Geleneksel olarak denizlerin iki temel işlevi var. Denizler hem bir ulaşım yolu, hem de canlı ve cansız kaynaklar bakımından ekonomik öneme sahip.
Son yıllarda denizlerin altında önemli hidrokarbon rezervlerinin bulunduğunun anlaşılması, kıyı devletlerinin yetki alanlarını genişletmeleri yönünde bir eğilim doğurdu. Bu da uluslararası alanda yeni anlaşmazlıklara yol açtı.
BM Deniz Hukuku Sözleşmesi
Günümüzde denizlerdeki hukuk düzenini belirleyen uluslararası belge 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi. Bu sözleşme, 1974-82 arasındaki bir dizi konferans sonucu ortaya çıktı. 167 devlet tarafından onaylanmış durumda. Türkiye, Sözleşme'ye taraf olmayan devletlerden. Karasularının azami genişliğinin 12 mil olmasına ilişkin madde, adalara karalar gibi kıta sahanlığı ve ekonomik bölge tanıyan madde, Türkiye tarafından kabul edilmez bulundu. Ama Sözleşme'nin birçok maddesi teamülî hukuk kuralı niteliği kazandı. O nedenle Sözleşme'ye taraf olmayan devletler bakımından da geçerli oldu.
Doğu Akdeniz'de Türkiye ile Yunanistan'ı bir çatışmanın eşiğine getiren gelişmeleri değerlendirmek için Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin ilgili hükümlerine yakından bakmak gerekir.
Kıta Sahanlığı: Fiziksel, jeolojik bir kavram olup kıyı devletlerin karasının su altındaki doğal uzantısıdır. Doğal uzantının 150–200 metre derinliğe kadar uzandığı bölümdür. Türkiye'nin Ege Denizi'nde geniş bir doğal uzantısı olmasına karşılık Karadeniz ve Akdeniz'de dar bir doğal uzantıya sahip. Bu iki denizde Türkiye'nin kıyılarından az bir mesafe sonra deniz tabanı çok derinlere ulaşmakta. Kıyı devletinin, kıta sahanlığındaki doğal kaynaklar üzerinde egemen hakları bulunuyor. Bu doğal kaynakları istediği gibi araştırabilir ve işletebilir. Kıyı devletinin bu hakları, kıta sahanlığının, ana karanın bir uzantısı olmasından kaynaklanıyor. Kıta sahanlığı fiziksel bir kavram olduğundan kıyı devletinin bu hakları kullanmak için bir bildiri yapması gerekmiyor. Doğal uzantı, 200 deniz milinden yani ekonomik bölgeden daha uzun ise, kıta sahanlığı 350 deniz milinin ötesine geçemez. 200 milden daha kısa ise, 200 mile kadar kıta sahanlığı hakkı vardır. Bundan anlaşılabileceği gibi, Sözleşme'de, doğal uzantı ölçütü mesafe ölçütü ile tamamlanmıştır.
Münhasır Ekonomik Bölge (MEB): 200 mil ekonomik bölge, okyanuslarda uzun kıyısı olan devletlerin balık kaynaklarını korumak için 200 mil kara suyu ilan etmelerinden kaynaklandı. Konferansta, bu devletlerin 200 mil karasuyundan vazgeçmelerine karşılık, 200 mil ekonomik bölgeye sahip olmaları bir uzlaşı olarak kabul edildi. Ekonomik bölgedeki canlı ve cansız kaynakların araştırılması, kullanılması, korunması ile ilgili olarak kıyı devleti egemen haklara sahip. Dolayısıyla ekonomik bölge, 200 deniz miline kadar kıta sahanlığını da kapsıyor. Uluslararası Adalet Divanı (UAD), Libya/Malta Kıta Sahanlığı Davası'nda, devletlerin uygulamalarıyla ekonomik bölgenin bir teamülî hukuk kuralı niteliğini kazandığını belirtti. Ekonomik bölge hakkına sahip olmak için kıyı devletinin bunu ilan etmesi ve BM Genel Sekreterliği'ne bildirmesi gerekiyor.
Ekonomik bölge ve kıta sahanlığının üstündeki sular ve hava sahası, açık deniz rejimine tabi. Bu sularda ve üstündeki hava sahasında üçüncü devletlerin geçiş ve uçuş serbestliği, denizaltı kablo döşeme hakkı mevcut.
Adalar: Sözleşme'nin 121. maddesine göre, adalar, karalar gibi karasuyu, münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığına sahip. Bunun istisnası, üzerinde insan yaşamayan kayalıklar. Kayalıkların sadece karasuları var. Ekonomik bölge ve kıta sahanlığına sahip değiller.
