09 Mayıs 2021

Bu bir ev değil

Yağmur yavaşladı, asfalt ıslak; hava nemli, serin ve dingin. Birbirine yapışık iki ev. Biri ötekinden daha albenili, işte o Magrittelerin evi değil

Gördüğümüz her şey başka bir şeyi gizliyor.[i]
Bilgiyi aydınlatan gizemdir.[ii]
Magritte

- Çınar sence bu ne?

- Bilmem.

- Gerçekten bunun ne olduğunu bilmiyor musun?

- Bir müzik aleti mi?

Meğerse Çınar hayatında hiç pipo görmemiş. Gerçeküstücü ressam Magritte'in[iii], bir pipoyu gerçeğine epey yakın şekilde resmedip altına "Bu bir pipo değildir." yazdığı tablosu; belli ki "biliyor olmak" varsayımı üzerine inşa edilmiş.

Varsayım bile değil, ön kabul; hatta bunları büyük olasılıkla düşünmemiştir Magritte. Eminim bu konuşmayı duysa hoşuna giderdi. Bir şey anlatmak istediğimizde ona o kadar konsantre oluruz ki, dışında kalan birçok şeyi ruhumuz duymaz… 

Zannediyordum ki, kendisine tabloyu gösterdiğimde Çınar bana, "Baba bu bir pipo." diyecek. Ben de "Aaaa olur mu hiç, bu bir pipo değil, piponun resmi." diye yanıtı yapıştıracağım; tatlı tatlı çekişeceğiz aramızda. Oysa ikimiz de şaşkın şaşkın bakıyoruz birbirimize. Tabii piponun ne olduğunu anlatmak, tütünün zararlarından bahsetmek durumunda kalıyorum. Sahi pipo, ne de çok benziyor bir müzik aletinin gövdesine.

Esseghem Sokağı 135

Magritte'in daha çok "Bu bir pipo değil."[iv] diye hatırlanan, asıl adı "İmgelerin İhaneti"[v] olan tablosunun beni getirdiği adres Esseghem Sokağı 135 numara. Hazır mısın Brüksel'e gitmeye. René'nin evini ziyaret edeceğiz bugün. Yok, ölülere sökmüyor Korona, sonsuzluğa intikal edenler her daim evlerinde ikamet ediyorlar. Başka zaman olsa, "Bu müze evler insana hüzün veriyor, bir zamanlar orada kanlı canlı insanların yaşadıklarını hatırladıkça." diyebilirdin. Şimdi öyle mi, hepimizin evlerimize tıkıldığı, müzelerin kâh açık kâh kapalı olduğu bugünlerde, sokaklarda sadece hayaletler cirit atıyor…


Altın Geçit Töreni – Kahire 3 Nisan 2021

Sırf hayaletler mi? Geçtiğimiz günlerde mumyalar da onlara katılıp sokaklara döküldüler. Dört kraliçe ve on sekiz kral mumyası, canlı yayında, özel süspansiyonlu ve iklimlendirilmiş araçlarında, Kahire'deki eski müzeden yeni Mısır Medeniyetleri Ulusal Müzesi'ne kansız cansız nakledildi. Nil Nehri üzerinde zamanında firavunları taşımış olan saltanat kayıklarına benzetilerek tasarlanan araçlar, Arap Baharı'nın meşhur Tahrir Meydanı'ndan çıkıp, Mısır Başkanı Abdel-Fattah el-Sisi'nin kollarına kavuştu. Bir tarafta yirmi iki firavunun konvoyu, diğer yanda yalnız başına yirmi iki firavun gücündeymişçesine Bay Sisi. Beyefendi, anlam yüklü uzuuun koridorda attığı her adımda Tahrir ve Arap Baharı'ndan uzaklaşıp, firavunlara yaklaştı. Oysa biz bunu mu hayal etmiştik! Sahi biz ne hayal etmiştik? Bir şey hayal etmiş miydik biz?


Jacques Louis David'in Madame Récamier tablosuna ithafen – 1949

Çınar'ın o gece geç yatmasına bile izin vermiştim, töreni birlikte izlemek için. Ne büyük heyecan, ne kocaman hezeyan! Dünyanın gelmiş geçmiş en şaşaalı medeniyetinin imparatoriçe ve imparatordan öte, tanrılarla tanrıçalarla özdeşleşmiş ölümsüz yöneticileri; kırk dakikalığına da olsa, hayata tekrar böylesi bir gecede teğet geçeceklerini hayal edebilirler miydi? İzledikçe ağırlaştım. Disney karakterlerinin üzerime üzerime geldiği bir kabus; sahte ve ağır eğlence kokusu. Oysa ölüm kutsaldır, sonsuz huzur dolu bir uyku olması beklenir. Nur içinde dinlenmelerini istemez miyiz sevdiklerimizin? Bilim ve arkeolojiye duyduğumuz saygıyı, ölülerden neden esirgiyoruz? Bize bu hakkı kim veriyor!

