30 Eylül 2023

Yargılanan biziz

Gezi otoriter bir iktidara karşı örgütsüz, spontane bir halk direnişiydi. Gezi davasında yargılanan da gerçekte bu direnişin kendisi, Gezi’ye katılan herkes

Gezi davasının beş sanığı için İstanbul 13. Ağır Ceza mahkemesinin kararını Yargıtay 3. Ceza Dairesi 28 Eylül 2023 tarihinde verdiği kararla onadı. 3 Gezi davası sanığı bakımından bozdu. Böylelikle Osman Kavala’nın cebir ve şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan (TCK md.312) ağırlaştırılmış müebbet hapis, Mine Özerden, Çiğdem Mater, Can Atalay ve Tayfun Kahraman’ın ise hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmeye yardım suçundan (TCK 312/1 ve 37/1) 18’er yıl hapis cezaları kesinleşti.

Türkiye gibi demokrasiyle yönetilmeyen, hukuk devletinin ve yargı bağımsızlığının rafa kaldırıldığı ülkelerde siyasal yargılamalar böyle yapılır. Siyasal iktidarın görüşlerini paylaşan yargıçlar bulunur ve bunların atama, terfi yoluyla o davaya bakmaları sağlanır, sonra da bu yargıçlar iktidarın istediği yönde kararlar verirler. Bu kararlar, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararı gibi, genelde hukuksuzlukla vicdansızlığın birleştiği kararlardır. Ama bu ne otoriter iktidarları, ne de bu kararlara imza atan yargıçları rahatsız etmez.

Yargıtay kararında onamaya yol açan eylemler savcının tebliğnamesinde, ondan da önce Osman Kavala’ya karşı açılan davanın iddianamesinde yer almıştı. Bu eylemlere dayanarak Yargıtay cezaları onadı. Osman Kavala Türkiye’de idam cezası olmadığı için onun yerine ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildi. İdam cezası olsaydı idam edilecekti.

Osman Kavala idamına yol açabilecek hangi eylemleri yaptı? Hangi eylemlerle cebir ve şiddet kullanarak hükümeti devirmeye çalıştı? Bazı örnekler:

Gezi’de etkili bir rol oynadıkları ileri sürülen bazı STK’lar var. Taksim Platformu, Taksim Dayanışması gibi. Osman Kavala, bu platformlara üye değil ama Yargıtay’a göre ona danışıyorlar. Bu danışmayla Osman Kavala, hükümeti cebir ve şiddet kullanarak devirmeye çalışıyor.

Ya da Osman Kavala, Gezi’deki bazı ihtiyaçları karşılıyor. Örneğin, gaz maskesi almayı düşünüyorlar. Ama alınamıyor. Ya da yüz tane sandviç hazırlatılıyor. Masa, iskemle, Cezayir restoranından ses sistemi getiriliyor. Böylelikle hükümet devrilmeye çalışılıyor.

Ya da Osman Kavala yabancılarla görüşüyor. Örneğin, Cezayir Restoran’da 5 yabancı basın mensubuyla bir basın toplantısı düzenliyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü Emma Sinclair Webb’le telefonda görüşüyor. Bu yetmezmiş gibi, Avrupa Birliği Komisyonu Şefi ile Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseriyle görüşüyor. Türkiye’ye göz yaşartıcı gaz satışının durdurulmasını istiyor. Bu yoldan hükümeti cebir ve şiddet kullanarak hükümeti devirmeye çalışıyor.

Bu saçmalıkları daha da uzatmak olanağı var. Osman Kavala’nın hükümeti devirmek istediğini gösteren hiçbir kanıt yok. Cebir ve şiddet kullandığına, şiddet olaylarına karıştığına ilişkin hiçbir kanıt yok. Ama gene de ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum oluyor. Belli ki karar önceden verilmiş. Yargıtay’dan karara  bir hukuki kılıf giydirmesi istenmiş.

Osman Kavala’nın suç (!) oluşturan Yargıtay kararındaki bütün eylemleri AİHM 10 Aralık 2019 tarihli kararında inceledi. Şu sonuca vardı:

“Başvurucuya atfedilen … ve sonradan savcının suçlamalarına konu olan olgular ya hukuka uygun, birbiriyle ilgisi olmayan, izole ya da Sözleşme’den (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) doğan hakların kullanılması niteliğindeki eylemlerdir.” (Paragraf 146)

“Dosyada … ya da iddianamede başvurucunun şiddete başvurduğuna ya da şiddet eylemlerini kışkırttığına ya da bu tür eylemleri desteklediğine dair hiçbir kanıt bulunmamaktadır.” (Paragraf 143)

İşin garip yani, Yargıtay kararında AİHM kararlarından hiç söz edilmemekte. Yargıtay, AİHM’i ve bu konuda verdiği kararları yok saymakta. Oysa AİHM kararlarının bağlayıcılığı Yargıtay bakımından da geçerli. AİHM kararının uygulanması ve Kavala’nın serbest bırakılması herkesten önce Yargıtay’ın  hukuki yükümlülüğü. Ne var ki, Yargıtay hiç oralı değilmişçesine davranıyor. Mahkeme kararlarının uygulanması bir hukuk devleti sorunu. Hele  Sözleşme’den doğan ve bütün devlet organlarını bağlayan bir yükümlülük varsa bu zorunluluk daha büyük bir önem kazanıyor. Bir hukuk organı olan Yargıtay’ın bu hukuk ihlali, kabul ettiği kararların da ne denli hukuka uygun olduğunun bir göstergesi. Bütün bunlar gerek avukatların dilekçesinde, gerek beş tanınmış hukukçunun Yargıtay’a verdiği hukuk görüşünde vurgulandı ama bir yararı olmadığı anlaşılıyor.

