Her sabah karşılaştığım simitçi Niyazi’nin tablası yarım simitlerle dolu. İnsanlar bir simit bile alacak paraları olmadığından yarım simit alıyorlar.
Türkiye Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik, siyasal, toplumsal, hukuksal krizini yaşıyor. Bütün kurumlarıyla çöken bir yapı, büyük bir enkaz var. Bir de bu enkazın içinde yaşamaya çalışan, gittikçe yoksullaşan insanlar.
Çöken yapının içinde insanların hayalleri, umutları da var. Bu insanlar yakın zamana dek hayalleri peşinde koşarlardı. Çocuklarını daha iyi okullarda okutmak, ufak maaşlarından arttırdıkları paralarla küçük bir ev sahibi olmak, belki bir araba sahibi olmak gibi hayalleri vardı. Bu hayallere artık yer kalmadı.
Ucuz ekmek almak için soğukta, yağmurda kuyruğa giren insanların hayalleri de yok oldu. Tek düşündükleri yarın ne olacak? Hayalleri yarım simidin içine sıkıştı.
Öte yandan, kol gezen pandemi durumu büsbütün ağırlaştırıyor. Yoksulluğa itilen ya da işsiz bir kişinin pandemiye karşı korunması çok daha güç. Pandemi eşitsizlikleri de büyütüyor.
Yoksullaşma kendiliğinden ya da dış güçlerin müdahalesi sonucu ortaya çıkan bir olgu değil. İktidarın izlediği politikaların bir sonucu. İçine düştüğümüz kuyunun tek sorumlusu var. Türkiye’yi yöneten tek kişi. Bütün kararlar tek kişi tarafından verildiğinden düzeltilmesi de çok güç.
Bütün bunlar halkta iktidara karşı bir güvensizlik doğurdu. Türk Lirası'nın dolar ve Euro karşısında sürekli değer yitirmesinin en önemli nedeni bu güvensizlik. Ancak güvensizlik aynı zamanda bir meşruiyet sorunu yaratıyor. Seçimle işbaşına gelmiş de olsa, halkın güvenini yitiren bir iktidarın seçime gitmesi demokrasinin bir gereği. Aynı zamanda bu gidişe “dur” demenin yolu.
Yoksulluk toplumdaki eşitsizlikleri kabul edilemez boyutlara taşıdı. Nüfusun en üstteki %1’i toplam gelirden %24 pay alıyor. Hızla artan enflasyon karşısında sosyal politikalar da çöktü. Asgari ücret olarak saptanan 4250 TL asgari ücretin emekçiye hiç olmazsa kısa bir süre için nefes aldıracağı düşünülüyordu. Ancak gelen haberler birçok iş yerinde işten çıkarmaların başladığı yolunda. İşte kalanlar bakımından ise, enflasyon kontrol altına alınmazsa, kısa bir süre sonra aynı noktaya dönülecek.
İşçi sınıfının talep ettiği sendikalaşma, toplu sözleşme, grev gibi sosyal hakların “temel hakları” olarak kabul edilmesi uzun bir mücadelenin sonucu. Ancak bu sosyal hakların bugünün Türkiye’sinde hiçbir anlamı kalmadı. İşçiye verilen asgari ücret, yaşamlarını sürdürmeleri amacına yönelik. Ya işsizler, emekliler ne olacak? Türkiye’de artık büyük kitleler için insan onuruna yaraşır bir yaşam söz konusu değil. Sorun yaşamın sürdürülüp sürdürülemeyeceği. Toplumsal bir prekaryalaşma süreci yaşıyoruz. Sosyal haklardan yoksun bırakılmak, temel hak ve özgürlüklerin de kullanılmamasına yol açmakta. Böylelikle insanlar hak sahibi olma hakkından yoksun bırakılmakta. İnsanlar hak öznesi olmaktan çıkmış, çaresiz, umutsuz, tek başlarına bırakılmışlar.
İktidarın politikaları sonucu ortaya çıkan bu duruma toplumun tepkisi ne olmakta? Şimdilik büyük bir sessizlik var. İnsanlar bir belirsizlik ortamında beklemekteler. Bu durumun geçici olduğuna, bir şekilde düzeleceğine inanmaktalar belki de. Ancak belirli bir süre sonra, durumun giderek kötüleştiğini görünce beklemekten vazgeçebilirler.