Ege Denizi'nde Yunan adalarıyla kuşatılmış olan Türkiye, Konferans'a bu hükmün değiştirilmesi ya da hiç olmazsa Ege Denizi'ndeki özel durumun bu madde dışında bırakılması için pek çok öneri sunmuşsa da bu öneriler kabul görmedi. (Örneğin, Ege gibi yarı kapalı denizlerdeki adalar için farklı bir rejim uygulanması gibi.) Türk heyetine verilen genel yanıt, Ege'deki sorunun bir sınırlandırma sorunu olduğu ve bu çerçevede bir çözüm bulunması gerektiği yolundaydı.
Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması: Kıyıları karşılıklı olan devletlerin kıta sahanlıkları ya da ekonomik bölgeleri çakışıyor, üst üste geliyorsa bir sınırlandırma sorunu ortaya çıkar. UAD'nın ABD ile Kanada arasındaki Maine Körfezi kararında belirttiği gibi, böyle durumlarda, hiçbir devlet tek yanlı olarak deniz yetki alanlarının sınırlarını belirleyemez. Sınırların kıyıdaş devletler arasında anlaşma ile belirlenmesi gerekir.
Sözleşme'de kıta sahanlığı ve ekonomik bölgelerin sınırlandırılmasıyla ilgili maddelerde, sınırlandırmanın taraflar arasında anlaşma ile yapılması, uluslararası hukuka uygun olması ve hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşılması öngörülmekte. Bu maddeler, sınırlandırmada orta hat yönteminin esas alınmasını isteyen bir grup devletle, sınırlandırmada hakkaniyet ve özel durumların esas alınmasını isteyen, içlerinde Türkiye'nin de bulunduğu başka bir grup devlet arasında bir uzlaşı niteliğinde.
Doğu Akdeniz anlaşmazlığı
Doğu Akdeniz'deki petrol rezervlerinin araştırılması ve işletilmesine ilişkin anlaşmazlık, uluslararası hukuk açısından bir sınırlandırma anlaşmazlığı. Bu anlaşmazlıkların, kıyıdaş devletler arasında yapılacak görüşmeler ve hakkaniyete uygun bir anlaşma ile çözümlenmesi gerekir. Ne var ki kıyıdaş devletler arasındaki siyasal sorunlar masaya oturarak çözüm bulunmasına olanak vermemekte. Türkiye'nin Mısır ile İsrail ve Suriye'de büyükelçisi yok. KKTC'yi Türkiye dışında başka bir devlet tanımıyor. Türkiye de Kıbrıs Rum yönetimini tanımıyor. Türkiye'nin Libya Ulusal Hükümeti ile yaptığı sınırlandırma anlaşmalarının, Libya'da meşru hükümet olduğunu iddia eden General Hafter tarafından geçersiz olduğu ileri sürülüyor.
Soruna bir çözüm bulunmadan, kıyıdaş devletlerin tek yanlı iddialarının hukuken bir geçerliliği yok. Bir iddiadan ibaret. Aynı şekilde, Türkiye ile Libya'nın, ya da Yunanistan ile Mısır'ın yaptıkları ikili anlaşmalar da anlaşmayı yapan devletler arasında hüküm doğurur. Diğer kıyıdaş devletler açısından bir sonuç doğurmaz.
Kıta sahanlığı ya da ekonomik bölge sınırlandırmalarına uygulanacak ilkeler içtihatla UAD'ın ya da Hakem Mahkemeleri'nin kararlarıyla belirlenmiş.
Örnek kararlar
Almanya ile Hollanda ve Danimarka arasındaki Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı anlaşmazlığına ilişkin olarak UAD'ın 1969 kararı, sınırlandırmayla ilgili hukuk kurallarının oluşmasında önemli bir rol oynadı. Bu olayda, üç devletin kıyılarının coğrafi yapısı nedeniyle eşit uzaklık ya da ortak kat yönteminin uygulanması Almanya'ya çok dar bir kıta sahanlığı bırakacaktı. O nedenle UAD ortay hat yöntemini uygulamadı. Onun yerine, kararında sınırlandırmanın hakkaniyet ilkesine göre ve bütün özel durumlar dikkate alınarak yapılması gerektiğini söyledi. Burada önemli olan sonucun hakkaniyete uygun olmasıydı. Bu amaçla, UAD devletin kıyılarının uzunluğu ile sahip olunacak kıta sahanlığı arasında orantıyı göz önünde bulundurdu. Türkiye'nin, bir grup devletle birlikte Deniz Hukuku Konferansı'na verdiği sınırlandırma önerileri bu karara dayanmaktaydı.
