Haiti Cumhuriyeti 33. Cumhurbaşkanı Jean-Claude Duvalier (Kaynak: The New York Times)
New York’ta, Columbia-Presbyterian Hastanesi’nde Kadın-Doğum ihtisası yaparken hastalarımızın arasında Haitililer vardı; polikliniğe geldiklerinde bu kimseler -Fransızca bildiğimizden- ya bana ya da Kanadalı Dr.Gaston Palerme’e gönderilirdi. Çoğu, Baby Doc olarak bilinen Jean-Claude Duvalier adlı diktatörün ülkelerinde süren baskıcı rejimden kaçmış insanlardı; yönetimin yanlış kararları, yandaş kayırmaları ve rüşvetin yaygınlaşması sonucunda giderek bozulan ekonomi, yaşamlarını çekilmez bir hale getirmişti.
Bazı hastaların yakınları muhalif olduklarından yıllardır hapishanelerde tutulmaktaydı. Hastalarımızdan bunları öğrenmiştik ve de diktatörü nitelediklerinde kullandıkları sıfatlar, ettikleri beddualarla dilbilgimiz çok zenginleşmişti.
Haitili hastalarımdan özellikle Widelene’yi unutamam; Widelene’nin anlamının “Orman” olduğunu söylemişti. Orman Hanım, hamileydi, bebeğinin doğmasına az kalmıştı. Eşi, hapisteydi, New York’ta bir akrabasının yanında kalmaktaydı. Bir gelişinde, kese kağıdına sarılmış dört tane çörek getirmişti; “Bana ayırdığınız zaman için teşekkürümdür: Biz kokiyol deriz” demişti, “Baby Doc denen diktatör sefalar sürerken biz böyle sürünmeseydik size daha iyi bir şey getirmek isterdim.”
Orman Hanımdan Baby Doc’un yeryüzünün en uğursuz, en hırsız devlet reislerinden biri olduğunu, ülkesinde domuz gribi salgını varken almış olduğu isabetsiz kararlarla ekonomiyi nasıl büsbütün çökerttiğini de öğrenmiştim.
Orman Hanım, bir gün tek başına geldi, bebeğini doğurdu. Yattığı koğuşta tek ziyaretçisi olmayan lohusa oydu; üç gün sonra da hemşirelerin hediye ettikleri bezlere sardığı bebeği ile çıktı, gitti.
Doğumdan sonra bu garibanı bir daha görmedim. Ama anlattıkları, Haiti’de olup bitenleri daha dikkatle izlememe yol açtı:
O ülkede zamanla halk arasında öfke büyümüş, protesto eylemleri baş göstermişti. 1986 yılında diktatör, bu gösterilerden endişelenmeye başlamıştı; bir gün durumu daha iyi değerlendirmek için karanlıkta arabasıyla sarayından dışarı çıkıp başkenti dolaşmış, gördükleri kaygılarını çoğaltmıştı.
O günleri, Edward Seag adlı bir gazeteci Jamaica Gleaner adlı gazetede (31 Ocak 2010’da) ayrıntılarıyla anlatmıştır:
“Diktatörün görümcesi Joanne Tisfelt, Haiti’nin deniz aşırı komşusu Jamaika’nın Dışişleri Bakanlığında görevli olan Devlet Bakanı Dr. Neville Gallimore'u tanıyordu; onu aradı, yardım istedi. Gallimore, Haiti’ye geldi ve durumu bizzat gördükten sonra başkanı, tutulacak en akılcı yolun, yumuşak bir geçişle iktidarı devretmek olduğuna inandırmaya çalıştı. Jamaikalı bakan, başkanla konuşurken Duvalier'in karısı Michéle'nin de hazır bulunmasını istemişti; çünkü onun Jean-Claude üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğunu biliyordu. Diktatör sonuçta Haiti'den ayrılmayı, Fransa’ya gitmeyi kabul etti.
Fransa başlangıçta isteksizdi, kabul etmeye yanaşmadı, güç ikna edildi. ABD Dışişleri ile de iletişime geçilerek katkıda bulunulması istendi. Sonuçta Duvalier, 7 Şubat 1986’da ailesiyle birlikte ABD Hava Kuvvetlerine ait bir C141 uçağına binerek yurdundan uzaklaştı, o tarihten sonra Fransa'nın güneyinde bir villada sürdürdü yaşamını.
Jamaikalı politikacı, komşu ülkenin diktatörünün çatışılmadan, sulhçul bir şekilde uzaklaşmasını sağlayarak Haiti halkının sıkıntılarının sona ermesinin yolunu açmıştı.”
Acaba bütün bunları birdenbire neden anımsadım?
Olasılıklar birden fazla: Şimdilik en ağır basanı, Jamaika Dışişleri bakanlığında görevli Devlet Bakanı Dr. Neville Gallimore’ a, bir ülkenin vatandaşlarının, diktatörlükten burunları kanamadan, kazasız, belasız kurtulmalarını sağlamak gibi çok önemli bir işi gerçekleştirebildiği halde Nobel Barış Ödülü’nün ne o sene ne de başka bir zaman verilmemiş olmasına hayıflananlardan olmamdır.
Bu konuda hassasiyeti fazla pekişmiş vatandaşlardan biri olmamı tuhafsamazsınız inşallah!