26 Eylül 2022

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Kavala ve Demirtaş kararları: Hukuk devleti olup olmamak

Bakanlar Komitesi’nin her iki kararında da genel önlemler başlığı altında Türkiye’den yargının bağımsızlığını sağlayacak önlemleri alması isteniyor. Demirtaş’la ilgili kararda buna ek olarak halkın seçilmiş temsilcilerinin ifade özgürlüklerini güçlendirecek yasal önlemlerin alınması öngörülmekte

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 20-22 Eylül 2022 tarihlerinde yaptığı toplantıda AİHM’in Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarının uygulanmasıyla ya da daha doğrusu uygulanmamasıyla ilgili iki karar kabul etti.

Bakanlar Komitesi’nin 22 Eylül’de kabul ettiği karar, Türkiye’nin kalabalık gündemi içinde kayboldu. Oysa AİHM Büyük Dairesi’nin Türkiye’nin Osman Kavala kararını uygulamadığını belirten 11 Temmuz 2022 tarihli kararından sonra ilk Bakanlar Komitesi kararı olması bakımından önemli. Bu karar Bakanlar Komitesi’nin kararı uygulatmak konusunda ne denli kararlı olduğunun ilk işaretlerini veriyor.

 

Kavala ve Demirtaş davalarının ortak yanı, AİHM  iki tutukluluğun da makul bir kuşkuya yol açacak somut olgular ya da kanıtlara dayanmadığı (5. madde ihlali) ayrıca tutukluluğun siyasal nedenlerle kaynaklandığı (18. madde ihlali) sonucuna varmış ve derhal serbest bırakılmalarını istemişti. Türkiye kararları uygulamayı reddedince yani adı geçenleri serbest bırakmayınca Bakanlar Komitesi kararların uygulanması ile ilgili olan Sözleşme’nin 46/4 maddesini hayata geçirmiş ve ihlal prosedürünü başlatmıştı. Bu prosedür gereğince, Bakanlar Komitesi, Kavala kararını AİHM’e göndermiş ve kararın uygulanıp uygulanmadığını sormuştu. AİHM Büyük Dairesi kararında, Türkiye’nin Osman Kavala kararını uygulamadığı ve bu nedenle AİHM kararlarının bağlayıcı olduğunu belirten Sözleşme’nin 46/1 maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştı. Demirtaş kararında da aynı prosedürün uygulanması beklenmeli.

Türkiye’de hükümet yetkilileri tarafından sıkça sorulan soru “Neden başka devletlerin de uygulamadığı AİHM kararları varken ihlal prosedürü onlara uygulanmıyor da Türkiye’ye uygulanıyor? Bu önyargılı bir yaklaşım değil mi?”

Sorunun yanıtı çok basit. Kavala davasında 18. madde ihlali var. Yani AİHM, Osman Kavala’nın siyasal nedenlerle, hiçbir hukuksal dayanağı olmadan tutuklandığına karar verdi. Bir insanın somut bir olgu olmadan, siyasal nedenlerle 6 yıl özgürlüğünden yoksun bırakılması çok vahim, çok ağır bir ihlal. Başka ihlallerden farklı bir durum var. O nedenle ihlal prosedürü uygulandı. Aynı gerekçeler Demirtaş için de geçerli.

Osman Kavala davası ihlal prosedürünün uygulandığı ikinci dava. Bundan önce Ilgar Mammadov/Azerbaycan kararında uygulanmıştı. O kararda da hukuka aykırı bir tutuklama ve 18. madde ihlali vardı. Bu da gösteriyor ki 18. maddenin ihlal edildiği ve AİHM kararlarının uygulanmadığı davalarda ihlal prosedürü devreye giriyor.

Karar her şeyden önce Türkiye’nin AİHM kararlarına kayıtsız şartsız uyma yükümlülüğünün altını çiziyor ve AİHM Büyük Dairesi’nin açık ve kuşkuya yer bırakmayan kararına karşın Kavala’nın hâlâ serbest bırakılmamasından dolayı Bakanlar Komitesi’nin duyduğu derin üzüntüyü belirtiyor.

Karardan anlıyoruz ki, Bakanlar Komitesi Başkanı İrlanda Dışişleri Bakanı ile Türk Dışişleri Bakanı arasında Kavala kararının uygulanması konusunda son zamanlarda temaslar olmuş. Dışişleri Bakanı Sn. Çavuşoğlu’nun kararı uygulamama gerekçesi olarak nasıl bir argüman kullandığını merak ediyorum doğrusu. Umut ederim ki Hükümet’in sürekli tekrarladığı “AİHM kararı tutuklamaya ilişkindi. Oysa şimdi Kavala hükümlü olduğu için cezaevinde. Bu ayrı bir konudur. AİHM’e ayrı bir başvuru yapılması gerekir.” görüşünü ileri sürmedi. Çünkü bu görüş AİHM’in 11 Temmuz 2022 tarihli kararında incelendi ve reddedildi. Hâlâ ısrar etmek anlamsız.

Kararda iki Dışişleri Bakanları arasındaki temasların sürdürülmesi ve bütün üye devletler ile Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’nin Türkiye ile bu konuyu görüşmeleri öngörülüyor.

