23 Haziran 2023

Osman Kavala olayı: Hakikat ve adalet

TRT’nin yaptığı dizinin yol açtığı hukuksal sorunlar yanında, sorunun bir de etik yanı var

Osman Kavala

Bir devlet, hakkında hüküm kesinleşmemiş, dolayısıyla masumluk karinesinden yaralanan bir yurttaşını kendi halkına suçlu göstermek için neden film yaptırır? Hele bu kişi hakkında derhal serbest bırakılması gerektiğini söyleyen AİHM kararı varken.

Devletin televizyon kanalı TRT bir süredir bir dizi film gösteriyor. Dizinin adı Metamorfoz. Henüz birinci bölümü gösterildi. Öbür bölümleri de yakında gösterime girer. Film, Osman Kavala hakkında. Her ne kadar dava açılmasını önlemek için filmdeki adı Teoman Bayramlı olarak değiştirilmişse de Osman Kavala’ya fiziksel yönden çok benzeyen bir oyuncu tarafından canlandırılması yanında, Teoman Bayramlı ile Osman Kavala’nın doğum yerlerini, gittikleri okulları ve başka benzerlikler filmin kimin hakkında olduğu konusunda kuşkuya yer bırakmıyor.

Filmin amacı Osman Kavala’yı suçlu ve bunun da ötesinde kötü bir insan olarak göstermek. Bunun için her yola başvurulmuş. Osman Kavala’nın bulaşmadığı kirli iş yok. Casusluktan tutun kötü bir kapitalist olmaya kadar. Karanlık bir insan bu Osman Kavala. Onun için başına gelenleri hak ediyor. Dizinin mesajı bu. Oysa, örneğin, casusluk davasından beraat etmişti. Daha ilk bölümde böylesine kötü, suçlu bir Osman Kavala portresi çiziliyorsa, Gezi ile ilgili bölüm gelince kim bilir neler söylenecek? Bunu tahmin etmek güç değil.

Osman Kavala ile ilgili olarak iki yargı süreci sürüyor. Birisi, müebbet hapis cezasına hükmeden kararla ilgili Yargıtay süreci.  İkincisi, Anayasa Mahkemesi önündeki Osman Kavala’nın tutuklulukla ilgili bireysel başvurusu.  Bu iki yargı süreci sürerken böyle önyargılı, suçlayıcı bir filmin yapılması TCK 277’deki yargıyı etkileme suçu değil midir? Bu filmin, aynı zamanda TCK 125’teki Osman Kavala’nın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici bir nitelik taşıdığı açık değil mi? Yargının bağımsız olduğu bir ülkede yaşasaydık, bu filmi yapanların cezalandırılacağı ve dizinin bundan sonraki bölümlerinin gösterilmesinin durdurulacağı kuşkusuz. Ama AKP Türkiye’sinde böyle bir kararın çıkması yargıcın cesaretine bağlı.

Bu filmle AKP iktidarı neyi amaçlıyor? Türkiye, AİHM’in Osman Kavala ile ilgili kararını uygulamadığı için Avrupa Konseyi ile nihai bir hesaplaşmaya doğru gidiyor. Bu hesaplaşma, Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden çıkarılmasıyla sonuçlanabilir. Siyasal iktidar kendi kamuoyunu böyle bir hesaplaşmaya mı hazırlıyor?

AİHM Kavala kararında Gezi olaylarıyla ilgili olarak Osman Kavala’ya atılan suçlamaların hiçbir kanıtı olmadığını, Kavala’nın eylemlerinin hak ve özgürlüklerinin kullanılması niteliği taşıdığını, tutuklamanın suç işlediğini gösteren makul bir kuşkuya dayanmadığını belirtti. Ayrıca tutuklamanın sivil toplumu susturmak gibi siyasal nedenlerden kaynaklandığı sonucuna vardı. Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılması gerektiğini öngördü.