Ortay hat ve eşit uzaklık yöntemlerinin ya da başka bir yöntemin kullanılması, hakkaniyete uygun bir sonuç doğurmasına bağlı. Birçok kararda UAD önce ortay hat çizip, sonra adaların varlığı gibi özel durumları dikkate alarak ortay hatta düzeltmeler yaptı ve hakkaniyete uygun bir sonuca ulaşmaya çalıştı.
Birçok kararda ise UAD ortay hat yöntemini hiç kullanmadı. UAD bakımından önemli olan sonuç. Hakkaniyete uygun bir sonuca varmak için kullanılan ilkeler ve yöntemler davanın koşullarına göre değişiyor.
Sınırlandırma yapılacak bölgede adaların bulunması, elbette dikkate alınması gereken özel bir durum. İçtihada baktığımız zaman, UAD ve Hakem Mahkemeleri'nin kararlarında adalara tanınan deniz yetki alanlarının hakkaniyet ilkesi uyarınca değişiklik gösterdiğini görüyoruz.
Örneğin, Tunus/Libya kıta sahanlığı davasında Tunus'a ait Kerkennnah Adaları'na, UAD yarım etki verdi. İngiltere/Fransa arasındaki Manş Denizi sınırlandırma davasında, Atlantik kıta sahanlığı üzerindeki İngiltere'ye ait Scilly adasına UAD, yarım etki verdi.
Kanada ile Fransa arasındaki kıta sahanlığı anlaşmazlığında söz konusu olan, Kanada kıyılarına yakın Fransız adaları, St. Pierre ve Miquelon'a tanınacak deniz yetki alanlarıydı. Hakem Mahkemesi, batı bölgesinde adalara kıta sahanlığı tanınmasının Kanada'nın Newfoundland bölgesini kapatacağı için, bu bölgede Fransız adalarına 12 mil kara suyuna ek olarak 12 deniz mili ekonomik bölge vermekle yetindi. Adaların okyanusa açılan yüzünde ise 200 deniz mili ekonomik bölge tanındı.
Danimarka ile Norveç arasındaki sorun Danimarka'ya ait Grönland adası ile Norveç'e ait Jan Mayen adası arasındaki kıta sahanlığının sınırlandırılmasıydı, UAD iki kıyı arasında bir ortay hat çizerek başladı. Sonra kıyı uzunlukları, balık stokları gibi özel durumları inceledi ve ortay hattın hakkaniyete uygun olmayacağı sonucuna vararak, ortay hatta düzeltme yaptı.
Eritre–Yemen Hakem Mahkemesi kararında adaların anakaranın bütünleyici parçası olduğu durumlarda tam etkiye sahip olabilecekleri kabul edildi.
Buna karşılık, Romanya–Ukrayna davasında UAD, Yılan Adası'na deniz yetki alanı tanımadı.
Bu açıklamalardan da anlaşılabileceği gibi adaların sahip olacağı deniz yetki alanları olayın koşullarına göre değişmekte.
Türkiye–Yunanistan arasındaki deniz yetki alanı krizleri
Türkiye ile Yunanistan, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmamış olması nedeniyle ilk kez savaşın eşiğine gelmiyor. 1976'da Ege'deki karşılıklı petrol araştırmaları sonucunda iki devlet arasında savaş çıkmasına ramak kalmıştı. Bu kriz, BM Güvenlik Konseyi'nin 395 sayılı kararı ve iki devlet arasındaki Bern Anlaşması ile sonuçlandı. Yunanistan'ın UAD'a yaptığı ihtiyati tedbir başvurusu ise reddedildi. 395 sayılı Güvenlik Konseyi kararı, Ege kıta sahanlığına ilişkin sorunların görüşmeler yoluyla çözümlenmesi ve bu bağlamda UAD'ın katkısının dikkate alınması konusunda çağrıda bulunuyor.
Bern Anlaşması ise, Ege kıta sahanlığı sorununun, bir anlaşmaya varmak amacıyla iyi niyetli müzakerelerle çözümlenmesini, bu süre içinde tarafların müzakereleri etkileyecek davranışlardan kaçınmalarını öngörüyor. Bern Anlaşması'nın kamuoyuna açıklanmayan maddesinde ise, taraflar müzakerelerde sonuç alamazlarsa sorunu UAD'a götürmeyi kabul ediyorlar.