Yoksullaşmanın, işsizliğin doğurduğu çaresizliğin, umutsuzluğun ne gibi siyasal sonuçlar doğuracağını kestirmek olanaksız. Bireysel öfkeye ve şiddete dönüşebilir. Toplumda şiddet eğilimi artar. Ya da cemaatsel yaşam arayışları ortaya çıkarabilir. İnsanlar, cemaat aidiyetiyle çaresizliklerini gidermeye çalışabilir. Cemaat içinde umut, dayanışma ararlar. Ya da insanlar, her şeye rağmen umutlarını devlete bağlarlar. Başlarına gelenlerin nedeni devletse, çözümü de devletin bulacağına inanırlar. Umutsuz, çaresiz, prekaryalaşmış, kaybedecek bir şeyi kalmamış kitlelerin kendisine umut vaat eden otoriter rejimleri desteklemeleri siyaset tarihinde görülmemiş bir olay değildir. Nasıl ki günümüzdeki sağ popülist rejimlerin ortaya çıkmasında, yoksul halk kitleleri önemli bir rol oynadı.
Şurası bir gerçek ki, haklarından yoksun bırakılanlar, yoksullar, işsizler, siyasetin bir parçası. Bundan böyle Türkiye’de siyaset, yoksul, işsiz kitlelerle birlikte yapılacak. Türkiye’de yeni bir demokratik siyasetin çıkış noktası da bu. Siyasetin başarısı ezilen insanların sorunlarına çözüm getirmekle ölçülecek. Türkiye’nin içinde bulunduğu büyük kriz sona erdikten sonra, eski Türkiye’ye dönmek olanağı kalmadı. Kriz yeni bir Türkiye’nin kapılarını açtı. Ama bu yeni Türkiye nasıl bir Türkiye olacak?
Demokrasi güçleri, prekaryalaşan kitlelere, prekaryalığı asgariye çeken, umut veren bir eşitlikçi, ekonomik, siyasal proje sunamazsa, demokrasi karşıtı otoriter projeler destek bulabilir. O nedenle demokrasi güçlerinin halka, ekonomik sorunlara çözüm getirmek yanında, geniş kapsamlı yeni bir birlikte yaşama, katılımcı ve müzakereci bir siyasal projeyle gitmesi gerekli. Önemli olan yeni bir birlikteliği kuracak, kutuplaşmayı, kimlikleri aşan yeni bir “biz” yaratacak bir siyaset anlayışını halka götürmek. Yaşamların yaşanamazlığını ortadan kaldıracak toplumsal dayanışma ağları kurmak ve şu mesajı vermek: “Sizin yoksullaşmanız, işsiz kalmanız belirli bir politikanın sonucu. Sizi bu duruma düşüren kararlara katılmadığınız, bu kararlar sizin dışınızda alındığı için böyle oldu. Bundan böyle sizinle ilgili kararlar ancak sizin katılmanızla alınacak. İçine düştüğümüz bu kuyudan çıkmak için iktidarlardan medet ummayalım. Ezilenlerin kurtuluşu ancak kendi çabalarıyla mümkündür. Onun için el ele tutuşalım, birlikte olalım. Türkiye’de yeni bir siyaset, yeni bir toplum, yeni bir devlet yaratalım.”
Böyle bir mesajın halka götürülmesinde sivil toplum örgütlerine önemli bir görev düşüyor. Ancak sivil toplum örgütleri, yerelde demokratik belediyelerle işbirliği yaparak yoksul, işsiz kitlelerle dayanışma ağları kurabilir, katılımcı ve müzakereci bir demokrasiyi gerçekleştirecek kanalları açabilir. Aynı zamanda uygulanan politikalara kollektif bir itiraz sesi yükseltilebilir.
Türkiye’nin koşulları eşitlik ve özgürlüğü birlikte ele almayı zorunlu hale getirmiştir.Daha eşit bir toplum kurmadan özgürleşemeyiz. Muhalefetin üstünde çalıştığı parlamenter sisteme dönüş projesi ise eşitlik ve özgürlüğü sağlamakta yetersiz kalmaya mahkumdur. Temsili demokrasi, neo-liberalizmin yönetim sistemidir. Bu sistem demokrasi ve özgürlükleri güvence altına almakta, eşitliği sağlamakta yetersiz kalmıştır. Çoğunluğun tahakkümüne yol açmaktadır. Neo-liberalizm bütün dünyada çökmektedir. O nedenle neo-liberalizmin siyasal sisteminde ısrar etmek, Türkiye’de eski sorunları yeniden ortaya çıkaracaktır.Onun yerine katılımcı demokrasiyle temsili demokrasiyi yan yana getirecek yeni modelleri düşünmek gerekir.
Türkiye’yi yarım simitle yaşamaya çalışanların ülkesi olmaktan çıkarmak için, halkın baş aktör olacağı yeni bir demokrasiyi hayal eden bir zihinsel dönüşüme gereksinme var. Her şeyin çöktüğü bir Türkiye’de yeni bir başlangıç yapmanın,yeni ufuklara yelken açmanın tam zamanı.