Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 2 Şubat günü üçte iki çoğunlukla aldığı kararla, ihlal prosedürü başladı ve Osman Kavala davası yeni bir aşamaya girdi.
Bu aşamada AİHM’in Kavala kararının Türkiye tarafından uygulanmamasının doğurduğu sorun yeni bir hukuksal süreci başlatacak. Bakanlar Komitesi kararı AİHM’e gönderecek ve bir soru soracak: “Türkiye kararı uygulama yükümlülüğünü yerine getirdi mi?”
Bu soruya 17 yargıçtan oluşan AİHM Büyük Dairesi yanıt arayacak. AİHM 2019 yılında verdiği kararı yeniden görüşmeyecek. Sadece Türkiye’nin kararı uygulayıp uygulamadığı konusunda bir karar verecek. Bunu yaparken AİHM Büyük Dairesi, Bakanlar Komitesi önündeki prosedürü, alınan kararları inceleyecek. Tarafların görüşlerini alacak. Bir hukuksal değerlendirme yapacak. Türkiye’nin kararı uygulamadığı sonucuna varırsa, bu yeni bir ihlal oluşturacak. Sözleşme’nin 46/1 maddesi ihlal edilmiş olacak.
Sonra karar yeniden kararların uygulanmasını denetlemekle sorumlu olan Bakanlar Komitesi’ne gelecek. Ama bu kez, Bakanlar Komitesi’ndeki siyasal süreç, AİHM’in kararı nedeniyle hukuksal bir zemine oturmuş olacak.
Bakanlar Komitesi siyasal bir organ. Kararı uygulatmak için elinde siyasal baskıdan başka bir araç yok. Bu siyasal baskının, hangi somut önlemlere dönüşeceği konusunda bir emsal bulunmamakta. İhlal prosedürünün bundan önce uygulandığı tek karar, Ilgar Mammadov / Azerbaycan kararıydı. Ancak Azerbaycan, AİHM görüşürken Mammadov’u serbest bıraktığı için Bakanlar Komitesi’nin yaptırımlara başvurmasına gerek kalmadı. Bakanlar Komitesi’nin yaptırımlarının somut olarak ne olacağını bilmiyoruz ama varacağı son noktayı biliyoruz. Avrupa Konseyi Statüsü’nün 8. Maddesi gereğince, hukuk devleti ilkesini ciddi olarak ihlal eden bir devletin, temsil edilme hakları askıya alınabilir ve Bakanlar Komitesi tarafından üyelikten çekilmesi istenebilir. Üye devlet, buna uymazsa, Bakanlar Komitesi ilgili devleti üyelikten çıkarabilir.
Bütün bunlar ne için? Çünkü siyasal iktidar, Osman Kavala’nın serbest kalmasını istemiyor. Hukuka aykırı da olsa, siyasal nedenlerle keyfi bir biçimde cezaevinde tutmak istiyor. AİHM’in deyimiyle Kavala’yı “susturmak” istiyor. Kavala’yı susturmak yoluyla insan hakları savunucularına göz dağı vermek istiyor.
Dışişleri Bakanlığı’nın Bakanlar Komitesi kararına ilişkin açıklaması, bundan önceki açıklamasını yineleyen talihsiz bir açıklama. “Bakanlar Komitesi ülkemizde devam eden bağımsız yargı sürecine müdahale niteliği taşıyan yaklaşımını devam ettirmiş.” diyor. Bu doğru değil. AİHM’in uygulanmayan 10 Aralık 2019 tarihli kararı tutuklamayla ilgili. Yargılama süreciyle değil. O nedenle kararın uygulanmasını öngören Bakanlar Komitesi kararı, davaya müdahale niteliği taşımıyor.
Açıklamada “başka ülkelerle ilgili çok sayıda uygulanmayan karar bulunurken, Kavala kararının sürekli olarak gündemde tutulmasının iyi niyetten uzak, kasıtlı bir yaklaşım olduğu” ileri sürülüyor. Başka devletlerin de, Türkiye’nin de başka uygulanmayan kararları var. Türkiye, kararları uygulamama bakımından ikinci sırada. Ama Demirtaş ve Kavala kararlarına öncelik verilmesi ve Kavala’da ihlal prosedürünün uygulanmasının nedeni, 18. Maddenin ihlali. Uygulanmayan başka kararlardan farkı bu. 18. Madde, devletin Sözleşme’yi, Sözleşme’de yazılı olmayan, hukuka aykırı amaçlarla kullanmasını, siyasal amaçlarına alet etmesini yasaklıyor. Bu maddeden ihlal çok ağır nitelikte. O nedenle ihlalin derhal durdurulması gerekli görülüyor.
