27 Eylül 2015

ikincikat’daki 'Savaş ve Barış Oyunları'nın üçüncüsü "Karküresinde Bir Tavşan"

Oyunun daha ilk sahnesinde anlıyoruz ki, iki kadının ortak noktası yalnızlıklarıdır...

Yeni tiyatro sezonuna ikincikat’ta girelim dedik – çok takdir ettiğim Ahmet Sami Özbudak’ın yazdığı, “Cambaz’ın Cenazesi”nde başarılı bulduğum Firuze Engin’in yönettiği ve bugüne kadar izlediğim tüm (gerçekten: tüm!) oyunlarında içtenlikle alkışladığım Defne Halman ve Pınar Çağlar Gençtürk’ün rol aldıkları “Karküresinde Bir Tavşan”ıyla...

Aslında ikincikat sezondan “hiç çıkmamış”, Temmuz’dan başlamak üzere sergilediği üç “Savaş ve Barış” oyunlarıyla – ki bu dizinin sonunu oluşturacak dördüncüsünü Ekim’de izleyebileceğiz. Bilindiği gibi, Sami Marçalı’nın bu projesinde seyirciler tarafından belirlenmiş “irade”, “din”, “porno” ve “sınır” konu başlıkları, “savaş” ve “barış” olgularıyla eşleştirilip dörder yazar ve yönetmen ile on dört oyuncuya kura yolu ile dağıtılmış, ardından da bu dört oyunun oluşturulmasına start verilmiş.

Yaz aylarında sahne tozundan birazcık uzak durabilmek amacıyla dizinin ilk iki oyununu izlemediğimden, yukarıdaki konu başlıklarına ne derece uyum sağlamış olduklarını bilemiyorum – ancak üçüncüsünün “porno” ve “savaş” kavramlarına uyumu konusunda ciddi kaygılarım oluştu. Bu tereddüdümü/eleştirimi, oyunları görmüş veya görecek olanlar değerlendirebilecektir elbet. Öte yandan, daha önce büyük beğeniyle izlediğim “İz” (Galataperform) ve “Hayal-i Temsil”e (İBBŞT, bknz. http://t24.com.tr/yazarlar/robert-schild/hayal-i-temsil-sehir-tiyatrolari-icin-hayallere-esdeger-bir-basyapit,11880) kıyasla bu oyunu daha zayıf bulduğumu, sanki (aceleye getirilmiş demekten çekiniyorum!) biraz “zorlanarak” kaleme alındığını belirtmeden edemiyorum...

Konu, bir (“neo-klasik” mi desem, “postmodern” mi?) üçgen öyküsü üzerine kurulmuş. Bu üç kişinin
- ilki, ne sahnede görünen, ne de sesi duyulan, oyunun neredeyse sonuna kadar açıklanmayan bir nedenle odasından çıkmayan/çıkarılmayan (yazarın metindeki tanımıyla “30'larındaki şizofren adam”) Mutlu;
- ikincisi, onu gofret ve masallarla besleyen annesi, “40 veya 50'lerinde bir kadın” olan Şelale;
- üçüncüsü (veya, sahnede izlediğimiz ikincisi) ise, annesinin oğluna yanıbaşlarındaki parkta seçtiği fahişeler arasındaki “favori”si, “30'larında güzel bir kadın” olan Kadife olup, olaylar onların arasında gelişmektedir.

Oyunun daha ilk sahnesinde anlıyoruz ki, bu iki kadının ortak noktası yalnızlıklarıdır – her ne kadar,  günün önemli bir bölümünde odasında değilse de, bu apartman dairesinde tecrit edilmiş olduğu ima edilen oğlan kadar yapayalnız olmasalar da... Diyalogları ilerledikçe, aralarındaki benzerlikler daha da belirginleşiyor. Şöyle ki, Şelale’nin kocası yıllar önce ölmüş, Kadife’nin erkek arkadaşı Rıza da bir süredir gurbette (Rusya’da) çalışırken, oyunun sonuna doğru, kendisini terkettiğinden onun için de “ölmüş” oluyor (sahne 7). İkinci benzerlik ise, her iki kadının birer masallar/hayaller tutkunu olmasıdır: Şelale’nin, otuzlarını devirmiş oğluna halen sürekli olarak anlattığı “Mürekkepten Atlar Kalesi” masalıyla (sahne 1 ve devamı) daha çok kendisini gerçeklerden uzaklaştırıp yarattığı simgesel kahramanlar ve anti-kahramanlar ile teselli buluyorken, Kadife de Rıza’ya duyduğu özleme dayanamayıp, “Belki de masallardan başka çarem yok.” (sahne 7) demiyor mu?