1976 krizini, 1987 sismik araştırma krizi, 1996'daki Kardak krizi izledi. Her iki kriz de bir Türk-Yunan savaşına yol açabilirdi. 1987 Krizi sırasında Yunanistan Bern Anlaşması'nı tanımadığını açıkladı.
Türkiye ile Yunanistan'ın önünde iki seçenek var: Ya deniz yetki alanlarıyla ilgili tek yanlı savlarını ve eylemlerini sürdürecekler, o nedenle belirli aralarla savaş tehlikesiyle karşı karşıya gelecekler ve belki de sonunda savaşa girecekler ya da anlaşmazlığı barışçı yollardan çözümlemeye çalışacaklar. İki tarafta da soruna barışçı yollardan çözüm bulma yolunda irade mevcutsa, ya masaya oturup görüşecekler, ya da anlaşmazlığı UAD'ye ya da Hakem Mahkemesi'ne götürecekler. Başka bir seçenek ise, Bern Anlaşması'nda olduğu gibi, önce görüşmelerle bir çözüm aramak, bu başarılı bir sonuç vermezse, anlaşmazlığın ya da bazı konularda anlaşma sağlanırsa, anlaşmazlık sağlanamayan konuların UAD'ye götürülmesi. Ancak UAD'ye götürülmesinin ön koşulu önce iyi niyetli, anlamlı, çözüm aramaya yönelik görüşmeler yapılması olmalı.
UAD'nin kararı ne olabilir?
Anlaşmazlık UAD'na götürülürse, UAD'nın karar vermesi istenen hususları içeren, UAD'na götürülecek anlaşmazlığın sınırlarını çizen, taraflar arasındaki "özel anlaşma–compromis" büyük bir önem taşıyacak. Örneğin, üzerinde insan yaşamayan adacık ve kayalıkların aidiyeti konusu da UAD'nın yetkisine girecek mi? UAD'nın hem Ege, hem de Akdeniz'deki deniz yetki alanlarının sınırlandırılması mı öngörülecek? Herhalde özel anlaşmaya, Ege'de karasularının 6 mil olduğu ve sınırlandırılacak kıta sahanlığı ve ekonomik bölgenin 6 deniz mili karasularından başlayacağının yazılması önemli. Böylelikle Ege'de Yunan karasularının 12 mile genişletilmesi de önlenmiş olur.
Anlaşmazlık, UAD'na götürüldüğü takdirde, UAD'nın Yunanistan'ın Türkiye'ye 2 km mesafedeki Meis adasına, deniz yetki alanları verilerek Türkiye'nin kendi kıyılarına hapsedilmesi, ya da Türkiye'nin 8 bin 303 kilometrekarelik, 260 km kıyı uzunluğuna sahip Girit Adası'na deniz yetki alanı tanınmaması gibi makul olmayan, aşırı tezleri kabul etmeyeceği kuşkusuz.
UAD, Ege Denizi'ndeki adaları, sınırlandırmaya olan etkileri bakımından üç grupta toplayabilir. Birinci grup, Türkiye'nin kıyısının çok yakınındaki adalar. Bunlar 12 ada, Sakız, Sisam, Midilli ve Boğazönü (Limni, Semadirek) adaları. Bunlara 6 mil karasuyu dışında deniz yetki alanı tanımayabilir. İkinci grup, Ege'nin ortasındaki adalar. Bunlara yarım etki tanıyabilir. Üçüncü grup, Yunan kıyısına yakın adalar. Bunlara tam etki verebilir.
Akdeniz'de ise UAD, Türkiye'nin ana karası ile Girit arasında bir ortay hat ya da bunu Türkiye lehine düzelten bir çizgiyle iki ülke arasındaki ekonomik bölge ve kıta sahanlığını sınırlandırabilir. Ancak Akdeniz'de Türkiye'nin deniz yetki alanlarının sınırlarının belirlenmesi için Mısır ve Suriye ile de sınırlandırma anlaşmalarının yapılması gerekir.
Türkiye'nin bu konuda atacağı adımlara karar verirken, Dışişleri Bakanlığı'nın sınırlandırma konusunda uluslararası alanda tanınmış hukukçularla temasa geçerek onlardan görüş alması önemli.
Bu aşamada, Türkiye'nin Yunanistan'la ikili görüşmeler ve UAD'nı kapsayan yapıcı ve somut bir öneriyle ortaya çıkması, Akdeniz'deki gerginliği ortadan kaldırmak ve uluslararası kamuoyunu lehine çevirmek bakımından önemli bir hamle olur.