06 Eylül 2021

Adli yılın açılış fotoğrafı

Bu fotoğrafın ortaya çıkardığı iki sorun var. Birinci sorun, laiklik. İkinci sorun, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı.

Adli yılın 2021-2022 açılış töreni fotoğrafı her şeyi anlatıyor. Ortada devleti temsil eden Cumhurbaşkanı, bir yanında Diyanet İşleri Başkanı (DİB) Ali Erbaş, öbür yanında Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca. DİB Başkanı Ali Erbaş dua ediyor. “Bugün hayatta olan binlerce hâkim, savcı kardeşlerimiz var, onları adaletten ayırma Allah’ım.” diyor (Bu duaya haksız, hukuksuz yere cezaevinde çürüyen yüzlerce kişi de ‘amin’ dedi). Yargıtay Başkanı, üstünde cübbesi, o da dua ediyor. Alın size 21. yüzyılda bir laik Türkiye Cumhuriyeti manzarası.

Bu fotoğrafın ortaya çıkardığı iki sorun var. Birinci sorun, laiklik.

Anayasa’nın 2. maddesi Türkiye Cumhuriyeti’nin… “demokrasi, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğunu söyler. Anayasa’nın başlangıç bölümünde ise “...laiklik ilkesinin gereği olarak, kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” belirtilir.

Laiklik sadece din-devlet ayrımına ve devlet işlerinin dinsel ilkelere göre yürütülmemesine dayanan soyut bir ilke değil. Demokrasiyi, hak ve özgürlükleri, hukuk devletini güvence altına alan, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerini koruyan bir ilke. Laikliği kabul eden ve uygulayan her devletin demokrasi olduğu söylenemez ama her demokrasinin temel taşı laiklik.

Laikliğin içerdiği temel unsurlar var:

  1. Devletin Tarafsızlığı: Laik bir devlette, devletin dini yoktur. Devlet bütün dinlere eşit uzaklıktadır. Devletin siyasal, toplumsal, hukuksal düzeni dinden soyutlanmıştır. Devletin örgütlenmesi, işlemesi üzerinde dinin hiçbir etkisi bulunmaz. Devletin bir görevi de kamusal alanın tarafsızlığını sağlamaktır. Ancak kamusal alanın tarafsızlığının sağlanması ile bütün inançların bir arada var olmaları mümkün olur.
  2. İnanç Özgürlüğü: Her birey istediğine inanmak ya da inanmamakta serbest olmalı. İnananlar ibadetlerini serbestçe yapabilmeli. İnanç özgürlüğü, inancını seçme ya da değiştirme özgürlüğünü de kapsar. Devletin bir görevi de bireyleri dinsel baskılara karşı korumaktır.
  3. Eşitlik: Laiklik, bireylerin eşitliği ilkesi üzerinde durur. Laik devlet belirli bir inanca ayrıcalık tanımayı reddederek tüm yurttaşların eşitliği ilkesine saygı gösterir, bunu güvence altına alır. Devlet ve dinin ayrılmadığı ülkelerde de inanç özgürlüğüne saygı duyulan bir düzen mevcut olabilir. Ancak bu ülkeleri laikliği benimsemiş ülkelerle aynı düzeyde görmek yanıltıcı olur. İki düzeni birbirinden ayıran etken eşitlik ilkesidir. Devlet ve dinin ayrılmadığı ülkelerde belirli bir din diğerlerine göreli olarak ayrıcalığa sahiptir. Oysa laik bir ülkede hiçbir dinin, inancı ayrılacağı yoktur. Bütün inançlar eşittir. Bu husus aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki önemli bir farkı oluşturur. Osmanlı İmparatorluğu birbirinden ayrı yaşayan dinsel cemaatler esası üzerine kuruludur. Türkiye Cumhuriyeti ise dinsel cemaatler yerine bütün bireylerin din farkı gözetilmeksizin eşit olduğu vatandaşlık esasına dayanır.
  4. Bireysellik: Laiklik bireysel ve eşitlikçi bir kavram. Bireysel düzeyde bütün inançlara saygılı ve eşit mesafede. O nedenle cemaatsellikle bağdaşmaz. Cemaatsellik kolektif bir kavram. Birey ancak cemaat içinde var olur. Cemaatsel yaşam, tartışma kabul etmeyen bir referansa (genellikle belirli bir inanca) itaat etmeyi öngörür. Bu nedenle otoriter bir yanı var.
  5. Çoğulculuk: Laiklik çoğulculuğu da içerir. Değişik inançların birbirine karşılıklı saygı temelinde var olmalarını sağlar.

