07 Nisan 2019

İkili deliliğin tarifi: Killing Eve

Katil – polis çekişmesini türlü akıl oyunlarıyla alt üst edip kendine has bir gerilime ve duygusal bağa dönüştüren Killing Eve, bugünden itibaren ikinci sezonuyla yayında

Son yıllarda televizyon aleminde yükselen, ne iş yapsa izleyici tarafından havada kapılan bir isim var: Phoebe Waller-Bridge. Aslen tiyatro çıkışlı olan bu genç oyuncu ve senarist, İngiliz televizyonun, yakın zamanda çok ses getiren işlerine imza attı. Channel 4 için yazdığı ve başrolünü üstlendiği komedi dizisi Crashing ile adını Ada sınırlarının dışında da duyurmuş, yine senaryosunu yazdığı ve ödüller toplayan Fleabag oyununun aynı adlı televizyon uyarlamasıyla nicelerinin kalbinde taht kurmuştu. Erkek karakterlerin domine ettiği dizilerin yanında onun ideal hayatlardan uzak yaşayan kafası bozuk kadın karakterleri, her ne kadar izleyicide empati yaratmaya pek yaklaşamasa da, zekice kurgulanmış diyaloglarla televizyonda gördüğümüz pek çok şeyden daha gerçekçi ve bir o kadar da komik.

Haliyle geçtiğimiz yıl, Phoebe Waller-Bridge’in yeni bir diziyle geleceğini öğrenmek, onun sessiz sedasız büyüyen sadık kitlesi için heyecan vericiydi. Üstelik İngiliz yazar Luke Jennings’in Codename Villanelle adlı kitaplarından uyarlanacak dizide, doktorların hayatının tam orta yerine düşen Grey’s Anatomy’yle tüm dünyanın tanıdığı (ve evet, Türkiye’de Doktorlar olarak izlediğimiz dizi, Grey’s Anatomy’nin yerli versiyonu) Sandra Oh başrolde olacaktı. Killing Eve adlı bu dizi geçen sene Nisan ayında vizyona girdi; sezon finalini yaptığında çoktan kült mertebesine yükselmişti bile.

Tertemiz bir takıntı

Az önce bahsettiğimiz Crashing ve Fleabag gibi yapımların aksine Phoebe Waller-Bridge, yaratıcısı olduğu Killing Eve’in başrolünde yok. Eve karakterini canlandıran Sandra Oh’nun yanında, Villanelle takma adlı psikopat kiralık katil rolünde Jodie Comer var. Dizinin türü ise… Belki de burada biraz durup düşünmek gerek. MI5’ta görevli memur Eve’in, peş peşe cinayetler işleyen bir katilin peşine düşmesiyle başlayan dizi, sıradan bir detektiflik dizisi gibi yola çıksa da sonrasında alışık olduğumuzdan farklı yerlere doğru ilerliyor; delilikten güç alan bir takıntı hikayesine dönüşüyor.

Eve’in bağlantılı olduğunu düşündüğü bu cinayetlerin aynı kadın tarafından işlendiğini fark etmesi ve Villanelle lakaplı bu katile adım adım yaklaşması biz izleyiciyi de tarifi zor bir gerilimle baş başa bırakırken (tarifi zor, çünkü keyif veren bir tarafı da var), absürtlüğün zirvesine çıkan komik diyaloglar bir sonraki sahnenin aslında oldukça sert olan gerçekliklerini de alaşağı ediyor. Villanelle elinde bıçak, karşısındaki kurbanıyla sohbete koyulduğunda söylediklerine gülmekten, bir sonraki sahnenin ne kadar dehşet verici olabileceğini tahmin edemiyoruz. Ama Villanelle’in şakası yok; dediğini yapıyor. Yaptığını gördüğümüzde ise dehşet içinde kendimizden geçemiyorsak bu hâlâ gülünç anların etkisinde, karakterlerin sıradan olmayan ruh hallerinin bize de bulaşmasından…

Hikâye Londra’da başlıyor ama daha ilk bölümlerden yavaş yavaş tüm Avrupa’yı gezmeye başlıyor. Karakterler de zaten kimlikleriyle tek bir ülkeye sığamıyor. Eve aslında Amerikalı. Polonyalı kocasıyla sakin bir hayat yaşıyor. Ta ki onun kadın katiller konusundaki araştırmalarını ve takip ettiği dosyaları fark eden üst düzey MI6 görevlisi Carolyn tarafından, tüm dünyayı karıştıran bu katili bulması için yeni bir göreve getirilene kadar. Villanelle’in hikayesi ise bambaşka. Birkaç bölüm sonra adının Oksana olduğunu öğrendiğimiz, 20’li yaşlarındaki bu katil Rus asıllı ve Paris’te yaşıyor. ‘‘Görev icabı’’ her ülkeye kolayca girip çıkabiliyor ama dönüp dolaşıp yine geldiği yer, Paris’teki dairesi.

“Influencer” olabilecekken…

Ne ‘‘iş’' yaptığını görmesek, Villanelle’in hayatının dolce vita hislerine anında kapılabilirdik aslında; çünkü çok ‘‘rafine’' zevkleri var kendisinin. Buzdolabında şampanya şişeleriyle dolu, giydiği kıyafetler ise ünlü tasarımcıların elinden çıkma ve (tahminen) binlerce dolar değerinde. İtalya’da bir villadaki yatakta dokunup çok hoşlandığı özel tasarım çarşafların aynısından derhal gidip satın alabiliyor mesela… Hem değer verdiği kişilere de yine aynı pahalı kıyafetleri hediye edebiliyor. (Bunları geçiştirerek anlattığımıza bakmayın, hepsi ayrı bir hikaye…) O kıyafetler içinde Paris sokaklarında yürürken kendisini görürseniz, moda haftalarında salınan influencer’lardan ya da modellerden biri olduğunu düşünebilirsiniz. Ama değil. Hikâyenin dahiyane taraflarından da biri bu zaten.

