24 Mayıs 2024

Uluslararası Ceza Mahkemesi: Bir hukuk ve insanlık sınavı

Uluslararası Ceza Mahkemesi Yargılama Öncesi Daire'den tutuklama kararı çıkarsa, bunun Türkiye üzerindeki etkisi ne olur?

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcısı Karim Khan, 20 Mayıs günü yaptığı açıklamada İsrail Başbakanı Netanyahu ile Savunma Bakanı Gallant ve Hamas Başkanı Yahya Sinwar, Hamas'ın askeri kanadının başı İbrahim Al Masri ve Hamas Siyasal Büro Başkanı İsmail Haniyeh hakkında savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işledikleri gerekçesiyle tutuklama müzekkeresi çıkarılmasını talep etti.

UCM'i kuran Roma Statüsü'ne göre, Savcı'nın tutuklama yetkisi yok. Bu yetki üç yargıçtan oluşan Yargılama Öncesi Daire'ye (YÖD) (Pre-Trial Chamber) ait. Savcı yürüttüğü soruşturma sonucunda Roma Statüsü'nde yazılı suçların işlendiği hakkında makul bir zeminin oluştuğu kanısına varırsa, YÖD'den tutuklama müzekkeresi çıkarmasını isteyebiliyor. Bu istemi yaparken gerekçelerini ve vardığı sonucu Daire'ye sunuyor. Daire, Savcı'nın istemiyle ilgili bir karar vermeden önce duruşma da yapabiliyor.

Bu prosedür, Roma Statüsü'nün hazırlık konferansında meydana gelen uzlaşının sonucu. Konferanstaki en büyük tartışma konularından biri UCM Savcısı'nın yetkileriydi. Savcı'nın, Sudan, Afganistan gibi sınır ötesi operasyonlarını soruşturma konusu yapmasından kaygı duyan ABD, yetkileri dar, BM Güvenlik Konseyi'ne bağlı bir savcı istiyordu. Buna karşılık Konferans'ta Kanada ve Almanya'nın başını çektiği grup Güvenlik Konseyi'nden bağımsız, yetkileri geniş bir savcılık için öneriler sundu. Sonunda YÖD aracılığıyla yargıçlar tarafından kontrol edilen bir savcılık üzerinde uzlaşı sağlandı. Daire, soruşturma ile ilgili geniş yetkilere sahip. Gerektiğinde kendisi de soruşturma yapabiliyor.

YÖD'ün sahip olduğu bu yetkiler, ceza yargılamasının dayandığı temel ilkelerle bağdaşmıyor. Ceza yargılamaları, savcının temsil ettiği iddia ile savunma arasındaki çekişmeye dayanır. İkisinden de tarafsız olan yargılama makamı, bu çekişmeden ortaya çıkan gerçeğe ulaşır. Buna göre hüküm verir. Oysa YÖD, savcının işine müdahale edebilmekte, gerektiğinde onun yerine geçebilmekte.

UCM savcısı zaten 2021'den beri Filistin topraklarındaki savaş suçlarıyla ilgili bir soruşturma yürütmekteydi. Şimdi bu soruşturma Gazze olaylarını da kapsayacak şekilde genişletildi. Savcılık ofisinin elemanları olay yerlerine gittiler. Mağdurlarla görüştüler. Delilleri topladılar. Bunun yanında Savcılık bir uzmanlar paneli kurdu. Altı tanınmış uluslararası hukukçudan oluşan panel tutuklama talebine dayanak oluşturan olguları inceleyerek bir rapor yazdı. Bütün bunların sonucunda savcılık UCM'nin yetkisine giren suçların işlendiğine inanmak için makul bir zemin bulunduğu kanısına vardı ve tutuklama müzekkeresi çıkarılması için YÖD'e başvurdu.

Savcı Karim Khan'ın tutuklanmasını istediği Hamas yetkililerinin (Sinwar, Al-Masri, Hamiyeh) işlediğini iddia ettiği insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları arasında şunlar var: Öldürme, rehin alma, ırza geçme ve başka cinsel şiddet eylemleri, işkence, rehinelere insanlık dışı muamele.

İsrail Başbakanı Netanyahu ile Savunma Bakanı Gallant'ın işledikleri iddia edilen insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları arasında şunlar var: Bir savaş yöntemi olarak açlıktan ölüme terk etmek, kasıtlı olarak öldürme ya da yaralama, sağlığa zarar verme, kasıtlı olarak sivil halkı hedef alma, zulüm etme.

Savcı, her iki kategori suçlamada da sivil halka karşı işenen bu suçların yaygın ve sistematik saldırılar şeklinde, bir devlet politikası olarak gerçekleştirildiğini ileri sürüyor.