Açıklamada “bu önyargılı kararın Avrupa İnsan Hakları sisteminin itibarını zedelediği aşikardır." ifadesi kullanılıyor. Avrupa İnsan Hakları sisteminin itibarını asıl zedeleyen, AİHM kararlarının uygulanmaması. İhlal prosedürünün başlatılmasının amacı da AİHM’in saygınlığının ve hukuksal otoritesinin korunması. Sözleşme’ye taraf devletlerin bu konuda kollektif bir sorumlulukları var.
Sözleşme’nin 46. Maddesi hiçbir kuşkuya, yoruma yer bırakmayacak kadar açık: “AİHM kararları bağlayıcıdır ve Sözleşme’ye taraf devletler kararlara uymak yükümlülüğü altındadır” diyor. Zaten Türkiye de kararların bağlayıcılığını reddetmiyor. Dışişleri’nin açıklaması ve Türkiye’nin Bakanlar Komitesi’ne verdiği görüşler de bunu doğruluyor. Türkiye’nin savunması şu: AİHM’in 10 Aralık 2019 tarihli kararı, Gezi davasıyla ilgili. Osman Kavala bu davadan beraat etti. Şimdiki tutuklanması ise casusluk davası nedeniyle. Bu davaya ilişkin bir AİHM kararı yok.
Ne var ki her iki dava aynı olgulara dayanıyor. Bu olgular AİHM tarafından incelendi ve reddedildi.Buna karşın aynı olguların hukuki niteliği değiştirilerek başka bir dava açıldı. Nasıl ki, Bakanlar Komitesi Türkiye’nin bu savunmasını reddetti. Aynı olgulara dayandığı için ortada tek bir tutuklama var dedi. AİHM’in karar vereceği konulardan biri bu olacak.
Kararın uygulanması ne demek? İhlale son verilmesi yani tutukluğun sona erdirilmesi ve eski halin yani tutuklama öncesi halin iadesi demek. Eski halin iadesi için yapılan suçlamaların kaldırılması, kayıttan düşürülmesi gerekir. Kavala’nın sadece serbest bırakılması yeterli değil.
Türkiye bundan sonra ne yapacak? AİHM “Türkiye kararı uygulamadı. 46 madde ihlal edildi” yolunda bir karar verirse, AİHM kararından sonra da kararı uygulamayarak bütün dünyaya, hukuk devleti kurallarının Türkiye’de geçerli olmadığını mı ilan edecek, yoksa AİHM’in kararına uyup ısrarından vazgeçecek mi?
Sorunun bir de siyasal yönü var. AİHM kararından sonra da Türkiye kararı uygulamazsa, Batılı devletlerle arasında gerginlikler doğacak. Uygulamamanın siyasal bedeli giderek artacak. Sonunda Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden ihracına kadar gidecek. Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden çıkması, demokrasiyle yönetilen devletlerle Türkiye arasındaki ortak değerler zeminin ortadan kalması sonucunu doğurur. O zaman Türkiye savrulur. Demokrasiyle ilgisi olmayan bir Ortadoğu ülkesi olur. Demirtaş ile Kavala’yı cezaevinde tutmak için bu bedeli ödemeye değer mi?
Türkiye, elindeki göçmen kartına ya da siyasal, ekonomik ilişkilere güveniyorsa, bu büyük bir yanılgı olur. Batılı devletler açısından AİHM Avrupa kamu düzeninin bir parçası: “Taçtaki mücevher.” O nedenle AİHM’in saygınlığını korumak çok önemli. Bakanlar Komitesi’ndeki 47 devletten, üçte ikisinden fazlasının ihlal prosedürünü başlatılması için oy vermesi de bu devletlerin AİHM’e verdikleri önemin ve AİHM’i Türkiye ile olan ilişkilerinden ayrı bir kompartımana koyduklarının göstergesi.
Osman Kavala ve arkasından gelen Selahattin Demirtaş kararları konusunda Türkiye’nin tutumunun sadece bu kişilerin geleceğiyle değil, Türkiye’nin de geleceğiyle ilgili olduğunun akılda tutulması gerekir.