Törende, kadın ve erkekler arasındaki iş bölümü de ilginçti. Gecenin eğlendirici kısmında tek bir erkek şarkı söylemezken, gecenin bilgilendirici kısmında tek bir kadın sunum yapmadı. Laik bayanlarla, bilge adamlar defilesi… Propaganda soslu belgeselimizi sunan beyefendi, bizi Eski Mısır'dan, Museviliğe, Hristiyanlıktan Müslümanlığa taşıyıp; namazını restorasyonu yeni tamamlanmış bir camide kıldıktan sonra, bayrak yarışında batonu Sisi'ye teslim etti. Mısır devlet başkanı, binyılların bütün inanç sistemlerinin bir potada geviş getirildiği geçit töreninde finiş çizgisine yalnız başına ulaştı. Ya geride bıraktıkları? 

Bir iki göndermenin dışında, töreni bırakın eleştirmeyi, derinlemesine değerlendiren neredeyse hiç yazı bulamadım internette. Bir tanesi hariç.[vi] Yazıda paylaşılan tivitlerden birinde; sayıları altmış bini bulan siyasi tutuklunun Kahire sokaklarında özgürce yürüdüğü Mısır medeniyeti ile mumyaları can çekişen kısır medeniyeti arasındaki uçurumdan söz ediliyordu. Başka bir tivitte ise İran Şahı'nın yetmişli yıllarda Pers İmparatorluğu'nun iki bin beş yüzüncü yaşını kutladığı o müsrif merasimden dem vuruluyordu. Korona'nın en çok fakirleri etkilediği bir dönemde, halkı açlıkla savaş veren yöneticilerin, sırtlarını bitmiş gitmiş imparatorluklara dayamaları, hayaletleri bugüne yeğlemeleri sence de çok sefil bir durum değil mi? 

Çınar geçit törenini çok sevdi. Ben de hevesini kırmak istemedim. Yıllar önce abisi Umut da, kocaman fayansları ile daha çok büyük bir umumi tuvaleti andıran Kuğulu Park alt geçidini çok sevmişti. Ona da saygı ile yaklaşmıştık. Millete sormadan, milletin parası ile mega törenlere, projelere imza atan; bunu da altın varaklı koltuklarının üzerine tüneyip, imparatorlukların arkasına sığınarak yapan devlet liderlerinin orta(k) çağı kapanmamış anlaşılan. 

… tüm bu gizemli evren soğuktur. Öbür dünyanın boşluğunda sıcaklık hissetmiyorum. Kaldı ki, benim maddeye dönüştürmeye çalıştığım hissi olmayandır. Ve bu hissiz olan sadece soğuk olabilir.[vii]


Les Amants / Aşıklar – 1928

24 Şubat 1912. Magritte on dört, erkek kardeşleri Raymond ve Paul sırasıyla on iki ve on yaşındalar. Anneleri Régina Bertinchamp, uzun süredir eve sığamıyor, hayata da… Gece yarısı gizlice kaçıp sırra kadem basıyor. Baba Léopold'un, eşini her gece yatak odasına kilitlemesi hayatını kurtarmaya yetmiyor. Bir gecelik unutkanlık. Kendisini bir köprüden atarak intihar eden annesinin imgesi, yıllarca Magritte'in tablolarını ziyaret ederek yaşamaya devam edecek. On beş gün boyunca nehirde sürüklenen bedeninden sıyrılan geceliği yüzünü kapatacak. Ve Magritte, gerçekler ve imgeleri arasında savrulayazacak.

Hani derler ya "Bir kapı kapanır, başka bir kapı açılır." diye... Annesinin ölümünden bir yıl sonra tanışıp daha sonra bağlantıyı kaybedeceği küçük kız ile 22 yaşında Brüksel'de yine karşılaşacak. Kader ağlarını örmüş. René iki yıl sonra evleneceği Georgette ile bir ömür geçirecek.

Tereddüt ediyor, adeta ölümsüz olduğunu zannediyordu; bu nedenle, kendisi de orada ve onlara bakarken, "insanları halılarının üzerinde yürürken" gözünde canlandıramıyordu.[viii]

Diyor René Magritte Müzesi'nin kurucusu André Garitte, Georgette için. Georgette, René'den sonra neredeyse yirmi yıl daha yaşıyor. André, Magritte hayranı; Georgette'i tanıştıkları 1983 yılından itibaren Magrittelerin yaşadıkları son evi -ki Georgette o sırada orada yaşıyor- bir müzeye dönüştürmeye ikna etmeye çalışıp, başarılı olamıyor. 

Böyle bir müze kurmaya olan ilgi, Georgette'in yakın çevresi (biraz "herkes kendi başının çaresine baksın" tarzında) ve yetkililer açısından neredeyse sıfırdı. Proje hiçbir yere varmadı. Bu bana sanki hayatımın en büyük başarısızlığı gibi göründü.[ix]


Magrittelerin yaşadıkları apartmanın planı

Dese de, Garitte asıl amacından asla vazgeçmiyor. 1992 yılında farkına varıyor ki, çiftin 1930-1954 yılları arasında, hayatlarında en uzun süre yaşadıkları bir önceki evleri hala ayakta. 

