14 Haziran 2021

HADİ demenin sırasıdır!

bir ülkede bu hatalar gündemdeyse, işler raylarından çıkmaktaysa “Her şey nasılsa er geç kendiliğinden düzelecek” deyip susmalı ve geleceğin mutlu günlerini görebilmek için adaklar mı adamalı?

Seksen yıl önce Hitler, bu günlerde ona Rusya'nın işgalinin Almanya'ya ekonomik açıdan yararlı değil zararlı olacağını söyleyen Ticaret Bakanı Schwerin von Krosigk ve anlı şanlı iktisatçıları dinlemedi ve ordularını Sovyetler Birliği'ne saldırttı.

Hitler, Moskova'ya varmaya az kala, silahlı kuvvetleri, başkente değil önce Rusya'nın Kuzeyine ve Güneyine yöneltmenin, daha uygun olacağına karar verdi. Başkomutan General Franz Halder ve birçok yüksek rütbeli, bunun yanlış olduğunu söylediler, Moskova'nın bir an önce ele geçirilmesinin yararını sayıp döktüler ancak o, fikrinden caymadı.

Kış bastırınca Sovyetler karşı saldırıya geçtiler ve Almanlara çok zayiat verdirdiler. Gerçekleşenlerin nedeninin strateji hatalarının sonucu değil de erken bastıran ve alışılagelmişin ötesinde soğuk geçen kış olduğunu ileri süren Hitler, Genelkurmay Başkanı'nı azledip yerine kendisini tayin etti.

Alman orduları bozuldukça Hitler, birlikleri yöneten generalleri birbiri ardından değiştirmeye başladı.

Alman ordusu artık savaş deneyimi, Birinci Dünya Savaşında Avusturya ordusunda görev görmüş olmakla sınırlı bir çavuşun güdümündeydi. Generaller ona güvenmedikleri halde karşı çıkmaktan çekiniyorlar, o da Keitel gibi yalaka komutanların pohpohlamasıyla mutlanıyor, bilgiye değil kritik düşünmeyi öğrenmemiş aklına göre davranıyor, Almanya'yı felaketelere sürüklüyordu.

Aslında Hitler, işin başından beri uzmanından değil işine geleninden yararlanmayı yeğleyen biriydi. 1938'de Savaş Bakanlığını kaldırıp yerine başında kendisinin bulunduğu ve Silahlı Kuvvetlerin Yüksek Komutanlığı adını verdiği bir kurum oluşturmuş, sadece ordu değil, devletin hemen her mevkiine, bileni değil, kendisine baş eğeni atamıştı.

Roma büyükelçisi iken Hitler tarafından görevden alınan Ulrich von Hassell, "Bu adam yani Hitler, önümüzdeki uçurumu aşmaya kalkarsa, hepimizi beraberinde dibine sürükleyecektir. Yapabileceğimiz hiçbir şey yok!" demişti.

Gerçekten yapacak hiçbir şey yok muydu?

Tarih, demokrasi yoksunluğunun sayısız olumsuz sonuçlarının, özellikle ülkelerin bilenlere danışılmadan yönetilmesinin eninde sonunda savunma, eğitim sağlık, ekonomide vb. başarısızlıklara yol açacağını ve zamanla bu başarısızlıkların, halkın seçimlerde göstereceği tepki sonucu o ülkelerde demokrasilere dönülmesinin yolunu açacağını göstermektedir.

Öyleyse bir ülkede bu hatalar gündemdeyse, işler raylarından çıkmaktaysa “Her şey nasılsa er geç kendiliğinden düzelecek” deyip susmalı ve geleceğin mutlu günlerini görebilmek için adaklar mı adamalı?

Tarih bize bunun da yanlış olduğunu gösteriyor: Romanya'da Çavuşesku rejimi 25, Sudan'da Ömer el Beşir 28, Uganda'da Yoveri Musevemi 32 ve Portekiz'de Oliveira Salazar'ın rejimleri 36 yıl devam etmişti.

Demokrasiden uzun süre uzak kalmanın yol açacağı onarılması güç yıkımların önlenmesi için etkin bir muhalefetin yanında eleştiren, demokrasi isteğini yüksek sesle ve ısrarla dile getiren bir kamuoyunun da varlığı şarttır:

Öyleyse HADi diyerek yükseltelim sesimizi!

 

Yazarın Diğer Yazıları

AKP, CHP'nin gerisinde kaldı; başka bir şey olmadı mı?

İktidarın ikinci plana düşmesi çok önemlidir ama iktidarın dayanağı olan, her fırsatta vurguladığı düşünce ve inanç tarzının etkisini yitirmesi çok daha önemlidir ve kalıcıdır

AKP artık birinci parti değil! Sonra ne olur?

Otoriter bir rejimden demokrasiye geçiş ne zaman sona erer? Bu sorunun cevabını vermek öyle kolay değil; demokrasiye yöneliş ile demokrasinin pekişmesi arasında fark var. Demokrasinin, bir kez varıldığında, sonsuza dek duvarlarındaki muhallebileri yalayacağımız bir cennet olmadığını da unutmamız gerekir; demokrasi daha çok Tokat'ın bazı yörelerinde oynanan omuz halayına benzer, alttakilerin omuzlarına basmış, keyifle oynayan kimseleri taşıyanlar yorulduklarında sona erer

İçen de, üreten de, sunan da mı lanetlik?

Düşüncelerimizin değiştirilmesi için yapılacak girişimlerde başlıca iki yol kullanılabilir: Bilimsel gerekçelerle desteklenen tartışmaya dayalı ikna yolu ya da önyargılar, semboller ve imgeler kullanılarak düşünceyi sınırlayan bir yaklaşım tercih edilebilir. Kişinin davranışını etkilemek için düşünceyi sınırlayan yöntemler değil, bilimsel gerçeklere dayalı ve müzakere ile sürdürülen demokratik bir ikna yolu yeğlenmelidir