Yeniden Merhaba diyorum, zira... arada kaçamak bir-iki haber+yorum yazısı hariç, iki ayı aşkındır zoraki bir izindeydim yazar olarak...
Son dört buçuk yıldır, kafamıza bir de Belediyeci kasketini takınca, özellikle geçtiğimiz yaz dönemimi yoğun bir tempoda geçirmek zorunda kalıp, yazar olarak zoraki izne ayrılmış oldum...
Farsakoğlu gibi, kamu yönetimi konusunda bir otorite ama bir de sıradışılığı ve insan eksenli hal-davranış-düşünme özelliğini de katsanız, bir insanın yanında çalışmak tabii bir tecrübe kazandıryor insana...
Belediyecilik hatıralarım ve izlenimlerimi, başka yazılara ve belki de muhtemel bir kitabın sayfalarına bırakıyorum...
1980’de ayrıldığım, sevilesi / kızılası / öfkelenesi / sinirlenesi / isyan edesi ama bir o kadar da onsuz yapılamaması aşikar yurduma tam 25 yıl sonra döndüğümde hissetmiş olduğum gibi; şimdi yine kendimi kürkçü dükkanıma dönmüşgibi hissediyorum...
İşte bu nedenlerden dolayı sizlere yeniden merhaba diyorum...
En Batı Anadolu’da Ermeni İzlerini Sürerken gezi – röportaj yazımı okudunuz...
Özelime yazarak, telefon açarak, uğrayarak hatta yurt dışından gelen yazı, söz ve tepkiler için teşekkürler ama her defasında söylediğim gibi, bunları sosyal medyada da paylaşsalar keşke diyorum...
Bazılarının, kendine göre haklı / haksız sebepleri var bunu yapmamak için...
Neyse, kendileri bilir, sizler bilirsiniz, bu da bir tercih meselesi...
Gelelim ülke gündemine...
Başbakanımız, Hükümetimiz, endişe duyuyorlar...
Endişelerini ifade ediyorlar...
Endişe duymakta son derece haklılar...
Endişelerini ifade etmekte, bunu paylaşmak da haklılar...
İyi de, akla şu soru geliyor...
Ev’in için hiç endişe duymazken, el için (haklı olarak) yeterince endişe duyman, Ev’dekilerce biraz garipsenmez mi?..
BM’i, adalet, gukuk pardon hukuk, inandırıcılık, hak ve insaniyet vs açısından bu olacak iş değil, asla kabul edilemez ve neredeyse rezalet diye sıfatlandırarak, Suriye’de vuku bulan vahşete duyarsız kalışından dolayı eleştiren Sayın Başbakanımız; kendi evinde, resmen bir skandal halini alan Hrant Dink cinayetinin perde arkasının gün ışığına çıkartılmaması için de keşke Suriye halkına karşı yapılan haksızlığa duyduğu hassasiyetin çeyreğini gösterseydi...
Yıllar önce, hani hükümette olup iktidarda olmadığı yılarda, mütekabiliyet anlayışı hakkında, bazı danışmanları aracılığıyla, hazırladığımız raporlarda hasbelkader katkılarda bulunmuştuk; daha sonra yapılan demeçlerde katkılarımızın yerine ulaştığını hissetmiştik...
Mütekabiliyet’in, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Yunanistan’da yaşayan Türkiye Cumhuriueti vatandaşlar ve Türkiye’de yaşayan Yunanistan vatandaşları arasınmda vuku bulmuş olduğunu, aksi takdirde mevzubahis olamayacağını, zira mevzubahis olduğu takdirde bunu kendi vatandaşlarına karşı uygulayan ülkenin, kendi kendini ırkçı, ayırımcı, çağ dışı ve insan haklarını ihlal eden bir ülke olarak ihbar etmiş olacağını anlatmıştık...
Sayın Başbakan, Sayın Bülent Arınç, Sayın Buhran Kuzu, yaptıkları TV konuşmalarında nihayet bir ülkenin kendi vatandaşları ile başka bir ülkenin vatandaşları arasında, onların özünde olan kültürel veya dini özelliklerden hareket ederek mütekabiliyet ilkesini kullanmanın, kendi vatandaşlarından bir kısmını esir olarak yani takas edilecek bir özne olarak görmek demek olduğunu ima etmişlerdi... Biz de memnun olmuştuk...
Ama Demokratikleşme Paketi’nde Ruhban Okulu’nun olmayışının açıklamasını yaparken ama onlar da (Yunan vatandaşı) Türk soydaşlarımızın haklarını gaspediyor (!) diye gerekçe sunmaları, insana eski hamam, eski tas dedirtiyor...
Ve bu...
Bana endişe veriyor...
En az evet en az Suriye’de yaşayan Müslümanı ve Hıristiyanı ya da Yahudisi tüm Suriyelilere yapılan vicdansızlıklara ve haksızlıklara, Sayın Başbakan’ımıza verdiği endişe kadar...
Evet, en az onun kadar bana endişe veriyor...
İyi haftalar efendim...