Türkiye’de ise yargı ve siyasal iktidar, Anayasa’ya ve Türkiye’nin taraf olduğu Sözleşme’den doğan yükümlülüklerine aykırı olarak, AİHM kararını görmemezlikten geldi. AİHM’in Gezi olaylarında Kavala’ya atılan suçlamaların hiçbir kanıta dayanmadığını belirtmesine karşın Osman Kavala, Gezi olaylarından müebbet hapse mahkûm oldu. Biraz garip değil mi? AİHM kararının bağlayıcılığı, Türkiye’nin Sözleşme’den doğan kararı uygulama yükümlülüğü, iktidarın ve yargının umurunda değil. Böyle bir hukuksuzluk denizi içinde yüzen Kavala ise 6 yıldır cezaevinde. Şimdi bu filmle hukuksuzluk, kamuoyunda haklı gösterilmeye çalışılıyor.

AİHM kararlarının uygulanmasından sorumlu Bakanlar Komitesi seçimin sonucunu bekledi. Seçim sonucu belli olunca şimdi dişlerini göstermeye başladı. Bakanlar Komitesi son Haziran toplantısında Sekreterya ’ya Türkiye’ye uygulanacak yaptırımlarla ilgili seçenekleri içeren bir kâğıt hazırlaması için talimat verdi. Bu kâğıt, Temmuz toplantısında konuşulacak. Eylül toplantısında ise, Bakanlar Komitesi kararın uygulanmasını sağlamak için atılacak adımlar konusunda bir karar verecek.

TRT’nin yaptığı dizinin yol açtığı hukuksal sorunlar yanında, sorunun bir de etik yanı var. Bu film, kötü niyetli bir film. Haksız yere cezaevinde tutulan bir insana kötülük yapmak için hazırlanmış. Bu filmin yapılması talimatını verenleri anladık da, filmi yapan yönetici, oynayan oyuncular başka bir insana neden kötülük yapmak isterler? Yandaşlık insanın gözünü bu kadar mı karartır? Osman Kavala, açıklamasında “bana üzüntü veren genç sanatçıların bu itibar suikastı projesinde yer almaktan rahatsızlık duymamaları” diyor. Milletvekili Sezgin Tanrıkulu oyunculara diziden çekilmeleri çağrısında bulundu. Bu çağrılara kulak vermek gerekir.

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra Nazi iktidarının savaş suçluları Nuremberg’de yargılandı. Nuremberg Mahkemesi’nin açılış oturumunda konuşan Mahkeme’nin Başsavcısı Robert Jackson şöyle diyordu: “Sanıklar, nefret ve şiddet doğuran suçları işlerken güvendikleri şey hukukun, ahlaki değerlerin gerisinde kalacağı umuduydu.” Nuremberg yargılamaları bu umudun doğru olmadığını göstermeliydi.

Bu filmi yapanlar da, ahlaki bakımdan sorunlu film nedeniyle, Türkiye’deki yargı tarafından cezalandırılmayacaklarına, hukukun ahlaki değerlerden etkilenmeyeceğine güveniyorlar...

Osman Kavala ile ilgili bir film yapılacaksa, bu filmin konusu hukukun siyasete nasıl alet edildiği olabilirdi. Filmde Osman Kavala’yı serbest bırakmamak için ne oyunlar oynandığı, hukuk nasıl arkasından dolanıldığı, Kavala’nın kaç kere beraat edip aynı olgularla suçun adı değiştirilerek yeniden tutuklandığı, AİHM’in kararını uygulamamak için neler yapıldığı anlatılırdı. Böyle bir film eğitici de olurdu. Hukuk Fakültelerinde hukuk devletinin ne olduğunu ya da ne olmadığını anlatmak için kullanılırdı.

