03 Mayıs 2019

Yüksek Seçim Kurulu'nu etkilemekten kaçınalım

"Kütükler kesinleştikten sonra itiraz yapılamaz"

31 Mart seçimlerinin üzerinden bir aydan çok zaman geçti. Ama tartışma bitmedi. İtirazlar var. YSK, bu itirazlar konusunda son sözünü söylemedi.

YSK, Yargıtay ve Danıştay üyelerinden, yani yargıçlardan oluşmuş bir kurul; bir tür kendine özgü yargı organıdır. Çünkü yasamadan, yürütmeden, kamuoyundan, sokaktan, basından bağımsız; kendi inançlarından ve dünya görüşlerinden uzak yargıçlardan oluşmuştur.

Temel kural ise bellidir: Bir yargı organının, yargıçlardan oluşmuş kurumların, kurulların önüne gelen konularda bir görüş belirtilmesi; yargı organını, yargıçları etki altına almaya yönelik söylemlerde bulunulması, hukuk ve adalet bilincine ulaşmış bir toplumda etiğe aykırıdır.

Ancak gelin görün ki, hukukçu olsun ya da olmasın, seçimden bu yana her boydan insan, YSK’nın önüne gelen konularda görüş bildirmekte. Aziz Nesin, “Türkiye’de her üç kişiden beşi ozandır” derdi. Günümüzde de deyiş yerindeyse, şu anda “Türkiye’de de her üç kişiden beş kişi hukukçu kesilmiştir.”

Oysa bu konuda yapılacakları yazılı hukuk ve YSK’nın önceki kararları belli etmiştir.

Her şeyden önce şu nokta iyi bilinmeli ve özümsenmelidir: “Seçim etkinliği”, bir “süreç”tir. Toprağa düşen tohum örneğinde görüldüğü üzere her süreç gibi, doğar, bir süre yaşayarak meyvesini verir, bu meyve ömrünün tamamlayınca yeni bir fidana dönüşmek üzere toprağa düşer; böylece doğal evrimiyle süreç biter. Meyve toprağa düşmeden önce dalından koparılırsa süreç doğal evriminin dışında sona ermiş olur. Dolayısıyla dokunulmamak gereken bu doğal evrimin içinde ilerleyen süreçte geriye dönüş yoktur. Olamaz da. Çünkü “aynı akarsuda iki kez yıkanılmaz."

Seçim de böyledir. Önce seçim karar verilince doğar, oylama günü belli olur. Daha sonra da YSK bu süreci bir takvime bağlar. Takvime göre yürüyen seçimin kesin sonuçlarını YSK duyurduğu anda süreç son bulur.

Seçimle ilgili bu süreçte de geriye dönüş yoktur. Nitekim YSK’nın kararları da bu yöndedir. Sözgelimi, sandık kurullarının oluşum biçimiyle ilgili olarak verdiği son kararı şöyledir: “Sandık Kurullarının teşkiline dair itirazlar 2 Mart tarihinde kesin olarak karara bağlanmış olması nedeniyle tam kanunsuzluk iddiasına ilişkin talebin reddine…” (Karar n. 3469)

Üç yüz binden çok hükümlü, kısıtlı, ölü seçmenin oy kullanması konusuna gelince, her şeyden önce bu durumların somut kanıtlarının YSK’ya ulaşması zorunludur. Bir hükümlülük kararı bulunanlar, cezalarını çektikleri sırada “güvenlik önlemi” olarak “seçme hakkı”nı kullanamazlar. Ancak cezalarını çekip bitirdiklerinde oy kullanabilirler  (5237 sayılı Türk Ceza Yasası, m. 53/1-b, 2). YSK da aynı doğrultuda karar vermiştir: “Kasten işlenmiş bir suçtan hükümlü ve kısıtlı olanlar sadece ceza evinde bulundukları sırada oy kullanamazlar, tahliye edilmişlerse oy kullanırlar.” (Karar n. 1133). Hükümlülerin seçim sırasında cezalarını çekip bitirmediklerinin belirlenmesi için ise adli sicil kayıtlarının YSK’nın önüne getirilmesi gerekir.

Akıl hastası ve ölü seçmenler konusuna gelince, kısıtlanıp kendisine “vasî” atanmış olan akıl hastalarıyla ilgili mahkeme kararları ile ölüm olayını belirleyen nüfus kayıtlarının da YSK’nın önüne getirilmesi gerekir.

“Somut kanıt”tan amaçlanan, beş duyu ile algılanan yukarıdaki belgelerdir. Soyut savlar, soyut boş sözler değil.   

Yineleyelim. Bunların zamanında YSK’nın önüne getirilmesi gerekir. O zaman ise, seçmen kütüklerinin askıya çıktığı dönemdir. Kütükler kesinleştikten sonra itiraz yapılamaz (Karar n. 3119). Çünkü süreçten geriye dönülemez.

“Engelli”ler konusuna gelince. Bu yadırganası itiraza diyecek çok şey yoktur. Çünkü engelli olmak, seçmen olmaya ve oy kullanmaya kesinlikle engel değildir. Tam tersine bu konuda yazılı hukuka göre devlete bir yükümlülük de yüklemektedir: “Özürlü (engelli) seçmenlerin oylarını rahatlıkla kullanabilmeleri için gerekli önlemleri almak” (1961/298 sayılı Yasa, m. 74). 

Yazarın Diğer Yazıları

Depremin düşündürdükleri ve sorumlulara çağrı

Sayın Erdoğan ve arkadaşına çağrımız şudur: Önce düşünme yetisini karartan öfkelerini dizginlesinler. Sonra da kendilerine karşı dava açma hakları doğan insanlarımızdan özür dilesinler ve sövgülerini çöp sepetine atarak bundan böyle kendilerini eleştirenlere ellerini dostça uzatıp, uygarca teşekkür etsinler. Ve en önemlisi de ülkemizde iç barışı sağlasınlar.

Anayasa yargı(lama)sı üzerine*

Her şeyden önce anayasa yargı(lama)sını ulusal iradeye ve demokrasiye aykırı görmek çok yanlıştır. Anayasa Mahkemesinin norm denetimi yerine yerindelik denetimi yapması ise elbette hukuksal bir yanılgıdır. Yasama organının Anayasa Mahkemesi kararına uymaması ya da uyar görünüp gerçekte onu dolanması ise, ağır ve bağışlanamaz bir yanılgıdır; kendini aldatmadır

Düşünce özgürlüğü, dil ve ötesi

Türk insanı “dil bilinci”ni kazanmak, ana diliyle düşünmek, konuşmak ve yazmak zorundadır. Eğer dilimizde yeterince düşündüren ana dili kökenli sözcük, özellikle de bilimsel kavram, terim yoksa bilim ve felsefe yapmak olanaksızıdır