(Sadece bir spoiler içerir, ondan da biz sorumlu değiliz!)
Geçtiğimiz hafta Kanadalı dijital medya platformu Vice, Game of Thrones’un sekizinci ve son sezonunun yayınlanmaya başlaması vesilesiyle, takipçileriyle yaptığı birkaç minik röportajı paylaştı. ‘‘Genel’’in dışına çıkmayı seven Vice, neredeyse her bölümü izlenme rekorları kıran bu popüler diziyi sevenlerle değil, sevmeyenlerle ve üstelik biteceği için sevinenlerle yollarını kesiştirmişti bu sefer. Yeni bölümlerinin yayınlandığı dönemlerde, günlük muhabbetlerin tam orta yerine yerleşiveren Game of Thrones’u önce bir edebiyat eseri, sonra da bir dizi olarak konusu, türü, hikâyesi ve daha pek çok nedenden ötürü sevmeyebilirsiniz elbette ama Vice’ın topladığı cevaplar, Game of Thrones’un bir edebiyat eseri veya dizi olmanın çok daha ötesinde bir şeye, bir tür sosyal fenomene dönüştüğünü kanıtlıyordu.
‘‘Neyse ki bu sıkıcı insanların hepsi kafayı takacak yeni bir şey bulacaklar artık’’ diyordu biri, röportajındaki cevabında; diziyi izleyenlere tepkili, neredeyse sosyolojik bir bakış açısıyla. Bir başkası ise ‘‘Etrafımdakilerin bir sonraki bölümlerle ilgili teorilerini dinliyormuş gibi yapmayı bırakabilirim artık’’ diye seviniyordu. Üzerinde dizi konusunda bir tür sosyal baskı hissettiği kesin! Röportajda yok ama bir de benim gibi, dizinin yeni bölümlerinde neler olduğunu duyup görmemek için çetin bir mücadeleye girişenler var. (Dizi her pazar, Türkiye saatiyle sabaha karşı yayınlanıyor; haliyle yurt dışındaki haber sitelerinden veya erkenden uyanıp izleyenlerden uzak durmak gerekiyor, kimin ağzından ne kaçıracağını bilemezsiniz çünkü.)
Ana akım medya Game of Thrones’u böylesine sevgiyle kucaklarken, neredeyse imkânsız bir mücadele benimkisi; hatta bir tür fobiye bile dönüşmüş olabilir benim açımdan, her an bir köşeden spoiler çıkacak diye korku içinde yaşadığım için… (Belki de abartılı sanıyorsunuz ama bir bilseniz!..)
Çağımızın belası ‘‘spoiler’’
İngilizcede ‘‘berbat etmek’’ anlamına gelen ‘‘spoil’’ sözcüğünden türetilmiş ve internet aleminde yaygınlaşmış bir sözcük ‘‘spoiler’’. Film, dizi ya da kitap gibi kurgu eserlerin hikâyelerinden önemli detayları açığa vuran, haliyle bu hikâyelerde neler olduğunu daha okuyup izlemeden öğrendiğiniz için alacağınız tüm keyfi berbat eden ‘‘bilgi’’lere spoiler deniyor. Hem artık dizilerin yaygınlaşmasıyla birlikte Türkçede de sıkça kullanılıyor; ‘‘vermek’’, ‘‘yemek’’, ‘‘duymak’’ gibi fiiller eşliğinde. ‘‘Sakın spoiler verme’’, ‘‘çok fena bir spoiler yedim’’, ‘‘maalesef bir spoiler duydum’’… Herkesin spoiler’ı karşılama şekli farklı tabii.
Spoiler’larla ilgili en büyük sınav ise henüz herkesin akıllı telefonu olmasa da sosyal medyanın gelip geçici olmadığının artık kritik bir şekilde anlaşıldığı bir dönemde, 2011 yılında ekranlarda yerini alan Game of Thrones’la başladı. Tabii yanlış anlaşılmasın, sosyal medyayı suçlamıyorum. Daha ilk sezonunda, hiç beklenmedik bir anda en kallavi karakterini hikâye dışı eden bu dizinin ezber bozan hikâyesinde sular hiç durulmadığı ve sonrasında da sevilen veya aşırı nefret edilen pek çok karakter akıl almaz şekillerde öldüğü için, muhabbete meraklı sosyal medya da buna kayıtsız kalamıyor, her an önünüze bir spoiler çıkarıveriyor. Hatta haber siteleri de bu konuda oldukça ‘‘iddialı’’. Çok sevilen bir karakterin ölümünü başlığa taşıyarak haber çıkan bir haber sitesi okuyucuları tarafından fena topa tutulmuştu mesela. Şimdilerde kimse o hataya düşmüyor, ama tıklama garantili ikircikli başlıklar hâlâ birer spoiler tehlikesi taşıyor.
