16 Mart 2022

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ve yeni Türkiye

Belge, yarının Türkiyesi’ni kurmak gibi bir iddia taşıyorsa, “nasıl bir Türkiye istiyoruz?” sorusunun yanıtı da bu belgede aranmalı. Bu açıdan bakınca belgenin eksikliklerini söylemek zorunlu oluyor.

Bu güç bir yazı.

Altı muhalefet partisi bir araya gelmişler, ortak bir metin üzerinde anlaşmışlar, altı partinin başkanı bir törenle bu metni imzalamışlar, birlikte hareket etme iradelerini ortaya koymuşlar. Hepsi çok güzel. Türkiye’de demokrasiyi, hukuk devletini, kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıran otoriter tek adam rejimini sonlandırmak için gerekli olan da bu. Muhalefetin böyle bir ortak belge çevresinde birleştiğini görmek bu bakımdan sevindirici. Ama bu belge sadece tek adam rejimine son vermeyi amaçlamıyor. Önsözünde de belirtildiği gibi, aynı zamanda “Yarının Türkiyesi’ni inşa etmeyi” hedefliyor. O zaman “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemin Temel Esasları” başlığını taşıyan belgeye yarının penceresinden bakmak, iyi ve eksik yanlarıyla bu açıdan değerlendirmek gerekiyor. Belge, yarının Türkiyesi’ni kurmak gibi bir iddia taşıyorsa, “nasıl bir Türkiye istiyoruz?” sorusunun yanıtı da bu belgede aranmalı. Bu açıdan bakınca belgenin eksikliklerini söylemek zorunlu oluyor.

Ayrıca  belgenin geniş bir kabul görmesi için belge açıklandıktan sonra görüş belirtmeye, sağlıklı bir demokratik tartışma ortamı yaratmaya gereksinim var.

İlk göze çarpan ortak mutabakat metnini hazırlayan altı siyasal parti arasında, Türkiye’nin üçüncü en büyük partisi olan HDP’nin bulunmaması.  Buna paralel olarak belgede Kürt sorununa ve buna nasıl bir çözüm getirileceğine ilişkin tek bir sözün bile yer almaması. Bu durum, “yarının Türkiyesi”nden sadece HDP’nin değil, HDP’ye oy veren milyonlarca insanın ve Kürtlerin görüşlerinin de dışlanması sonucunu doğuruyor.

Bunun yanında belgede sosyal ve ekonomik haklara dört satır ayrılmış. Sosyal hakların hak temelli bir yükümlülük olarak güçlendirileceği gibi yuvarlak, hiçbir taahhüt içermeyen söyleme yer verilmiş. Emekçinin gerçek sorunlarına, sendikalaşma, toplu sözleşme, grev haklarına hiç değinilmemiş.

Belgede özgürlükten söz edilmekte ancak eşitlik ilkesine yer verilmemekte. Oysa eşitlik ve özgürlük birbirini tamamlayan kavramlar. Eşitliğin değişik boyutları var. Yasalar önünde eşitlik, fırsat eşitliği yanında toplumsal eşitlik de önemli. Toplumsal eşitlik, toplumdaki tahakküm ilişkilerinin sona erdirilmesi, bireylerin birbirini eşit olarak görmeleri, haklarını eşit olarak ileri sürebilmeleri anlamı taşır. Buna eşit yurttaşlık da diyebiliriz. Belgede Türkiye’de giderek büyüyen ekonomik ve toplumsal eşitsizliklere değinilmediği için bu eşitsizlikleri ortadan kaldıracak çözümlere de yer verilmemekte. Oysa belgede sıkça belirtilen özgürlük, eşitsizlikler mevcut olduğu sürece kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur.

Kadın hakları bölümünde, İstanbul Sözleşmesi’ne, erken ve zorla evliliklere, medeni nikah olmadan dini nikah kıyılması gibi önemli konulara değinilmemesi büyük eksiklik.

Belgede en büyük eksikliklerden biri de eğitime yer verilmemiş olması.