Kararın önemli bir maddesi de Bakanlar Komitesi Başkanı ile Parlamenter Asamblesi Başkanı’nın kararın uygulanmasını sağlamak için atılacak adımlarla ilgili olarak görüşmelerinin teşvik edilmesi. Bu madde, Kavala serbest bırakılmadığı takdirde ortak prosedürün işletileceğinin işaretini veriyor. Bakanlar Komitesi, Asamble ve Genel Sekreter arasında kararların uygulanmasını sağlamak amacıyla yapılan ortak prosedür gereğince Türkiye’ye ziyaret yapılması, bir rapor hazırlamaları  Genel Sekreter tarafından bir yol haritası hazırlanması ve bir sonuç alınmazsa ihraç prosedürünün başlatılması gündeme gelecek. Başka bir deyişle, ortak prosedürün başlamasıyla ihraç kapısı açılmış oluyor.

Kararın başka bir önemli yanı, Türkiye’de Osman Kavala ile ilgili olarak sürmekte olan yargılama süreçleri hakkında Türk makamlarının 13 Ekim’e dek Bakanlar Komitesi’ne bilgi vermesinin istenmesi.

Osman Kavala ile ilgili olarak Türkiye’de iki ayrı yargı süreci bulunmakta. Kavala, TCK md. 312 yani 'Hükümeti cebir ve şiddet kullanarak devirmek' suçundan müebbet hapse mahkûm olunca, bu karar nedeniyle  tutuklu olmasının Anayasa’nın özgürlükten yoksun bırakılmaya ilişkin 19. maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapmıştı. Öte yandan Osman Kavala kararı İstinaf Mahkemesi’nde temyiz etmişti. Bakanlar Komitesi kararında bu iki süreç hakkında 13 Ekim’e dek bilgi verilmesini istiyor.

Bunun anlamı şu: Bakanlar Komitesi AİHM’in kararının uygulanması amacıyla gereken adımları atmak için bu iki yargı sürecinin bitmesini beklemeyecek. Bekleyecek olsaydı, kararda bu süreçlere atıf yaparak bunların bir an önce sonlandırılmasını isterdi. Bunu yapmadı. Bunun yerine 13 Ekim gibi yakın bir tarihte bilgi verilmesini istedi. Bakanlar Komitesi’nin kararlarının uygulanmasına ilişkin bundan sonraki toplantısı 6-8 Aralık’ta. Bu tarihe dek gelişme olmazsa, Bakanlar Komitesi’nin bazı somut adımlar atması beklenmeli.

AİHM kararlarının bağlayıcılığı yargı için de geçerli. O nedenle Anayasa Mahkemesi’nin, AİHM’in 11 Temmuz 2022 tarihli kararına uyarak Kavala’nın hâlâ tutuklu olmasının Anayasa’nın 19. maddesine ve 90. maddesine aykırı olduğu yönünde karar vermesi ve kararı İstinaf Mahkemesi’ne göndermesi gerekir. Bu mahkeme de AYM’nin kararına uyarak Kavala’yı serbest bırakmalı ve ilk derece mahkemesi kararının beraatle sonuçlanmasını sağlamalı. Bu Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden doğan yükümlülüğüdür.

Bakanlar Komitesi’nin Demirtaş kararına gelince. Demirtaş ile ilgili AİHM kararının da aynı süreci izlemesine mutlak gözüyle bakılabilir.

Bakanlar Komitesi’nin 22 Eylül kararında Demirtaş’ın AYM’de 2019’dan beri süren bireysel başvurusunun bir an önce sonuçlandırılması ve bunu beklemeden derhal serbest bırakılması öngörülmekte. Türkiye’nin bu karara uymaması durumunda, Demirtaş kararı hakkında da ihlal prosedürünün başlatılması beklenmeli.

Bakanlar Komitesi’nin her iki kararında da genel önlemler başlığı altında Türkiye’den yargının bağımsızlığını sağlayacak önlemleri alması isteniyor. Demirtaş’la ilgili kararda buna ek olarak halkın seçilmiş temsilcilerinin ifade özgürlüklerini güçlendirecek yasal önlemlerin alınması öngörülmekte. Bu konunun 2023 Mart ayında yapılacak toplantıda ele alınacağı belirtilmekte.

AİHM’in ve Bakanlar Komitesi’nin kararları Türkiye’deki adaletsizlikleri, yargı sistemindeki bozuklukları apaçık gözler önüne sermekte. Şimdi soru, bunların düzeltilmesi için mutlaka iktidar değişikliğini mi beklemek gerekir, yoksa bu iktidar da taraf olduğu Sözleşme’den doğan yükümlülüklerini yerine getirmek gibi asgari bir hukuk devleti koşulunu gerçekleştirebilir mi?

Rıza Türmen kimdir?

Türkiye’nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi.

Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı.

Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu.

1985’de Singapur’a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı.

1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları’nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı.

1994’te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu.

1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü.

2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı.

2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda görev yaptı.

2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen’e verildi.

İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları" ve "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" adlı iki kitabı yayımlandı.

Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi’nin eş sözcülüğünü yapıyor.

Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24’te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Yaşlı Kadınlar İklim Koruma Derneği ve insan hakları

İsviçre Dışişleri Bakanlığı “Bu karar AİHM’in saygınlığına gölge düşürmüştür” yolunda açıklamalar yapmadı...

Yerel seçimler ve ötesi

HP kendi oyun alanını çizen, geçmişiyle gurur duyan ama ileriye bakan, halka anlatacak bir Türkiye projesi bulunan, bir sosyal demokrat parti olma yolunda. Bu görünüşüyle halka güven verdiğini 31 Mart seçimleri gösterdi. Bu değişimde Özgür Özel’in büyük payı var

Uluslararası belgelerde Türkiye’de demokrasi ve insan hakları

Türkiye’de demokratik, temel hak ve özgürlüklere, hukuk devletine saygılı bir rejimin kurulması ancak halktan gelen talepler sonucunda gerçekleşecektir