UCM Savcısı Gazze'ye uygulanan kuşatmanın, yemek, ilaç gibi yardım malzemelerinin girişini engellediğini, temiz su taşıyan boruların çalıştırılmadığını, yardım getirenlerin öldürüldüğünü, 1.1. milyon insanın açlığa mahkûm edildiğini belirtiyor. İsrail'in kendi halkını savunmaya hakkı bulunduğunu, ancak bunun İsrail'in uluslararası insani hukuktan doğan yükümlülüklerini ortadan kaldırmadığının altını çiziyor.

Savcı'nın İsrail yöneticileri hakkında tutuklama müzekkeresi talep etmesi İsrail'de ve ABD'de büyük bir tepkiye yol açtı. UCM çalışanlarını, ailelerini tehdit eden söylemler basında yayımlandı. ABD Kongresi'nin UCM çalışanlarına yaptırım uygulamayı düşündüğüne ilişkin haberler de var.

UCM Savcısı açıklamasında bu tehditlere de yer veriyor. Bu tür tehditler devam ederse, Roma Statüsü'nün 70. Maddesini uygulayacağını belirtiyor. Bu maddeye göre, UCM'yi etkilemeye çalışmak, baskı altına almak UCM'nin yetki alanına giren suçlardan sayılıyor.

Karim Khan'ın tutuklama talebinde dikkati çeken bir nokta, soykırım suçundan hiç söz etmemesi, savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlar nedeniyle tutuklama istemesi. Bunun Uluslararası Adalet Divanı (UAD) önünde soykırım suçu nedeniyle İsrail'e karşı açılmış bir dava bulunmasından ve UAD'nın bu konuda henüz bir karar vermemiş olmasından, aynı zamanda soykırım suçundaki ispat güçlüğünden kaynaklandığı düşünülebilir.

1949 Cenevre Sözleşmeleriyle düzenlenen insani hukuk yani savaş sırasında uyulması gereken kurallar, sivillerin korunmasını hedefleyen hükümler, aynı zamanda Roma Statüsü'ndeki savaş suçlarını oluşturmakta. Cenevre Sözleşmeleri'ne İsrail de taraf. O nedenle Savcı Karim Khan, İsrail'in meşru savunma savını reddederken Cenevre Sözleşmeleri'nden kaynaklanan insani hukukla ilgili yükümlülüklerini anımsatıyor. Bu yükümlülükler, devletler arasındaki uluslararası bir çatışma için olduğu kadar, uluslararası nitelik taşımayan, Hamas gibi silahlı bir grupla bir devlet arasındaki çatışmalarda da geçerli.

YÖD'ün tutuklama istemiyle ilgili karar vermesinin birkaç hafta süreceği tahmin ediliyor. Daire, tutuklama istemini kabul eder ve tutuklama müzekkeresi çıkarırsa, Roma Statüsü'ne taraf 124 devlet, tutuklama müzekkeresine konu olan üç Hamas ve iki İsrail yetkilisi ülkelerine geldiği takdirde onları yakalayıp yargılanmak üzere UCM'ye teslim etmekle yükümlü. Roma Statüsü'ne taraf olmayan devletlerin böyle bir yükümlülüğü yok. Bu yükümlülüğün Roma Statüsü'ne taraf olmayan devletler bakımından da geçerli olması için BM Güvenlik Konseyi kararı gerekir. Ancak bu yolda bir hukuki yükümlülük olmasa bile, Roma Statüsü'ne taraf olmayan bir devletin de UCM ile işbirliği yapmasını ve ülkesinde bulunan bu kişileri UCM'ye teslim etmesini engelleyen bir husus yok.

UCM Savcısı sağlam kanıtlara dayanmadan tutuklama talebinde bulunmayacağından, YÖD'ün savcı'nın talebini kabul ederek tutuklama müzekkeresi çıkarması olasılığı yüksek.

Böyle bir karar hukuki nitelikte olsa dahi önemli siyasal sonuçlar da doğuracaktır. Uluslararası Adalet Divanı'ndaki soykırım davası ile birlikte düşünüldüğünde, İsrail üzerindeki baskıyı arttıracak, İsrail'in uluslararası alanda daha çok yalnızlaşmasına yol açacaktır. ABD'nin İsrail'e verdiği koşulsuz desteğin sürdürülmesini güçleştirecek, hiç olmazsa koşullandırılmasını gündeme getirecektir.

Öte yandan Savcı'nın soruşturmasından Hamas'ın da insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları işlediği, bunların kabul edilemeyecek ağırlıkta suçlar olduğu ortaya çıktı. Bundan böyle, iki tarafdan birinin işlediği insanlığa karşı suçları görüp, öbür tarafın suçlarını görmezlikten gelerek, İsrail-Hamas çatışmasında adil, dengeli, doğru bir tutum benimsemek olanaksızdır.