Yargıtay’ın onama kararıyla Osman Kavala’nın statüsü değişti. Tutuklu olmaktan çıktı, hükümlü oldu. Ancak bu AİHM kararının uygulanması bakımından hiçbir şey değiştirmez. AİHM, ihlal prosedürü çerçevesinde kabul ettiği 11 Temmuz 2022 tarihli kararında şöyle der: “AİHM’in Sözleşme’nin 5. Maddesiyle birlikte 18. Maddenin ihlaline karar vermesi, Gezi Parkı olaylarına ilişkin suçlamalardan doğan her türlü eylemi hükümsüz kılınmaktadır.” (18. Madde devletin kendi siyasal amaçları için sözleşmeyi kötüye kullanmamasını öngörmekte) Başka bir deyişle AİHM şunu demekte: AİHM, 10 Aralık 2019 tarihli kararında Osman Kavala’nın tutuklanmasına, mahkum olmasına ve mahkumiyetin onanmasına ilişkin kanıtların bütününü incelemiş ve bunların atılan suçları işlediğine dair makul bir şüphe doğurmadığı sonucuna varmıştır. Üstelik iktidarın siyasal nedenlerle Kavala’yı tutukladığını belirtmiştir. Bundan sonra yeni bir delil ortaya konmamıştır. Yargıtay kararında da yeni bir delil yoktur. Bu durumda Kavala’nın hükümlü ya da tutuklu olması bir şey değiştirmez. AİHM kararları ve Kavala’nın serbest bırakılması gerekliliği  Yargıtay kararından sonra da geçerlidir.

Strasbourg’daki gelişmeler açısından, Yargıtay kararının bardağı taşıran son damla olması olasıdır. AİHM kararlarının uygulanmasından sorumlu Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 19 Eylül toplantısında Türkiye’deki yargı organları kararlarını beklemeyi yeğledi. Kabul ettiği kararda, yargı da dahil olmak üzere yetkili Türk makamlarının AİHM’in iki kararını uygulamasını ve Kavala’nın derhal serbest bırakılmasını kuvvetle talep ediyor. Yargıtay’ın onama kararından sonra, Bakanlar Komitesi’nin Genel Sekreter ve Parlamenter Asamble ile birlikte üçlü prosedürü harekete geçirmesi ve Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden çıkarılması kapısının açılması beklenebilir.

Bakanlar Komitesi Eylül toplantısında kabul ettiği kararda, AİHM’in Kavala ve Demirtaş kararlarındaki hukuk devletine ilişkin sorunlarla ilgili bulguların ışığında, Türkiiye’nin yargıyı yürütmenin müdahalelerine karşı koruyacak önlemleri alması ve özellikle HSK bağımsızlığının sağlanması öngörülmekte.

Yargıtay’ın son onama kararı da Bakanlar Komitesi kararının doğruluğunu kanıtlıyor.

Gezi otoriter bir iktidara karşı örgütsüz, spontane bir halk direnişiydi. Gezi davasında yargılanan da gerçekte bu direnişin kendisi, Gezi’ye katılan herkes. İktidar bir yandan Gezi’yi suç olarak gösterirken, bir daha yenilenmesini önlemek için ciddi bir gözdağı veriyor. Yargılanan ve mahkum olanlar ise bu sürecin kurbanları.

Böylesine büyük adaletsizlik, hukuksuzluk karşısında sessiz kalmak baskıya boyun eğen, otoriterliğe rıza gösteren bir toplum olmaktır. Gezi direnişi bugün de toplumsal ve siyasal muhalefetin esin kaynağı olmalıdır.

Yargılanan biziz.

Rıza Türmen kimdir?

Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.

Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı.

Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu.

1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı.

1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı.

1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu.

1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü.

2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı.

2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı.

2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi.

İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları" ve "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" adlı iki kitabı yayımlandı.

Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor.

Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

İnsan hakları gününüz kutlu olsun

İnsan haklarıyla demokrasi ve hukuk devleti arasında yakın bir bağlantı var. Türkiye, demokrasiden uzaklaştıkça, hukuk devleti rafa kaldırıldıkça, insan hakları ihlalleri de artıyor. Hukuk devleti güvencesinin olmaması insan haklarını da korumasız bırakıyor

Türkiye’nin demokratiksizleştirilmesi

Siyasal iktidarın demokrasiyle bağını kopararak giderek daha fazla otoriterleşme, daha fazla şiddete başvurma yolundaki yürüyüşü bu aşamada etkili bir toplumsal direnişle durdurulamazsa, Türkiye’nin demokratiksizleşmesinin geri dönülmesi olanaksız bir noktaya ulaşması kaçınılmaz olacak

Dışarıdan içeriye mektup

Bir suç olabilmesi için suçluya, suçu işleyen kişilere gereksinim vardı. Siz seçildiniz. Siz cezaevinde bizim adımıza, vekaleten yatıyorsunuz...

"
"