Laikliğe AİHM kararlarında da yer verilir. Refah Partisi kararında (2003) AİHM şöyle der: “Laiklik ilkesi Türkiye Cumhuriyeti’nin dayandığı temel ilkelerden biridir ve hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı ve demokrasiyle uyum içindedir. Bu ilkeye saygı göstermeyen davranışlar, dinsel inancını açıkça ifade etmek özgürlüğü içinde kabul edilmez ve 9. Maddenin (din ve inanç özgürlüğü) koruma alanı dışında kalır.” Aynı ifadeleri başka AİHM kararlarında da görebiliriz.

Sinan Işık / Türkiye (2010) kararının konusu, başvurucunun kimlik kartının din hanesine “Alevi” yazdırmak istemesi ve bunun ilgili makamlarca reddedilmesi. Sinan Işık’ın Türk mahkemelerinde açtığı davada, mahkeme Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan Aleviliğin ayrı bir din mi, yoksa İslam’ın bir yorumu mu olduğu konusunda görüş alır. Diyanet İşleri Başkanlığı, Aleviliğin İslam’ın bir yorumunun olduğu yönünde görüş belirtir. Bu görüşe dayanarak mahkeme, başvurucunun talebini reddeder.

Bu davada AİHM, başvurucunun din ve inanç özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verdi. Kararında gerekçesinde, Türk mahkemelerinin kararının dinsel bir makamın (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın) görüşüne dayandırılması eleştirildi ve bunun, devletin dinler ve inançlar karşısında tarafsız kalması ödeviyle bağdaşmadığı belirtildi. Aynı görüşleri Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı / Türkiye (2014) kararında da bulabiliriz.

Bu nedenlerle adli yılın Diyanet İşleri Başkanı’nın duasıyla açılması laikliğe ve onun içerdiği temel ilkelere aykırı. Laiklik ilkesi gereğince, devlet kamusal alanının tarafsızlığını sağlamakla görevli. Anayasa’nın başlangıç bölümünde de belirtildiği gibi, dinin devlet işlerine karıştırılmaması gerekiyor. Oysa, adli yılın dinsel bir törenle açılması, kamusal alanın tarafsızlığı, dinsel inançlardan arındırılması ilkesine uygun değil. Aynı zamanda devletin bütün din ve inançlara eşit mesafede olması ilkesine de aykırı. Türkiye’de farklı din ve inanca mensup insanlar birlikte yaşıyor. 

Törenin yarattığı ikinci sorun, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı bakımından. Diyanet İşleri Başkanı yargı için dua ederken, Yargıtay Başkanı cübbesiyle katılıyor duaya. Yargıtay Başkanı’nın dinsel inançları kimseyi ilgilendirmez. Sn. Başkan’ın dinsel inançlarının gereklerini yerine getirmesi kendisinin din ve inanç özgürlüğüne girer. Ne var ki, Yargıtay Başkanlığı gibi en üst yargı organının temsilcisi olarak törende cübbesiyle hazır bulunup dua edince durum değişiyor.

Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı birbiriyle yakından bağlantılı. Bağımsız olmayan bir yargı tarafsız da olamaz.

Öznel tarafsızlık, yargı mensuplarının hukuk normlarını uygularken kendi inançlarını, dünya görüşlerini bir yana bırakabilmelerini, bunların etkisi altında karar vermemelerini gerektirir. Bu özellikle yargıcın hukuk normuyla ilgili yorumu bakımından önemlidir. Yorum yaparken, yargıcın dünya görüşüyle, hukuk devletinin temel ilkeleri arasındaki ilişki söz konusudur. Yoruma egemen olan, laiklik, bireysel hak ve özgürlükler, demokrasi, çoğulculuk gibi temel değerler değil de, yargıcın inançları, dünya görüşü ise karar, adaleti sağlayan ve hukuk devletini yaşama geçiren bir karar olmaz.