Magritte, eserlerinin neredeyse yarısını burada üretmiş. Brüksel'in Jette mahallesinde yer alan bu ev, dönemin Belçikalı gerçeküstücü sanatçılarının üssü olmuş aynı zamanda. Alışılagelmiş fikirlerin tepetaklak edildiği bir mekân burası. Magritte, Paris'teki gerçeküstücüdaşlarının aksine, kafelerde gezmeyi pek sevmiyor, evcimen. Georgette ile birlikte, arkadaşlarını her hafta sonu kendi evlerinde ağırlamayı tercih ediyorlar. Gözünde sakın sıkıcı entelektüel sohbetler canlanmasın. Çocuklar gibi oyunlar oynuyorlar, maskeler takıyor, Magritte'in tablolarını canlandırıyor, tablolara isimler buluyor; kısacası güzel vakit geçiriyorlar. Yine de yakınları Magritte'in derinlerdeki hüznünü hep gözlerinden okuyacaklar. 

İş seyahatindeyim. Vaktim kısıtlı. Brüksel'den Paris'e giden otobüse yetişmek için birkaç saatim var. Dışarıda deli gibi yağmur. Taksiye atladım, ancak yetişirim. Acaba dönüşte araç bulabilir miyim? Neyse ki trafik yok. Ev şehir merkezinin kuzey batısında, azıcık kıyıda. Tunuslu şoförüm aile şeceresi tamamlandığında, arabayı yavaşlatıp park ediyor. Osmanlı'nın dört bir yanından göçüp Anadolu'ya yerleşen, ancak bir tek Kuzey Afrika ile bağlantısı olmayan aileme rağmen, akraba çıkmamıza ramak kalmıştı oysaki.

Yağmur yavaşladı, asfalt ıslak; hava nemli, serin ve dingin. Birbirine yapışık iki ev. Biri ötekinden daha albenili, işte o Magrittelerin evi değil. Durumları yıllar içinde düzelen çift, son yıllarını geçirmek için daha zengin bir mahalleye taşınmıyorlar tevekkeli. Üç katlı binayı görünce sanma ki, hepsi Magritte çiftinin, hayır, sadece giriş katında yaşıyorlar, az bir metrekare burası.


Le Monde Invisible / Görünmez Dünya – 1954

Tipik yoksul sanatçı hikayesi; hayatını sanatıyla idame ettiremediği için başka işler yapmak zorunda kalan… Sıkıntılı bir hayat. Kıskançlıklar, çekememeler, değerini bilememeler, reddetmeler… Sürrealizmin ağa babası çakal André Breton, bir ara Paris'te yaşayan René'yi gruplarına alır gibi yapıp ters köşe vuruyor. Yahu çocuk musun? Sanatçılar bazen, yok yok sık sık yanar döner olabiliyor. Kaypak demiyorum, gelgitli diyelim hadi. Yıllar sonra pişman oluyor ama iş işten geçmiş, Magritte parasızlığa dayanamayıp çoktaaan Brüksel'e dönmüş.

Büyüdüğüm bütün evler duvar kâğıdı ile kaplıydı. Hep bunları kim çizer diye sorardım kendi kendime. Hatta bir tanesi vardı ki, böyle minik minik uçuk renkli çiçekli; gözlerimi şaşı yapıp bakınca üç boyutlu olurdu, kendimi içinde gezerken bulurdum. Meğerse René'ymiş o tasarımcılardan biri, kariyerinin başında bir duvar kâğıdı fabrikasında çalışmış. Uzun süre tutunamamış orada, sıkılıp bırakmış. Gelirini, yaptığı tasarımlardan elde ediyor uzun süre. Filmler, oyunlar, dükkanlar için afişler ve daha neler neler. Paris dönüşü yerleştiği Jette'deki evlerinin arka bahçesinde, hayatı boyunca hiç ayrılmayacağı küçük kardeşi Paul ile Dongo adında bir tasarım atölyesi kuruyorlar. Varlıklı babası vefat ettikten sonra zorlanmaya başlıyorlar. Georgette ablasının dükkanında çalışıyor, René de grafikerlikten para kazanıyor. 

Magritte, hem coğrafi hem de ilerleyen yıllarda yönetsel olarak Batı Avrupa'nın merkezi olan Brüksel'de ikamet ediyordu. Normal bir zamanda yaşıyor olsa, Avrupa'daki birçok müzeye kolaylıkla ulaşabilir ve dünyanın her tarafından gelen orijinal eserleri çıplak gözle görebilirdi. Aldığı güzel sanatlar eğitimi birinci dünya savaşına denk düşmüştü, kısacası eserlerin röprodüksiyonları ile idare etmek zorunda kaldı. Gerçek (orijinal) ve imge (reprodüksiyon) sorgulamasında bu durumun etkisi olduğu aşikâr. Poster, broşür ve duvar kâğıdı gibi grafik çizimleri "gerzek işler"[x] diye tanımlasa da, sanatsal işlerinde bu izleri hep göreceğiz.