AKP iktidarı döneminde eğitim, AKP’nin siyasal ideolojisine uygun kuşaklar yetiştirmek için kullanılmakta. Din eğitimi, müfredatın içinde orantısız bir yer tutmakta. Zorunlu din dersi yanında çoğu yerde çocuklar seçimlik olarak din ağırlıklı dersleri seçmek zorunda bırakılmakta. Bunlar yetmezmiş gibi iktidar, şimdi eğitim öncesi 4-7 yaşındaki çocuklara din eğitimi vermeye hazırlanıyor. Oysa eğitimin amacı serbest düşünen, her şeyi sorgulayan, demokrasiyi, çoğulculuğu benimsemiş, kendi tercihlerini serbestçe yapabilen kuşaklar yetiştirmek olmalı. Bu amaçla nesnel bilgiler, evrensel değerler öğretilmeli.

Ayrıca, AİHM kararları din dersinin zorunlu olmaktan çıkarılmasını öngörüyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sadece Sünni-İslam inancında olanlara hizmet vermesi eleştiriliyor. Bu konulara metinde hiç değinilmemiş.

Katılımcılığa metnin birkaç yerinde gönderme yapılmakta. Ancak katılımcılığın yaşama geçirilmesi gereken yerel yönetimlerle ilgili bölümde katılımcılıkla ilgili bir şey yok. Avrupa Yerel Yönetim Şartı’na konulan çekincelerin geri çekilmesi ya da Şart’ın Ek Protokol’üne taraf olunması gibi asgari bir önlem bile düşünülmemiş.

Bu yazıda, metindeki birkaç kuramsal eksikliğe değinmek istedim. Bu listeyi uzatmak olanağı var. Örneğin, hukuk devletini kurmak, yargı bağımsızlığını sağlamak bakımlarından öngörülen önlemler yeterli değil. Dış politikaya ise belgede hiç yer verilmemiş.

Bunun yanında metinde parlamenter sistemin özelliklerini yansıtan doğrular da var. Seçim barajının, yüzde 3’e indirilmesi, siyasetin finansmanına saydamlık getirilmesi, torba kanun uygulanmasına son verilmesi, yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığına ilişkin reformlar, seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınarak yerlerine kayyım atanmasının önlenmesi, HSK’nın yargıçlar ve savcılar için iki ayrı kuruldan oluşması, Adalet Bakanı ve müsteşarının Yargıçlar Kurulu’na üye olmaması, AYM’nin ve AİHM’in kararlarının uygulanması bunlardan bazıları.

Bütün bu doğruları ve yanlışları topladığımızda karşımıza şöyle bir manzara çıkıyor: Altı siyasal partinin hazırladığı ortak metnin amacı aslında normal işleyen bir parlamenter sistem kurmak. Bunun ötesinde metinde “güçlendirilmiş” sıfatını haklı gösterecek bir unsur bulunmamakta. Sistemin nasıl güçlendirileceği belli değil. Önsözünde belirtilen “yeni bir sistem” için de aynı şey söylenebilir. Kurulmak istenen yeni değil, işleyen“eski” bir sistem.

Bu sistemi biliyoruz. Parlamenter sistem, Türkiye’de çoğunluğun azınlık üzerinde tahakkümüne, tek adam rejimine yol açtı. Bütün gücün tek bir elde yoğunlaşması, kurumların içinin boşaltılarak tek bir yere bağlanması, kuvvetler ayrılığının, hukuk devletinin ortadan kaldırılması, 2017 referandumundan önce parlamenter sistem yürürlükteyken başladı. 2017 referandumuyla kurumsallaştı. Adı Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi oldu.

Parlamenter sistemin içinde aynı deneyimin yinelenmemesini sağlayacak emniyet supabı yok. Otoriter eğilimli bir başbakanla aynı sonuçlar doğabilir.

Öte yandan Parlamenter sistem Türkiye’de de siyasetin ve toplumun kutuplaşmasına yol açtı. Aynı ülkede yaşayan, fakat birbirine tahammül edemeyen insan grupları ortaya çıkardı. Şimdi herkesin farklılıklarıyla birlikte eşit olarak yaşayabileceği bir ortak zemin bulmak gerek. Parlamenter sistem böyle bir zemin için en doğru seçim mi?

Parlamenter rejim, halkı siyasete yabancılaştırdı. Dört yılda bir seçim sandığına gitmek dışında, insanların sesini duyurma olanağı yok. Hele otoriter bir rejimde, bu büsbütün böyle. Milletvekilleri ise seçildikten sonra halktan kopuk, bağımsız hareket ediyorlar. Kendilerini seçenlerin tercihleri parlamentoya yansımıyor.