Ne yazık ki, Türkiye’de özellikle siyasal iktidarı ilgilendiren kararlara, hukuk devletinin evrensel değerlerinin değil, yargıçların dünya görüşlerinin, siyasal ya da dinsel inançlarının egemen olduğunu görüyoruz. Dünya Adalet Projesi endeksine göre Türkiye’nin, hukuk devleti bakımından 128 ilke arasında 107. sırada olması boşuna değil.

Nesnel tarafsızlık ise, yargıcın ve yargının tarafsızlığından kuşkulanmayı haklı gösterecek olguların bulunmamasıyla ilgili. Burada dış görünüm de çok önemli. İngiliz hukukundan alınma bir deyişle: “Adalet sadece gerçekleştirilmekle kalmayıp, aynı zamanda gerçekleştiği de görülmelidir.” O nedenle yargıcın davranışları, dışarıya verdiği görünüm  toplumda yargının tarafsız karar vereceğine ilişkin güven yaratmalıdır.

Yargıtay Başkanı’nın üzerinde cübbesiyle adli yılın dinsel bir törenle açılışına katılması, yargı erkinin tarafsızlığı ve bağımsızlığıyla bağdaşmaz.

Adli yılın dinsel bir törenle açılması siyasal iktidarın tercihidir. Bir siyasal parti başkanı olan Cumhurbaşkanı’nın da törene katılması bunu göstermektedir. İktidarın bu projesinin, Yargıtay Başkanı’na iradesi dışında kabul ettirilip ettirilmediğini ya da Yargıtay Başkanı’nın kendi iradesiyle mi katıldığını bilmiyoruz. Ancak Yargıtay Başkanı, anayasaya ve laiklik ilkesine açıkça aykırı olan törene katılmakla, iktidarın projesinin bir parçası oldu, aynı dünya görüşünü paylaştığını gösterdi. Böyle bir yargının yürütmeden bağımsız işlev göreceğini, kararlarında iktidarın görüşlerinde etkilenmeyeceğini söylemek güç.

Bunun yanında yargıyı temsil eden Yargıtay Başkanı, adli yılın dinsel bir törenle açılmasını törene katılarak onaylamış bulunmakta. Böyle bir davranış dış görünüm bakımından, yargının bütün inançlar karşısındaki tarafsızlığı konusunda haklı kuşkulara yol açabilecek niteliktedir. Yargının hukuk normlarını yaşama geçirirken belirli bir inanç açısından yorum yapacağı endişesi, başka inançlara mensup ya da laik yaşam tarzını seçen kişilerde doğacak ve bu endişe haklı  nedenlere dayanacaktır.

Yargının meşruiyeti, büyük ölçüde toplumda uyandırdığı güven duygusuna bağlı. Oysa Türkiye’de yargı, verdiği kararlar nedeniyle büyük bir güven krizi yaşıyor. Türkiye’de halkın büyük bir çoğunluğu, yargının bağımsız ve tarafsız hareket ettiğine inanmıyor. Adli yılın açılış töreni yargıya karşı olan güvensizliği daha da derinleştirdi.

Yazarın Diğer Yazıları

Umut hakkı ve AİHM kararlarının uygulanması

Umut hakkının ya da şartlı salıverme hakkının bu iki kişiye tanınması kararların uygulanması bakımından hiçbir anlam taşımaz. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarının uygulanması için ikisinin de derhal serbest bırakılması gerekir

Tayfun Kahraman’ın kelepçeleri

Jandarma görevlilerinin Tayfun Kahraman’a yaptıkları muamelelerin bir insan hakkı ihlali ve TCK’de yazılı bir suç olduğu kuşkusuz. Etkili bir soruşturma yürütülürse, görevlilerin yargı önüne çıkarılması ve cezalandırılması gerekir

Ne yapmalı?

Seçenekler çok açık: Ya susacağız, iktidarın baskıcı gücüne boyun eğip sessiz bir toplum olacağız, iktidarın gerçekleriyle yaşayacağız, ya da bir demokrasi mücadelesi vereceğiz. Gerçekleri söyleme cesaretini göstereceğiz. Bu iktidara gerçeklerin, özgürlüklerin silahıyla karşı çıkacağız. Bu demokrasi mücadelesi sırasında aynı zamanda yeni bir Türkiye'nin, yeni bir demokrasinin yol taşlarını döşeyeceğiz

"
"