Annelerin çocuklarına –Freud’a göre özellikle oğullarına– karşı duydukları sevgi/bağlılık/tutku oranları değişiktir ve bunu çeşitli yollardan dışa vururlar, kimi anne bu sevgiyi tekeline almak ister (Şelale’nin masalındaki bir yerde “Bu kalede sadece küçük şövalye ve annesine yer varmış...” demesi gibi – sahne 6); bazıları çocuklarını olası tehlikelerden uzak tutmak (“...ne istiyorsun, ne istiyorsun, o daha çocuk... O o..spular da, siz de kırmızı kargasınız işte! – sahne 2), üçüncü kişiler ile yakınlıklarını belli bir süre sonra ortadan kaldırmak isteyebilir (Biz bu masalın içinde çok mutluyuz. Sana parkta rastladığım o gece gibi kalacak her şey. Biz orada tanıştık ve sen bu eve hiç gelmedin. – sahne 9). Yazar bu tutkuyu yetkin bir şekilde işlemiş, Defne Halman da yönetmenin yönlendirmeleriyle çarpıcı biçimde dışa vuruyor – ne var ki, inandırıcılıktan önemli derecede sapmalar gösteren iki talihsiz öğeyi içeriyor, sevgili Sami Özbudak’ın bu metni... Bunların ilki, Şelale’nin tüm bu sahiplenici tutkusuna karşın, sokakta bulup oğluna getirdiği fahişeler (ki bu da alışılagelmiş teamüllere oldukça ters bir eylem sayılmaz mı?) ile birlikteliğini kapı aralığından izlemesi – dahası, Kadife’ye bir takım önerilerde bulunmasıdır“Öyle yavaş, yavaş yapacaksın. Böyle üstünde sekiz çizerekten. Yavaş yavaş.” Kendi görüşüme göre, en azından beni oldukça rahatsız eden diğer önemli kusur, Mutlu’un annesi tarafınca yirmiyi aşkın yıldır eve kapatılmasına neden olmuş, çocukluğunda girişmiş olduğu  eylemdir – ki böyle olaylar eskiden “Yerli filmlerdeki gibi” küçümsenirdi!...

İşte bu bağlamda “Karküresinde Bir Tavşan”ı, özellikle gerçeklerle örtüşmeyen konusu ve iletilerinin eksikliği nedeniyle içtenlikle alkışlamam zor oldu... Kuşku yoktur ki, kimi izleyici ve eleştirmenler “hayal ile gerçeğin içiçe geçtiği” (Sabah Gazetesi, 12 Eylül) bu oyunu başarılı bulacaklardır – ancak burada “gerçeği” nerede buluyorlar ki?!? Gene oyundaki, yani anlatılan masaldaki simgelerin cezbedici olduğunu bulanlar olacaktır ve onlara bir dereceye kadar katılabiliriz de – hele repliklerin başarılı biçimde yerleştirilmiş olduğu, apaçık ortadadır... Oyunun metninde hemen hiç bir ayrıntı verilmeyen dekor ve aksesuarların kurgulanmasında yönetmen Firuze Engin ile sahne tasarımcısı Jesse Gagliardi’nin payları neydi bilemiyorum, ancak en başta “çok amaçlı” dolap ve “mutfak” işlevini gören, kapağı açıldığında içinden ışık çıkan kazanı çok başarılı buldum. Işık demişken, ikincikat’ın kurucularından Eyüp Emre Uçaray’ın çalışması, özellikle masalın ilk anlatışı sırasında dolabın üstündeki “mor deniz”in betimlenmesinde öne çıkıyor. Sahi, oyun metnine göre birinci sahnede Şelale’nin masalı Mutlu’nun bulunduğu odaya girerek anlatmasına karşın, yönetmenin yerinde bir uygulamasıyla burada o “çok amaçlı” dolabı kullanması, diğer bazı sahnelerde de bu aksesuardan yararlanılması, oyuna hoş bir çeşni katmasını bilmiş – keza hayali yiyecek/içeceklerin hep o derin kazandan de çıkarılıyor gibi yapılması da... Dahası, Firuze Engin mekânı başarılı biçimde kullanmasının yanı sıra, anne ve fahişe “kutupları”nı bir yandan ortaya çıkarıyor, öte yandan şizofrenik Şelale ile o yola çalan Kadife’nin ortak yönlerini de...