Kimsenin aslında gözü kara bir katil olabileceğinden şüphelenmediği Villanelle her yere kolayca girip çıkabiliyor, kendisine görev olarak verilen infazları günlük rutininin sıradan bir parçası gibi yerine getirebiliyor ve olay yerinden elini kolunu sallayarak uzaklaşabiliyor. Ondan tek şüphelenen ve cinayetlerle bağlantısını çözen ise Eve, elbette. Kadın katiller üzerine yıllara dayanan, sessizce ilerlettiği araştırmaları, ona görünenin ardına geçebilme yeteceğini de veriyor. Fakat Eve için tehlike de burada başlıyor: Villanelle’in zihnindekileri anlamak için yoğun bir gayretin içine düşen Eve, bir noktadan sonra empatinin de ötesine geçerek takıntının yakıcı hislerine kapılıyor ve bu çok cici gözüken katille özel bir duygusal bağ geliştiriyor. Takıntının aşka varabileceği şekilde. Aynı mevzu Villanelle için de geçerli; sırrını bulmaya bu kadar yaklaşan Eve’e karşı o da kayıtsız kalamıyor, onu daha iyi tanımanın peşine düşüyor. Birbirlerinin izini sürerek Londra’dan Moskova’ya kadar uzanan, adeta yakalamaca oynayarak karşılıklı takıntılarını besliyorlar.

Kaçan kovalanır

Phoebe Waller-Bridge’in karakterleri için ‘‘izleyicide empati yaratmaya pek yaklaşamıyorlar’’ demiştik. Her ne kadar Eve ve Villanelle, ilk olarak Phoebe Waller-Bridge’in elinden çıkmamış olsalar da, bu tanımlama onlar için de geçerli. Çok haklı sebepleri olmasına ve eline bir sürü fırsat rağmen Eve’in Villanelle’i sahneden silmemesine ya da o huzur dolu hayatını elinin tersiyle itmesine bir türlü anlam veremiyoruz. Villanelle ise her ne kadar orijinalliğiyle bizi tavlar gibi olsa da ve zekasıyla zihnimizi ele geçirse de su katılmamış bir cani olduğu için bizden uzak düşüyor. İşlediği suçların motiflerini anlamak mümkün değil. Yine de hayat karşısındaki bıkkınlığı ve hayat karşısındaki umursamazlığıyla bir noktada bize de kendini benimsetmeyi başarıyor. Eve’in Villanelle’e karşı olan merakı, her ne kadar Villanelle’in hayatını en açık halleriyle görebilsek de bizi de sarıyor. Tanıdığımızı sanıyoruz ama bir sonraki hareketinin ne olacağını biz bile tahmin edemiyoruz.

Amansız bir kovalamacanın sonunda yolları tekinsiz bir şekilde kesişen bu ikili, birinci sezonun final bölümünde küs bir şekilde ayrılmışlardı. Kalbi kırılan tarafın Villanelle olması, ikinci sezonda Eve’in başının dertte olduğu anlamına geliyor elbette. Aralarındaki gönül bağının Eve’i koruyacağını düşünmek isterdik ama maalesef Villanelle’in güvendiği kişiler tarafından kalbi kırıldığında neler yapabileceğini biliyoruz. Bir intikam hikayesine dönüşeceğe benzeyen ikinci sezon, 7 Nisan’da başlıyor. Eve’e şans dilemekten başka ne gelir elden…

Bu arada, Phoebe Waller-Bridge artık dizinin yaratıcı ekibinde değil. Onun yokluğu diziye nasıl etki edecek şimdilik kestiremiyoruz ama onun dehasından hâlâ bir tutam yakalamak isteyenler, Fleabag’in şu ara finale doğru yaklaşan ikinci sezonunu izlemeye koyulabilirler.

Yazarın Diğer Yazıları

Moda dünyasının ipliğini pazara çıkaran Instagram hesabı: Diet Prada

Bunların hepsi belki de bir tür pazarlama stratejisi olarak zorunluluktan sahipleniyor markalar tarafından ama bu "zorunluluk" bile büyük bir kazanım. Diet Prada gibi, moda bekçileri sayesinde...

'Black Lives Matter' hashtag'i, siyah kareler ve sosyal medyada bir ayaklanma

Black Lives Matter hareketine destek olmak için dünya çapında sosyal medyada yapılan paylaşımlar, bir noktadan sonra hareketin eylemlerine köstek olmuş olabilir mi? Peki sadece "siyahiler değil, tüm hayatlar önemlidir" diyen "All Lives Matter" sloganındaki sorun nerede? Ya da "iyi niyetli" gibi gözüken ama içselleştirilmiş bir ırkçılığın bas bas bağırdığı paylaşımlarda anlaşılmayan ne? İnsanlık yine sosyal medyada ağır bir sınavdan geçiyor…

Ergenlik ömür boyu: Günümüz dünyasında yetişkin olma çabası

Durun ve "Annem-babam benim yaşımdayken neredeydiler, ne yapıyorlardı" diye düşünün. (Karantinada olmadıkları kesin, şimdilik o noktaya takılmayın, büyük resme bakın!) Onların sizin yaşlarınızdayken olduğu noktaya varmak, 10 yıllık planlarınız içerisinde bile kendine pek yer edinememişse, bu yazıda bazı ortak dertlerde buluşacağız demektir.

"
"