Dizinin Gezi olayları bölümünde Osman Kavala suçlanırsa, film AİHM kararına da karşı yapılmış bir film niteliğine bürünecek. Türkiye, AİHM kararını uygulamamayı haklı göstermek için film yapan ilk ülke unvanını kazanacak. Bu filmi seyredecek olan AİHM yargıçlarının ve Bakanlar Komitesi’ndeki Büyükelçilerin ne düşüneceklerini doğrusu merak ediyorum.

Osman Kavala Türkiye’nin Dreyfus’u. Fransız ordusunda bir subay olan Dreyfus da kendisine atılan casusluk suçlaması nedeniyle önce mahkûm oldu, 1906’da yapılan ikinci yargılamada bu suçlamanın asılsız olduğu anlaşıldı. Gerçek su yüzüne çıktı ve Dreyfus beraat etti. Hukuk yanlışı düzeltildi. Dreyfus olayı Fransız toplumunu ikiye böldü. Antisemit, dinci, milliyetçi, muhafazakârlar Dreyfus’un suçluluğunu savunurken, özgürlükçü demokratlar suçsuzluğunu ileri sürüyorlardı.

Dreyfus’un ikinci kere yargılanmasında Fransa’daki kamuoyu baskısının rolü büyük oldu. Bu kamuoyunun oluşmasında ise en büyük pay Emile Zola’ya aitti. L’Aurore gazetesinde “J’Accuse” (itham ediyorum) başlığı altında Cumhurbaşkanı’na hitaben yayımladığı ve Dreyfus olayındaki hukuksuzluklara dikkati çeken, hükümeti antisemitizm ile suçlayan mektubu kamuoyunda büyük bir yankı uyandırdı.

Türkiye’de de Osman Kavala’nın serbest bırakılması, yapılan haksızlığın düzeltilmesi için kamuoyunun desteğini sağlayacak büyük bir kampanyaya gereksinim var. TRT’nin dizisi böyle bir kampanyayı tetikleyebilir.  Bu kampanya sivil toplum platformları, meslek kuruluşları, siyasal partiler, sanatçıların katılımıyla büyük bir halk kesimine hitap etmeli. Geniş halk kitlelerinden haksızlığa, hukuksuzluğa karşı bir itirazın yükselmesini sağlamalı.

Emile Zola, “ulusların büyüklüğünü hakikat ve adalet sağlar.” Der. AKP, iktidarı döneminde en çok aranan, yokluğu hissedilen kavramlar hakikat ve adalet. Bu kampanya bu iki kavrama duyulan gereksinimi ortaya çıkaracak, hakikat ve adaletin gerçekleşmesi yolunda önemli bir adım olacak.

Fransa’da hukuk devleti, Dreyfus olayından sonra yerine oturdu. Türkiye’de de Osman Kavala olayının hakikat ve adalete uygun bir biçimde sonuçlanmasıyla, hukuk devletinin geçerli olduğu bir ülkede yaşamaya başlayabiliriz.

Rıza Türmen kimdir?

Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.

Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı.

Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu.

1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı.

1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı.

1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu.

1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü.

2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı.

2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı.

2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi.

İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları" ve "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" adlı iki kitabı yayımlandı.

Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor.

Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yaşlı Kadınlar İklim Koruma Derneği ve insan hakları

İsviçre Dışişleri Bakanlığı “Bu karar AİHM’in saygınlığına gölge düşürmüştür” yolunda açıklamalar yapmadı...

Yerel seçimler ve ötesi

HP kendi oyun alanını çizen, geçmişiyle gurur duyan ama ileriye bakan, halka anlatacak bir Türkiye projesi bulunan, bir sosyal demokrat parti olma yolunda. Bu görünüşüyle halka güven verdiğini 31 Mart seçimleri gösterdi. Bu değişimde Özgür Özel’in büyük payı var

Uluslararası belgelerde Türkiye’de demokrasi ve insan hakları

Türkiye’de demokratik, temel hak ve özgürlüklere, hukuk devletine saygılı bir rejimin kurulması ancak halktan gelen talepler sonucunda gerçekleşecektir