Çok katmanlı, ancak bence gene de zayıf bulduğum bu oyunu kurtaran diğer bir (daha doğrusu: iki) etmen, olağanüstü oyunculukları ile Pınar ve Defne kardeşlerimizdir! Pınar Çağlar Gençtürk, gerek ikincikat’da izlediğim iki oyunda, gerekse Yanetki’de ödül aldığı “Kurabiye Ev”deki başarımlarıyla belleğimizde çok olumlu bir yer edinmişti – ve burada da, rolüne uygun fiziği bir yana, dinamizmi ve mimikleriyle göz doldurmayı sürdürüyor. Daha önceki kimi rollerinde (son olarak “Tatyana” ve “Toplu Hikâyeler”de) genç kızları kusursuz biçimde canlandırmasını bilmiş olan Defne Halman, anımsadığım kadarıyla ilk kez ellili yaşlarında bir anne oluvermiş – ve aynı yıl içerisinde yaş farkları otuzu aşkın kişiliklere bunca kusursuz biçimde bürünebilmek için gerçekten usta bir oyuncu olmak gerekir!

“Karküresinde Bir Tavşan”ı herkes kendine has biçimde yorumlayabilir elbet – Freud’yen ekolden Gestalt Psikolojisi kuramına dek; anne ile fahişeyi oğlanın “iyiliği” uğruna değişik yönlerden gayret gösteren iki zıt “kutup” veya eninde sonunda aynı “koruyucu varlığın” iki eşit (?) yarısı olarak görebiliriz, soyut tiyatronun kendine has özelliğinden kaynaklanarak... Bunu her tiyatroseverin kabullenmesi gerek – ancak bu satırların yazarının hiç bir zaman tasvip edemeyeceği, kendince “zorlama” olarak gördüğü metinlerdir. Kaldı ki, anlatılan masalın içinde sözü edilen “savaş” kavramını “geçerli” (!) saysak dahi, “porno” olgusunu oyunun acaba neresinde bulabiliyorsunuz?!  

**********

ikincikat

“Karküresinde Bir Tavşan”

30 Eylül ile 01/02/03 Ekim, saat 20:30

Emekyemez Mah., Sarı Zeybek Sok. Demirci Fettah Çıkmazı No.2 Kat 2

Karaköy/İstanbul

İletişim: 0544 527 25 69; Gişe: 0545 462 45 28 

Yazarın Diğer Yazıları

Hayal-i Temsil; Şehir Tiyatroları için hayallere eşdeğer bir başyapıt!

Hayal-i Temsil oyunuyla, bu asırlık kurumun sezon içindeki tüm ayıpları ve nice başarısız yapımları geride kaldı benim için!..

Tiyatro ödülleri üzerine...

Eveeet... Tiyatro ödülleri dönemi geldi – ve polemikler başladı!..

Seçici Kurul Üyeleri’ne 'mecburi hizmet'

İmparatorluk Kuranlar Yahut Şümürz oyunu çözümlemeye gittiğimizde, yüzümüze vurulan gerçekler apaçık ortaya çıkıyor!

"
"