Norine Modaevi için afiş tasarımı

…Magritte anlamıştı ki; ne kübizm, ne fütürizm ne de soyut sanat ona o ana dek "dünyanın gerçekliğini tezahür ettirme" izni vermemişti…

…Bir süredir ona ilham kaynağı olan pek çok tecrübe ve çeşitli sanatsal eğilimlere karşın, Magritte ürettiği eserlerden memnun değildi. Giorgio de Chirico'nun Aşk Şarkısı tablosunu[xi] 1923'te keşfettiğinde, estetiğin kendisi için aksesuar olmaktan öteye gitmediğinin ve aslolanın fikir olduğunun farkına vardı. 1925'ten itibaren bu yeni araştırma yoluna girdi…

1926 yılında yaptığı Kayıp Jokey tablosu, ilk sürrealist eseri olarak kabul edilir. Nesne, böylece Magritçi "mimarinin" kilit taşı haline gelir…[xii] 

René, çok küçük yaşlarda resim yapmaya başlamış, sonrasında da sanat eğitimi almıştı. Dolayısıyla istediği tarzda ve teknikte resim üretme kapasitesine sahipti. "Floransa'da Uffizi Müzesi'ni gördüm, fena değil, ancak kartpostallarında daha iyi görünüyor."[xiii] cümlesini kurabilecek kadar ileri gidebiliyordu. Eleştirdiği grafik görünüm değil, işlerin içeriği ve düşünsel derinliği olsa gerek.

Hadi gel evi gezmeye başlayalım. Öyle zili çalıp içeri girmek yok, çünkü evin girişi yine bir müze olan yandaki binadan. André Garitte'in hayalleri Magritte ile sınırlı kalmamış, Belçika'daki ilk, dünyadaki dördüncü Soyut Sanat Müzesi'ni kurmuş. Magritte'in sanat hayatına soyut ve kübik eserler vererek başladığını söylemiştim. Bir anlamda bu müze, hem sanat yaşamı hem de evinin proloğu gibi. Ancak, Soyut Sanat Müzesi'ni gezdikten sonra üst katlardaki bir ara bağlantıdan evin kendisine geçebiliyorsun. Magritteler evin sadece giriş katında yaşamışlar. René, tablolarını depolamak için tavan arasını kullanmış. Evin kendisi, parçaları ve evdeki nesneler René için hayat boyu modeli olacak eşinin yanı sıra, model görevi görmüşler. Pencereler, şömine, tavan arası, kapı kulpları hep tablolarında yer alacak. İşte bu nedenle evi gezerken, bir anlamda Magritte tablolarına sanal tur yapıyormuş hissine kapılıyorsun.


La lecture défendue / Yasaklı okuma- 1936


Evin çatı arası

Ev turumuza tavan arasından başlayalım. "La lecture défendue[xiv]– 1936" adlı eseri tavan arasının görünümünü andırmıyor mu sence de? Tablonun kendisinde yer almayan, merdivenin sonundaki küçük pencere, Brüksel'in Eyfel Kulesi sayılabilecek Atomium'una bakıyor. İlginçtir, soyut sanatın içinden geçilmeden ulaşılamayan bu görüntü, yani Atomium, içinde insanların gezebildiği soyut tarzda inşa edilmiş bir mimari eser. 1958 Dünya Fuarı için tasarlanan bu yapı, her ne kadar Magritte çiftinin evlerinden taşındıkları 1954 yılında henüz inşa edilmemiş olsa da bize o döneme ilişkin hayaller kurdurabiliyor. "La Durée poignardée – 1938"[xv] tablosuna baktığında evdeki herhangi bir şömineyi görmüş gibi oluyorsun.

Bu yazıyı tam bir yıl önce yazmaya başlamışım. Genelde bir yazıya başlayınca kısa sürede bitiriyorum. Ancak Magritte ipin ucunu kaybettiriyor insana, üzerine okudukça okuyor, bambaşka dünyalara dalıyorsun. E tabii bir de internet çukuru var ve ondan derini yok. Sadece metinler değil bir sürü görsel ve ilginç video. Ardıllarını Magritte kadar etkileyen başka bir sanatçı var mıdır? "La reproduction interdite – 1937"[xvi] tablosunda hem kendisi hem de aynadaki yansıması sırttan görünen kişi olan Edward James, Salvador Dali'yi ünlü, bir süre de Magritte'e hamilik yapan milyarder bir şair. Yönetmen Anita Thacher'ın "Homage to Magritte"[xvii] adlı filminde Magritte'in aynı tablosunun etkisi yadsınamayacak kadar açık. Peki ya Pink Floyd, The Cranberries gibi birçok grubun albüm kapaklarına ne demeli. Storm Thorgerson, Magritte'in üzerindeki etkisini hiç gizlemiyor.[xviii] Annesi küçükken onu Magritte ve birçok sanatçının sergisine götürürmüş. The Amplefetes grubunun albüm kapağı bu duruma çok iyi bir örnek.[xix] 

