13 Mart 2024

Uluslararası belgelerde Türkiye’de demokrasi ve insan hakları

Türkiye’de demokratik, temel hak ve özgürlüklere, hukuk devletine saygılı bir rejimin kurulması ancak halktan gelen talepler sonucunda gerçekleşecektir

Yaşadığımız ülke, Türkiye Cumhuriyeti nasıl bir rejimle yönetilmektedir?

Bu sorunun yanıtını sadece son birkaç haftada Türkiye’deki temel hak ve özgürlüklerin durumunu, uluslararası standartlara göre inceleyen kuruluşların raporlarına bakarak verebiliriz. 

Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin bir İnsan Hakları Komiseri var. Şimdiki Komiser Bosnalı Dunja Mijatovic. Komiser’in görevi 47 üye devletteki insan hakları durumunu incelemek, raporlar yazmak, gördüğü eksiklikleri gidermek için yapılması gerekenler hakkında tavsiyelerde bulunmak. Bu görevi yerine getirebilmek için Komiser üye devletlere ziyaretler yapıyor. 

Dunja Mijatovic’in Türkiye’ye en son ziyareti 2019 yılındaydı. Bu ziyaretin arkasından, Türkiye’de gözlemlediği insan hakları sorunlarını ve tavsiyelerini içeren bir rapor yazdı. Rapor 2020 yılında yayımlandı. Raporda iktidarın aldığı önlemlerin yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı üzerindeki olumsuz etkiler doğurduğu, hukuk devletinin ortadan kaldırıldığı, özellikle siyasal davalarda ceza yargılamasının en temel ilkelerinin bile uygulanmadığı, AİHM kararına karşın Osman Kavala’nın hala serbest bırakılmadığı üzerinde duruluyor. Rapor, yetkililerin hoşuna gitmemiş olacak ki, Dunja Mijatovic bir daha Türkiye’ye gelemedi. 2022’den beri yeni bir ziyaret yapma talepleri kabul edilmedi. Oysa, Türkiye’nin de kabul ettiği Bakanlar Komitesi kararında, devletlerin Komiser’in görevini yapmasında yardımcı olmaları öngörülüyor. Bu durum karşısında komiser yeni bir Türkiye raporu yazamadı. Onun yerine 5 Mart 2024 tarihli Türkiye’de ifade özgürlüğü hakkında bir memorandum (muhtıra) yayımladı. Bu memorandumda; komiser, Türkiye’de muhalif görüşte olanlara karşı düşmanca bir atmosferin mevcut olduğu, temel hak ve özgürlüklere ciddi sınırlamalar getirildiğini belirtiyor. Basın üstündeki baskılara değiniyor, “sansür yasası” olarak bilinen dezenformasyon yasasının meşru eleştiri yapan gazetecileri, insan hakkı savunucularını susturmak için kullanıldığını söylüyor. 

Öte yandan Türkiye İnsan Hakları Davalarını Destek Projesi, İnsan Haklarını İzleme Komitesi, Uluslararası Hukukçular Komisyonu adını taşıyan,  uluslararası alanda saygın üç sivil toplum kuruluşu, AİHM’in Osman Kavala kararının uygulanması konusunu görüşecek olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne bir mektup gönderdi. 

Mektupta, Osman Kavala ile ilgili iki AİHM kararının uygulanmasının Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden doğan yükümlülüğü olduğu, Bakanlar Komitesi’nin bu yöndeki çabalarını güçlendirmesi ve Türkiye ile uluslararası alanda işbirliğinin bu kararlarının uygulanması koşuluna bağlanması gerektiği belirtilmekte. Mektupta ayrıca, Türkiye’de yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin HSK’nın kompozisyonu, yargıçların ve savcıların atanması, yargıç ve savcıların üstündeki siyasal baskılar gibi sorunlara değinilmekte. 