Bütün bu gerçekleri yaşayarak gördük. Hal böyle iken neden aynı deneyimi bir kez daha yaşayalım? Bir dönemin sona erdiği yeni bir dönemin başlayacağı, yeninin inşa edilme fırsatının doğduğu bir sırada, halka tek sunulacak seçenek yeni bir ambalaj içindeki eski model mi olmalı? Gerçek bir demokrasinin, yeni bir sistemin, yeni bir toplumun inşasını öngören başka seçenekler hayal edemez miyiz?

Bunun için her şeyden önce yeni bir siyaset anlayışına gereksinim var. Siyaset, siyasal partiler ya da onların liderleri arasında oynanan bir oyun değil. Siyaset iktidar ilişkisiyle tanımlanamaz. Siyaset kamusal alanda insanların farklılıklarıyla birlikte ve eşit olarak var olmaları, ortak yaşamlarını ilgilendiren konularda ortak bir görüş, ortak eylem iradesi oluşturmalarıdır.

Siyaset, siyasal partilerin haftalık grup toplantılarındaki monologlar ya da meydanlarda toplanmış, çoğunlukla oraya getirilmiş pasif halk yığınlarına yapılan konuşmalar değildir. Siyaset, halkın kamusal alanlarda bir araya gelerek kendi sesini duyurmasıdır. Siyasetin öznesi de halkın kendisidir. Ya da öyle olmalıdır.

Toplumda bir değişim talebi var. Ancak bu talebe karşılık verebilmek,Türkiye’de devleti ve toplumu yeniden inşa etmek için bir kolektif kurucu iradeye gereksinim var. Bu kolektif irade bir silkinmeye, bir yeniden dirilişe yol açmalı. Siyasetin yeni öznesi, sesi duyulmayan, ezilen,giderek yoksullaşan kitleler olmalı. Yeni Türkiye’de siyaset ezilenler, yoksullar, emekçiler, işsizler, kadınlar LGBTİ+’lar, Kürtler, Aleviler’le, yapılmak zorundadır. Ancak bu kitleleri örgütleyen, siyasetin öznesi, değişimin motoru yapan bir hareket yeni Türkiye’yi inşa edebilir. Halka sunulacak yeni bir seçenek, toplumun içinden doğan ezilenleri örgütleyecek eşitlikçi ve özgürlükçü yeni bir hareket olmalı. Bu yatay örgütlenme halkla birlikte kendi demokrasi modelini hazırlamalı.

Altı siyasal partinin hazırladığı ortak metin, bir seçim ittifakı kurmak, seçimi kazanarak iktidarı değiştirmek bakımından önemli. Ama yeni bir Türkiye’nin inşası için başka bir yaklaşım gerekli. Demokrasinin asgari koşullarını yaşama geçiren bir rejim, bir kolektif halk iradesinin ortaya çıkmasına olanak sağlayabilir. Yeni bir Türkiye’nin inşasında bir ilk adım olabilir. Ancak bunun için altı siyasal partinin “güçlendirilmiş” parlamenter rejim projesinin, katılımcı, müzakereci bir demokrasi projesiyle güçlendirilmesi gerekir.

Yazarın Diğer Yazıları

Tayfun Kahraman’ın kelepçeleri

Jandarma görevlilerinin Tayfun Kahraman’a yaptıkları muamelelerin bir insan hakkı ihlali ve TCK’de yazılı bir suç olduğu kuşkusuz. Etkili bir soruşturma yürütülürse, görevlilerin yargı önüne çıkarılması ve cezalandırılması gerekir

Ne yapmalı?

Seçenekler çok açık: Ya susacağız, iktidarın baskıcı gücüne boyun eğip sessiz bir toplum olacağız, iktidarın gerçekleriyle yaşayacağız, ya da bir demokrasi mücadelesi vereceğiz. Gerçekleri söyleme cesaretini göstereceğiz. Bu iktidara gerçeklerin, özgürlüklerin silahıyla karşı çıkacağız. Bu demokrasi mücadelesi sırasında aynı zamanda yeni bir Türkiye'nin, yeni bir demokrasinin yol taşlarını döşeyeceğiz

Kim korkar Açık Radyo'dan?

Açık Radyo’nun lisansının iptali, Türkiye’yi büsbütün karanlığa iterek rejimin normalleşmesi yönünde bir siyasal iradenin mevcut olmadığını ortaya çıkardı. Kapalı bir rejime açık değil, kapalı radyolar yakışır

"
"