Edward James'e geri dönecek olursak, kendisi Meksika dağlarında subtropikal bir ormanın içerisinde Las Pozas adında -havuzlar anlamına gelen- sürrealist bir bahçe yaptırmaya karar veriyor, işte bu bahçeye kaynak sağlamak için satıyor "La reproduction interdite"i. Bir gün o bahçede gezmeyi ne çok isterim. Olağanüstü bir doğanın içinde heykelimsi sürreel yapılar.

Burada, Lucy Fischer'in Magritte'in dünya sineması üzerindeki etkisini anlattığı, Cinemagritte[xx] adlı kitabını anmadan geçemeyeceğim. Öyle güzel bir giriş bölümü var ki, Magritte ile ilk karşılaşmasını anlattığı.

René Magritte'nin çalışmalarına olan hayranlığım uzun süre önce başladı. 1970'lerde New York'daki Modern Sanat Müzesi'nin (MoMA) film bölümünde çalıştım ve maaşımın çoğunu MoMA mağazasında harcadım. Oradan satın aldığım ilk şeyler (ve sahip olduğum ilk çerçeveli baskı) arasında, müzenin galerilerinden birinin duvarında asılı -kocaman bir gözün görüntüsü - olan (ki kitabımın kapağında da kullandım) Magritte'nin The False Mirror[xxi] (1929) adlı eseri yer alıyordu. O zamanlar bu benim için ciddi bir müsriflikti. Hemen ev ofisimdeki çalışma masamın duvarına yerleştirdim.

Bir sanat eserine, yani bizzat otantik, yani sahte ya da reprodüksiyon olmayan bir eserin kendisine sahip olmak ne demektir? Eserin orijinaline, maddeleşmiş haline sahip olmak mı demektir?


Musée Magritte'in içinde yer aldığı Belçika Güzel Sanatlar Kraliyet Müzesi'nin dışı bir Magritte sergisi için giydirilmiş.

Seninle bugün evden dönüştürülen Le Musée René Magritte'i[xxii] geziyoruz, ancak Brüksel'de Belçika Güzel Sanatlar Kraliyet Müzesi içinde yer alan Musée Magritte[xxiii] adında bir müze daha var. İşte o müze, öğrencilerine müzeyi gezdirmek isteyen rehber öğretmenler için "Pedogojik Dosya"[xxiv] adında, resimler ve metinlerden oluşan 35 sayfalık muhteşem bir kitapçık hazırlamış. Büyülendim. Sürrealizm'den başlıyor, önemli kavramları, Magritte'in resminin farklı dönemlerini, eserlerine nasıl isim verdiğini, vs… tek tek anlatıyor. Hiç sıkmadan! Ancak bir bölüm var ki, rehber öğretmen (bu bir kadın bu arada) öğrencilerine teatral bir kurgu içinde, Magritte'in gerçek ve imgeye yaklaşım felsefesini açıklıyor. Monolog ve tek taraflı değil, gerçek bir diyalog. İçimden "Bu iş mumyaları sokaklarda gezdirmekle olmuyor beyim." diye haykırmak geliyor. Öyle büyük ikilem ki. Yüz binlerce tarihi eseri ülkemizden göz göre göre çalıp kendi müzelerinde sergileyen bu ülkelere hem kızıyor hem de bu eserleri sadece sergilemeyip kültürleriyle nasıl kardıklarını gördükçe imreniyorum.

Müzenin, Pieter Bruegel tablolarının sergilendiği salonundayım. Bunca Bruegel'i bir arada ilk defa görmenin heyecanıyla dolup taşıyorum. Bir grup çocuk yere oturmuş, bir kısmı da uzanmış. Kimse "Kalk evladım üşüteceksiniz!" ya da "Üzeriniz kirlenecek." demiyor. Biri kadın diğeri erkek iki rehber öğretmen, farklı etnik gruplardan gelen küçük çocukları tablo içerisinde gezdiriyorlar. Soru cevap gırla gidiyor. Gülüp eğleniyorlar, mutlular, farkına varmadan öğreniyor, zenginleşiyorlar. Afrika'da, zamanının en büyük katliamlarını yapmış ve kendi içinde hala ciddi çekişmeler yaşayan bu eski krallığın çocukları bugün bambaşka bir ruh hali içinde bir arada yaşama çabası gösteriyor. Yürümeleri gereken çok yol var, ya bizim?