Akademik Özgürlükler 2024 yılı endeksi, devletleri beş göstergeye göre 10 gruba ayırmış. Bu göstergeler araştırma ve öğretim özgürlüğü, akademik alışveriş ve bilgiyi yayma özgürlüğü, akademik ifade özgürlüğü, kurumsal bağımsızlık gibi kriterleri kapsıyor. Türkiye, 10 gruptan akademik özgürlüklerin en kötü olduğu devletlerden oluşan 10. gruba giriyor. Bu grupta Türkiye ile birlikte Kuzey Kore, Belarus, Myanmar, İran, Suudi Arabistan, Çin, Suriye, Tacikistan gibi devletler var.

The Economist dergisinin her yıl yayımladığı demokrasi endeksinde Türkiye, demokrasiyle yönetilmeyen hibrit rejimler kategorisine giriyor. Kusurlu demokrasiler arasına bile giremiyor. Batı Avrupa’daki tek hibrit rejim Türkiye.

Bunlar sadece son birkaç hafta içinde Türkiye’deki demokrasi, insan hakları, hukuk devletiyle ilgili olarak yayımlanan raporlar, belgeler. Türkiye ile ilgili dış dünyada yayımlanan raporları toplasanız kitaplıklara sığmaz. Bütün bunların gösterdiği bir resim var. Türkiye adı demokrasi olmayan, otoriter, insan haklarına ve hukuk devleti ilkelerine saygısız, bunları dikkate almayan bir rejimle yönetiliyor. Hem de 22 yıldır iktidar Türkiye’yi böyle yönetiyor. 

O zaman bu eleştirel raporlar neden yazılıyor? Raporlardaki eleştirilerle Türkiye’deki rejimin düzeleceği, demokrasiye dönüşeceği mi sanılıyor? Türkiye demokrasiyle yönetilen bir devletler grubunun üyesi. Oyunu demokratik kurallara göre oynamayınca, grubun diğer üyeleri Türkiye’yi uyarmak, demokrasinin kurallarını anımsatmak, bu durumu kabul etmediklerini göstermek için raporlar yazmak, Türkiye ile ilgili kararlar hazırlamak zorunluluğunu duyuyorlar. Bunun da ötesinde, Türkiye’nin de paylaştığı varsayılan değerleri korumak için bu biçimde davranmak zorundalar. 

Bütün bu raporların, kararların, endekslerin Türkiye bakımından taşıdığı anlama gelince. Bir kere şunu görmek gerekir ki, AKP iktidarı bugün gelinen noktaya zaman içindeki olayların etkisiyle gelmiş değildir. Bugün gelinen nokta AKP iktidarının bilinçli olarak gelmek istediği noktadır. Bugünkü otoriter sistemin anayasal altyapısını oluşturan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, 2017 yılında başarısız darbe girişiminden sonra çıkmış değildir. 2011-2013 yıllarında TBMM’de toplanan Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na AKP, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi önerisini getirmiş, yeni Anayasa’ya sokmaya çalışmıştı. Bu AKP’nin Türkiye’yi yönetmek istediği rejimdir. Ancak böyle bir rejimle AKP iktidarda kalacağına inanmaktadır. Bu rejimin temel niteliği tüm iktidarın tek bir elde toplanması ve bunu kontrol eden fren-denge mekanizmalarının bulunmaması. Aynı zamanda yargıdan tutun insanlara kadar her şeyin “yerli ve milli” olması.

Böyle olunca dış dünya ve özellikle Batı dünyasıyla olan ilişkiler değerlere değil, iş yapma anlayışına dayanıyor. Batılı devletlerle ekonomik, güvenlik alanlarında ilişkilerimiz var. Bu ilişkilerden doğan çıkarları AKP iktidarı korumak istiyor. Ama o kadar.

O nedenle Türkiye’deki demokrasi, insan hakları, hukuk devletine ilişkin raporların, kararların Türkiye üzerinde hiçbir etkisi yok. Örneğin, Türkiye’deki yargı bağımsızlığına ilişkin raporlar ciddi eleştirileri, kaygıları içeriyor. Ama bunlar hiç yokmuş gibi Adalet Bakanlığı’nın 8. Yargı Paketi yürürlüğe giriyor. 