Savcı'nın tutuklama talebi Batı blokunda bölünmeye yol açmışa benzemekte. Biden, UCM'yi ağır bir dille eleştirirken, Fransa, Belçika Savcı'nın kararını desteklediklerini açıkladılar.

YÖD'den tutuklama kararı çıkarsa, bunun Türkiye üzerindeki etkisi ne olur? Türkiye, Roma Statüsü'ne taraf 124 devlet arasında değil. Türkiye'nin Roma Statüsü'ne taraf olmamasının nedenleri ayrı bir konu. Ama taraf olmadığı için YÖD, adı geçen beş kişi hakkında tutuklama müzekkeresi çıkarırsa ve bu kişiler Türkiye'ye gelirlerse, Türkiye'nin onları yakalayıp UCM'ye teslim etmek gibi bir hukuki yükümlülüğü yok.

Bununla birlikte böyle bir kararın Türkiye bakımından da siyasal sonuçlar doğurması kaçınılmaz. Türkiye'nin İsrail'le olan ilişkileri en düşük düzeye indirildiğinden, bu sonuçları daha Hamas ile olan ilişkiler bakımından düşünmek gerekir. Hakkında tutuklama müzekkeresi çıkarılması istenen kişilerden biri olan İsmail Haniyeh bunlardan kısa bir süre önce Türkiye'deydi. Kendisine devlet başkanı muamelesi yapıldı. Cumhurbaşkanı tarafından kabul edildi. Cumhurbaşkanı ile kucaklaştılar. Kendisini kurtuluş savaşçısı olarak bağrımıza bastık. Oysa Haniyeh rehin alma, ırza geçme, kasıtlı öldürme, işkence gibi insanlığa karşı suçlar nedeniyle tutuklanması istenen üç Hamas liderinden biri.

Hamas'ın Türkiye'de üs kuracağı gibi haberler var. Liderleri insanlığa karşı suç işleyen bir örgütün Türkiye'de üs sahibi olmasının, Türkiye'nin başına açacağı sorunları düşünebiliyor musunuz?

Bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın binlerce kişinin ölümüne neden olan ve insanlığa karşı suç işleyen, Mahsa Amini'yi saçı göründü diye döverek öldüren İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi için ulusal yas ilan etmesiyle birlikte okumak gerekir.

Tuhaf bir adalet anlayışımız var. İnsanlığa karşı suç işleyen yabancı liderlere kapımızı açıyor, bağrımıza basıyoruz, öldüklerinde yas ilan ediyoruz. Buna karşılık, hiçbir suç işlemedikleri uluslararası mahkeme kararlarıyla sabit kendi vatandaşlarımızı yıllarca cezaevinde tutuyoruz. Bu çelişki iktidarın hukukla pek fazla ilişkisi olmamasından mı kaynaklanıyor acaba?

Rıza Türmen kimdir?

Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.

Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı.

Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu.

1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı.

1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı.

1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu.

1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü.

2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı.

2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı.

2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi.

İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları" ve "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" adlı iki kitabı yayımlandı.

Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor.

Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yeni bir siyasetin anatomisi

"Antagoznizma"nın değil, "agonizmanın", "siyasal"ın değil, "siyasetin" egemen olduğu bir düzende, hiçbir iktidar muhalefeti yok sayamaz. Hiçbir iktidar, kendisini bütün bir toplumun temsilcisi olarak göremez. Kendi varlığının "öteki" olarak gördüğü muhalefetin varlığına bağlı olduğunu kabul eder. Muhalefeti ortadan kaldırılması gereken bir hasım değil, birlik içindeki farklılığın temsilcisi olarak görür. İki parti liderinin buluşmaları ve onunla başlayan diyalog, agonistik siyasetin kapılarını açabilir

Seçim sonrasında CHP'den beklentiler

31 Mart seçimleri sonrasındaki Türkiye'de paradoks şudur: Demokratik bir rejimle yönetilmeyen bir ülkenin kentlerinde demokratik bir rejimden söz etmek olanağı var mıdır? Bu sorunun yanıtı CHP'li belediyelerin performansına bağlıdır. CHP'li belediyeler, Türkiye'de demokrasiyi, aşağıdan yukarı yerelden merkeze doğru inşa etmek olanağına sahipler. Yeter ki bu fırsat iyi değerlendirilsin

Taksim hukuksuzluk meydanı

Sorun yalnızca 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’na getirilen yasakla sınırlı değil. Barışçı gösterilerin yasaklanması, kolluk güçlerinin barışçı toplantı ve gösterileri engellemek için orantısız güç kullanmaları, ölümcül tehlikesi olan göz yaşartıcı fişekleri kalabalığın üstüne sıkmaları, toplantıya katılanları hırpalayarak gözaltına almaları ve bunu izleyen cezasızlık ülkemizde sık görülen manzaralar