Bir sanat eserine, yani bizzat otantik, yani sahte ya da reprodüksiyon olmayan bir eserin kendisine sahip olmak ne demektir? Eserin orijinaline, maddeleşmiş haline sahip olmak mı demektir?

Bazı müzelerde başyapıtların önüne uzunca bir bank yerleştirirler, ki sen oturup, yorulmadan hayran hayran seyreyleyesin. İşte sanat eserinin sahipleri bence o kişilerdir. İki boyutlu tablolar onlar için üç boyutu aşar, kokularını içlerine çeker, sesleri zihinlerinde canlandırırlar eserlerin. Magritte, orijinali sorgulatır; imgelerin, görüntülerin ötesine iter, nesnelerin fikrine daldırır hepimizi. Böylece sanatın ticari yönünü unutur, fakir sanatseverliğin zevkine varırız.

Pastanın üzerine yerleştirilen bitter çikolata parçalarını yemeyi hep en sona bırakırım. Acı çikolatanın ağzımda yavaş yavaş eriyip bedenime zerk olması anını severim. René Magritte Müzesi de aynen benzer bir keyif veriyor. Onca katı ve odayı gezmeden, Magritte çiftinin yaşadığı giriş katına varamıyorsun. Yirminci yüzyılın ortalarına doğru ilerliyoruz. Magritte ve Georgette otuzlu yaşlarının başlarındalar. Elleri darda, Paris'ten hayal kırıklığı içinde yeni dönmüşler. Onların sokaktan girdikleri zemin katına biz birinci kat merdivenlerinden inerek ulaşıyoruz. Zemin, her odada farklı ve rengarenk korasimanlarla kaplı.


Evin girişi

Hadi gel binanın ana kapısından sanki onlarla ilk defa girermiş gibi yapalım. Önümüzde bir koridor, solda salonun kapısı, yine solda hemen sonrasında yatak odasının kapısı, en sonda bir kapı daha, sağda ileride yukarı katlara çıkan kahverengine boyalı tırabzanlarıyla tahta merdiven. Koridor eve ait değil, apartmanın, yani herkesin giriş koridoru. Alışık olduğum apartmanlara hiç benzemiyor. Mimaride ortak kullanım alanının bu şekli ile ilk defa 1989 yılında Ren Nehri üzerinde yer alan Ludwigshafen'da amcalarımı ziyaret ederken karşılaşmıştım. Tuvaletler umumiydi ve her katın merdiven arasında yer alıyorlardı. Ondan yıllar sonra Londra'da banyo ve tuvaletlerin ortak olduğu bir pansiyonda kaldık müstakbel eşimle. Hayatım, gezdikçe küçük dünyamdan dışarılara taştı, uyum yeteneğim ve hoşgörüm arttı.

"Kuyruksuz ve modern, beyaz dişli piyanonun yer aldığı 18. yüzyıl tarzında zarif bir şekilde döşenmiş salon sokağa bakar. Yatak odasının yeşilimsi maviden, kırmızı ve siyaha uzanan atmosferi, onun bildiğimiz bazı tablolarını anımsatır."

Louis Scutenaire, 1942

Soldaki ilk oda yani salondan başlayalım. Magritte'in tablolarında yer alan gökyüzü mavisine boyanmış odanın dekorasyonu ve odada yer alan piyano Georgette'e ait. René'nin kardeşi Paul onları ziyaret ettiğinde çalarmış. Salonun penceresini birçok Magritte tablosunda görebilirsin. 

"Dünya bana fikirler sunduğu için rahatlıkla evde kalabilirim."

René Magritte, 1966

Salondan geniş bir kapı ile yatak odasına geçiliyor, yatak odasının diğer kapısı apartman koridoruna bir diğeri de arkadaki hole açılıyor; bir de penceresi var arka bahçeye açılan sahanlığa bakan. Odada, Magritte tablolarında görmeye alışık olduğumuz dolapların bir benzeri var, soyut sanat tarzında. En ilginç olanı ise yataklarının üzerinde yer alan doldurulmuş köpek. Çiftin, René'nin öldüğü 1967 yılına kadar, altı defa üst üste pomeranian cinsi köpekleri olmuş. Hepsinin adını da Loulou koymuşlar. İşte bunlardan bir tanesini doldurmaya karar vermişler. Bahçesi olan zemin katlarda yaşamayı seçmelerinin bir nedeni de buymuş. Mumyalar, gerçek bedenler, doldurulmuş hayvanlar, hayaletler, imgeler,…

René dindar değildi. Onun için ölmek, Hiç'e doğru atılan büyük bir adımdı. "Mutlak huzur (barış)". Hiçlikten korkmanın saçma olduğunu düşünürdü.