AİHM kararlarına göre adil yargılanma hakkına ilişkin davalarda, AİHM davaya taraf devlette yargının bağımsız ve tarafsız olmadığına karar verirse, adil yargılanma hakkının savunma hakkı, silahların eşitliği, masumluk karinesi gibi diğer unsurlarını incelemez. Bağımsız olmayan bir mahkemenin vereceği karar zaten adil olamaz. Aynı mantık sayısız yargı paketi için de geçerli. Türkiye’deki büyük sorun yargının bağımsız olmaması. Bu soruna çözüm bulunmadığı sürece yargı paketleri bir anlam taşımaz. Bağımsız olmayan bir mahkemenin davayı erken ya da geç sonuçlandırmasının ne anlamı var?

Batı’daki insan hakları demokrasiyle uğraşan çevrelerin eleştirilerini içeren raporlara karşın, Batılı hükümetler de giderek Türkiye’deki iktidara paralel bir tutum benimsemeye başladılar. Onlara göre Türkiye kendilerinden kültürel, ekonomik, toplumsal nedenlerle farklı bir ülkedir. O nedenle, belki de hiçbir zaman demokrasiyle yönetilmeyeceğini kabul etmek gerekir. 

Ama Türkiye ile iş ilişkileri vardır. Bu ilişkileri korumak Batılı ülkelerin de çıkarınadır. Sorunu karmaşık yapan, güçleştiren Türkiye’nin ortak değerlere dayanan Batılı kuruluşların içinde olması.  Konunun bu yönü Batı’daki insan hakları kuruluşlarına havale edilmiş. Onların eleştirileri, raporları, ortak değerlerin korunması bakımından önem taşıyor. Ama insan hakları, demokrasi eleştirileri ile iş ilişkileri arasında bir duvar var. Demokrasi eleştirileri ekonomik çıkarlarla birleştirilmiyor. O yüzden de etkili olamıyor. 

Bütün bunlardan çıkan sonuç şu ki, Türkiye’de demokratik, temel hak ve özgürlüklere, hukuk devletine saygılı bir rejimin kurulması ancak halktan gelen talepler sonucunda gerçekleşecektir. Halktan gelen talepler rejimi dönüştürecek bir noktaya erişmediği sürece, Batılı demokrasilerinin raporlarındaki eleştirilerle yetinmek zorunda kalacağız.

Rıza Türmen kimdir?

Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.

Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı.

Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu.

1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı.

1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı.

1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu.

1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü.

2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı.

2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı.

2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi.

İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları" ve "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" adlı iki kitabı yayımlandı.

Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor.

Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Barış çağrısı ve Kürt sorunu

Her şeyin başında, bir güven ortamının yaratılmasına gereksinim var. Karşınızda oturan kişinin düşmanınız değil, farklı görüşlere sahip müzakere ortağınız olduğu anlayışının görüşmelere egemen olması gerekli

İnsan hakları gününüz kutlu olsun

İnsan haklarıyla demokrasi ve hukuk devleti arasında yakın bir bağlantı var. Türkiye, demokrasiden uzaklaştıkça, hukuk devleti rafa kaldırıldıkça, insan hakları ihlalleri de artıyor. Hukuk devleti güvencesinin olmaması insan haklarını da korumasız bırakıyor

Türkiye’nin demokratiksizleştirilmesi

Siyasal iktidarın demokrasiyle bağını kopararak giderek daha fazla otoriterleşme, daha fazla şiddete başvurma yolundaki yürüyüşü bu aşamada etkili bir toplumsal direnişle durdurulamazsa, Türkiye’nin demokratiksizleşmesinin geri dönülmesi olanaksız bir noktaya ulaşması kaçınılmaz olacak

"
"