya da önyargılar, semboller ve imgeler kullanılarak düşünceyi sınırlayan bir yaklaşım tercih edilebilir. Kişinin davranışını etkilemek için düşünceyi sınırlayan yöntemler değil, bilimsel gerçeklere dayalı ve müzakere ile sürdürülen demokratik bir ikna yolu yeğlenmelidir