Georgette Magritte, 1988


Hommage à Mack Sennett /Mack Sennett'e Saygı – 1934

Ölümden korkmayan birisi için köpeğini bir mumya misali doldurtup sonsuzluğa intikal ettirmek garip değil mi sence de? İnsan karmaşık bir yaratık. Kahverengi koridorun sonundaki kapı minik bir holden sonra orta boy bir odaya açılıyor, burası sanatçının en üretken yıllarını yaşadığı, resimlerini yaptığı yer. Stüdyosu demiyorum, çünkü stüdyosu evin arka bahçesinin sonunda yer alıyor. Çok aydınlık olmamasına karşın resimlerini hemen mutfak ve banyoya açılan bu odada yapmayı tercih etmesinin nedeni, Georgette gündelik ev işleriyle uğraşırken ona yakın olmak. René'nin kısa süre yaşadığı Londra'da kısa bir ilişkisi olmuş, Georgette bunu başka bir erkekle birlikte olarak ödetmiş. Bunların dışında sevgileri daim olmuş. Aynı zamanda yemek salonu olarak kullandıkları bu odada, Paul Eluard'dan Man Ray'e bir sürü konuğu ağırlamışlar.

Başta daha büyük olan mutfağı ikiye bölerek eve bir banyo kazandırmışlar. Daha önce nerede mi yıkanıyorlardı? Büyük olasılıkla suya en kolay ulaşılan mutfakta yıkanıp, belki de evin ortak koridorunda yer alan bir tuvaleti kullanıyorlardı.

Mutfak, banyo ve yemek odasının arasında küçük bir hol var, sahanlığa açılan kapısından geçip ilerleyince hiç de fena büyüklükte olmayan bahçeye ulaşıyorsun. Burada dostlarıyla doğaçlama tiyatrolar yapıp, bir sürü oyunlar oynarlarmış. Bahçeden, kardeşi Paul ile kurdukları, bolca ışık alan Stüdyo Dongo'ya ulaşıyorsun. Yukarıda sözünü ettiği gerzek eserleri işte burada üretmiş.


Evin arka bahçesinde yer alan Stüdyo Dongo

Hadi gel, bir çocuğun gözünden görerek başladığımız yazımı yine çocukların gözünden bakarak bitirelim; yukarıda sözünü ettiğim pedagojik dosyamızdan bir bölümle.

SAHNE 1.

Sahne, bir grup öğrenci ile öğleden sonra bir müzede geçer. 

Rehber öğretmen, "İmgelerin İhaneti" eserini anlatır: "Magritte, hipergerçekçi estetik anlayışla bir pipoyu resmediyor ve aynen eşya bilgisi dersinde[xxv] kullandığımız el yazısını anımsatır bir şekilde 'Bu bir pipo değildir.' diye yazıyor.

Grup, derslerini daha önce sınıfta öğrenmiş olmanın gururuyla … bir ağızdan haykırır: "Bu bir piponun çizimidir! Bu bir imgedir."

Rehber öğretmen: "Gerçekten de! Bundan daha mantıklı ne olabilir ki. Bu pipoyu ne doldurabilir, ne elimizde tutabilir ne de tüttürebiliriz. Ancak tabloda pipo olmayan bir şey daha var, nedir o?"

Grup : '... ?'

Dersine aynen öğrencileri gibi iyi çalışmış olan öğretmen: "Bu kelimesi! 'B-u" da bir pipo değildir! Magrit 'Kelimeler de imgeler ile ayın öze sahiptir.' demiştir.

Grup uzun bir süre derinlemesine düşündükten sonra ...: "Aaaah evet! Biz bunun hakkında düşünmemiştik."

Rehber: Ayrıca size "bu" kelimesinin pipoyu işaret ettiğini kim söyledi? Bu, resmin arka planına, tablonun bizzat kendisine ya da bambaşka bir şeye gönderme yapabilir.

Sessizlik


Üzerinde "Bu hala pipo olmamaya devam ediyor" yazan tablo. Yoksa onun imgesi mi?

René'nin travmatik bir çocukluğu oldu ve hiç kendi çocuğu olmadı. Georgette ile oyuncu bir hayat sürdüler. Bugün Magritte'in tablolarından yola çıkarak üretilen yüzlerce çocuk kitabı var. Çocuklar Magritte'in imgeleri üzerinden hayal kuruyor, felsefe yapıyor ve bunu oyun oynayarak keyif alarak yapıyorlar. 

Hadi gökten üç elma düşsün. Biri René'ye, biri Georgette'e biri de sana. Bu elma bir soru olsun. Hiç elmadan soru olur mu, olsa olsa sorun olur elmadan. Olur olur. İşte sorun:

Biz bugün bir ev mi gezdik, yoksa evin imgesinde mi gezdirdim seni?


Yazarın diğer yazıları için bloğunu ve Instagram hesabını takip edebilirsiniz. 


[i] Tout ce que nous voyons cache quelque chose d'autre.

[ii] C'est le mystère qui éclaire la connaissance.