En beklenmedik spoiler’lardan biri ise Gezi zamanı bir sokakta çıkıvermişti bazılarının karşısına. 2 Haziran 2013’te dizinin The Rains of Castamere adlı en meşhur bölümlerinden biri yayınlanmıştı. ‘‘Pek çok karakter akıl almaz şekillerde ölüyor’’ demiştim ya, işte olaylar bu bölümde iyice zirveye çıkıyor. Yarattığı şok dalgası, aslında duvar ve sokak yazılarında ne kadar komik bir dehaya sahip olduğumuzu anladığımız Gezi’ye de ulaşmıştı ve kızmaktan çok gülerek baktığımız şu spoilerı yaratmıştı.
Bizim kuşağın bu ülkede gördüğü en büyük toplumsal harekette bile kendine yer açacak bir gücü vardı, Game of Thrones’un. Ve bu giderek daha artacaktı ilerleyen yıllarda.
Taraftar coşkusu
Bilindiği üzere dizi, Amerikalı yazar George R. R. Martin’in 1996’da ilk kitabını yayınladığı A Song of Ice and Fire adlı serisinden uyarlanıyor. Serinin son kitabı 2011’de yayınlanmıştı. Martin, sonrasında ciddi bir yazar tıkanması yaşadığı için, seriyi tamamlayacak son iki kitap henüz yazılmadı ama dizideki hikâye çoktan kitaplardaki hikayeyi geçti; yani artık izlediklerimiz hiçbir kitapta yok. Dizide, kitaplardan sonra olanlar yine George R. R. Martin’in danışmanlığında olsa da HBO yapımcılarının ve senaristlerin elinde. O yüzden spoilerlar son iki sezondur daha da heyecan söndürücü. Neticede, Gezi’de sokağa yazılanları ya da haber sitelerine büyük puntolarla verilen karakter ölümlerini kitapları okumuş olanlar önceden biliyordu; zaten sayfa sayfa yazılmışlardı. Yazının başında, Vice röportajında bahsi geçen bir sonraki bölümlere dair teoriler de başvuracak kitaplar olmadığı için ortaya çıkıyor.
Kitaplarında ‘‘iyi’’ ile ‘‘kötü’’ arasında keskin bir çizgi çekiyor George R. R. Martin. ‘‘İyi’’ dediklerimiz, kötülerle olan talihsizce karşılaşmalarının sonucunda törpülenerek onların metotlarını kapsalar da… Yine de bunlar olurken hiçbirinden nefret etmiyoruz çünkü çıkış noktalarını biliyoruz ve bir şekilde içselleştiriyoruz; vicdan muhasebelerine ters düşecek pek bir adım atmıyorlar hem. Kötüler ise su katılmamış zalimlikler sergiliyorlar. Neyi neden yaptıklarını garip bir empatiyle anlayabilsek de kalbimiz onlardan yana atmıyor. Hikaye de iyi ve kötünün bu çarpışması üzerinden ilerliyor aslında en basit özetle. Bu da izleyicinin taraf tutmasını kolaylaştırıyor. Hayatta kalmasını, zafere ulaşmasını istediklerimiz hep iyiler oluyor. Kötülerin alaşağı edildiği anlarda ise epik bir coşkuyla seviniyoruz. Bu sanki artık bizim davamızmış gibi…
Başta spoiler’lar ve teoriler olmak üzere dizi etrafında gelişen muhabbetlere böylesine keskin hatlı tepkilerin oluşması biraz da dizinin sekiz sene boyunca pekiştirdiği taraftarlık hislerinden kaynaklanıyor. İyinin mücadelesinin peşinde izleyici tek yürek olmuşken çok koyu coşkular yaşanıyor çünkü. Ben bizzat tezahüratlar atarak izleyenleri gördüm. Ya da o malum ölümlerden veya iyilerin büyük yenilgilerinden sonra ertesi günü yas tutarak geçirenleri…
Karl Marx’ın ‘‘Din halkın afyonudur’’ sözü zamanla futbol için de uyarlanmıştı. Dizinin bir izleyicisi olarak kendi deneyimlerimden yola çıkıyorum (evet itiraf edeyim, tezahüratlarla izleyen bendim) ve dizi hakkında memleket meseleleriymiş gibi ciddiyetle girişilen muhabbetleri, spoiler’lar yüzünden biten dostlukları, dizinin izleyeni o an olup biten her şeyden soyutlayan etkisini düşünerek şunu sık sık aklımdan geçiriyorum: Game of Thrones halkların afyonu oldu mu sahiden?
Ama belki de durum o kadar kötü değildir; sonunda iyinin kazanabilmesi ihtimali bile bazı özlemlerimizi gideriyordur. Kurgu alemlere yansıtacağımız kadar büyük umutlarımız var neticede.