[iii] René François Ghislain Magritte (Röne Magrit)

[iv] Ceci n'est pas une pipe. (Sösi ne pa ün pip)

[v] La trahison des images. (La traizon dez imaj)

[vi] https://www.middleeasteye.net/news/egypt-celebration-mummy-ancient-dead-criticised-human-rights

[vii] … tout cet univers mystérieux est froid. Je ne ressens pas de chaleur dans le vide de l'au-delà. D'ailleurs, c'est l'insensible que j'essaie de transformer en matière. Et cet insensible ne peut être que froid.

[viii] Elle hésita, elle se croyait plus ou moins immortelle et ne pouvait donc pas s'imaginer "que les gens marcheraient sur ses tapis" pendant qu'elle serait là à les regarder. http://www.magrittemuseum.be/index.php/fr/musee/

[ix] L'intérêt pour créer un tel musée était, de la part de l'entourage de Georgette (c'était là un peu "chacun pour soi") et des autorités, pratiquement nul. Ce projet n'aboutit donc pas. Cela me semblait un peu être le plus grand flop de ma vie jusque-là. http://www.magrittemuseum.be/index.php/fr/musee/

[x] travaux imbéciles

[xi] Eserin siyah beyaz bir reprodüksiyonunu görmüştü.

[xii] https://www.musee-magritte-museum.be/uploads/pages/files/magritte_fr_1.pdf

[xiii] J'ai vu le Musée des Offices à Florence, ce n'est pas mal, mais c'est mieux en carte illustrée. https://www.musee-magritte-museum.be/uploads/pages/files/booklet_citations_onlineversion1_2_3.pdf

[xiv] La lektür defandü / Yasaklı Okuma

[xv] La düre puanyarde / Hançerlenmiş Zaman (Süre)

[xvi] La Reproduction Interdite / Kopyalanması Yasaklı

[xvii] Magritte'e Saygı: https://www.anitathacher.com/portfolio/homage-to-magritte/

[xviii] https://www.tate.org.uk/art/artists/rene-magritte-1553/storm-thorgerson-on-magritte

[xix] https://www.stormstudiosdesign.com/#/203933/2445317/view/

[xx]https://books.google.com.tr/books?id=FSGGDwAAQBAJ&pg=PA35&lpg=PA35&dq=The+musings+of+the+solitary+walker+magritte+french&source=bl&ots=3ZvF5pqAsq&sig=ACfU3U2TaiF8Aoq0WfofjMNtkTH7Pbk0HA&hl=en&sa=X&ved=2ahUKEwjkybullKbwAhW4hP0HHXf3B5gQ6AEwD3oECAUQAw#v=onepage&q=The%20musings%20of%20the%20solitary%20walker%20magritte%20french&f=false

[xxi] Le faux miroir (Lö fo miruar) / Sahte Ayna

[xxii] http://www.magrittemuseum.be/index.php/en/

[xxiii] https://www.musee-magritte-museum.be/en

[xxiv] https://www.musee-magritte-museum.be/uploads/pages/files/magritte_fr_1.pdf

[xxv] La leçon de choses (Şeyler Dersi) Türkçeye "eşya bilgisi dersi" olarak çevrilen bu ders on dokuzuncu yüzyılın sonunda teorik hale getirilen ve öğrenciye soyut bir fikir kazandırmak için somut bir nesneden yola çıkmayı içeren bir eğitim ilkesidir: https://fr.wikipedia.org/wiki/Le%C3%A7on_de_choses

Magritte'in söylediği ya da onunla ilgili alıntıların tümü, Fransızcadan Türkçeye S. F. Ağduk tarafından çevrilmiştir.

Yazarın Diğer Yazıları

Kadim dostum Paula'nın hikayeler evinde

Bir yanım beni sükunete çağırırken diğer, pek bilmediğim, sakladığım, bastırdığım yanım sözlüğümde yer vermediğimi sandığım kin tutmak ihtiyacı ve intikam almak arzusunu bas bas bağırıyor

Erkek insan doğurdu

Çok sancılı oldu bu yazım süreci. Yazdım sildim, tekrar yazdım, tekrar sildim. Yazıyı bitirdim, son biz kez okudum, yattım zar zor uykuya daldım. Sabahın üç buçuğu, kasıklarımda derin bir sancı. Karnım burnumda. Iıııhhhh… Ikınıyorum. Nasıl çıkaracağım bunu içimden. Derin bir endişe daha da büyük şaşkınlık. Korku kocaman. Erkekler doğur(a)maz ki. Tek ıkınışta çıkıyor. Yok artık. Dokuzuncu çocuğunu tarlada bir çırpıda doğuran köylü kadın anlatmıştı da inanmamıştım. Nasıl olur, daha zor olmalıydı sonuçta bu benim ilk doğumum. Tüm endişelerim bir anda siliniyor. "Ohhh kurtuldum!" derken, kâbus bitiyor karabasan başlıyor

Hermann Hesse ile buluşma

Lugano'ya girdiğim anda büyülü bir tabela dikkatimi çekti: Hermann Hesse Evi! "Nasıl yani, Hermann Hesse'nin evi burada mıymış?"