7-14 Temmuz tarihleri arasında vuku bulacak, Yerevan’daki Altın Kayısı Film Festivali’nin 16.sı başladı…
Susanna Harutyunyan, Mikail Stambultsyan ve efsanevi belgeselci yönetmen Harutyun Khaçadıryan’ın, 18 yıl önce ‘çılgın bir proje’ olarak telakki edilen Yerevan Altın Kayısı Film Festivali, 16 yıl önce gerçekleşti ve ta bugünlere geldi.
2018’de, efsanevi belgeselci, Khaçadıryan’ın ağabeyi konumundaki, Ruben Kevokyants’ın vefatıyla boşalan, Ermenistan Sinemacılar Birliği’ne Harutyun Khaçadıryan seçilince, Altın Kayısı Festival’inden fiili olarak ayrılmış ama tabii ki, eli, sürekli onun üzerineydi.
Ülkede, bugün başbakan olan, Nikol Paşinyan’ın ‘Adımını at!’ hareketiyle başlayan sosyal-siyasi rüzgâr sayesinde, Ermenistan Cumhuriyeti birçok alanda ‘kan değişimine’ gitti. Doğal olarak bu ‘tazelenme’ başka alanlara da tesir etti. Gençleşme sırası Altın Kayısı Film Festivali’ne gelmişti… Kaçaduryan’ın deyişiyle ‘(…) yıllar önce, genç gönüllüler olarak bu etkinliğe yardımcı olmak için gelen öğrenciler, bugün artık festivalin yetkili simaları olarak karşımızda ve tabii ki bu gurur verici bir durum’ ….
İLK KEZ OLARAK BİR AZERBAYCAN FİLMİ GÖSTERİLİYOR…
Ayrıntıları bilahare vereceğimiz, bir Azerbaycan filminin, herhangi bir sorun olmadan, Altın Kayısı film festivalinde gösterilmesi, şüphesiz bu ‘kanı tazelenmiş’ festival idarecilerinin bir tasarrufu, yeni bir anlayış ve tam bir özgüvenin dışa vuran tezahürü bizce…
Bir kamyon şoförü, bir (İngiltere’nin Arsenal futbol takımının, maç için Bakü’ye gidiyorken, takımın yıldız oyuncusu Henrik Mıkhitaryan’a yaptıkları gibi) futbolcu hatta bir sineğin bile Ermeni asıllı olması durumunda ‘güvenliğini sağlayamama’ gerekçesiyle, ülkeye giriş izni vermeyen Azerbaycan idaresine verilen en etkili ve kibar cevap olması gerek bu jestin…
TÜRKÇE, TÜRKİYE İLE İLGİLİ FİLMLERDE YOĞUNLUK VAR…
Bu festivali kurulur kurulmaz, birkaç yıl sonra, Türkiye’den sevgili Osman Kavala gibi, hani hakiki anlamda dünya insanı, demokrat kişilerin öneri ve desteğiyle de, festivalde Türkiye için özel bir başlık açılmış ve ortak bir platformun seçtiği Türkiye ve Türkçe filmleri gösterilmeye ve iki ülke ortak yapımı projeler de değerlendirmeye başlanmıştı.
Hatta bu çok güzel girişim, zamanla, tabii sevgili Kavala’nın bilgisi dışında, biraz kantarın topuzu kaçırmış olma izlenimi bırakmaya başlamıştı; Türkiyeli Ermeni sinemacıların projeleri (hiç kabul görmemiş, demiyoruz ama genelde) reddedilirken, Türkiyeli Türk genç sinemacıların projeleri tercih ediliyordu sanki. Her neyse, gereken uyarılar zamanında, gereken yerlere, tarafımızdan yapılmıştı.
Bu yıl ise Türkçenin işitildiği ve / veya Türkiye ile (yapım, konu vs) ilgili filmler şunlar:
Türkiye’den veya başka ülkelerden genç Türk sinemacıların kısa filmlerle de katılması güzel bir gelişme…
Güvercin hırsızları - yönetmen Osman Naili Doğan, 82 dk. İngilizce ve Ermenice alt yazılı,
Dead horse Nebula - yönetmen Tarık Aktaş, 73 dk. İngilizce ve Ermenice alt yazılı,
Gümüş - yönetmen Deniz Telek, 15 dk. İngilizce ve Ermenice alt yazılı,
Gece yarısı yolcusu-Hasan Fazili, 90 dk. Türkçe ile dört dil (ABD-Kanada, Katar-İngiltere),
Dönüş - yönetmen Zekeriya Aydoğan, 18 dk. İngilizce ve Ermenice alt yazılı,
Bağlanmışlık - yönetmen Burak Çevik, 73 dk İngilizce ve Ermenice alt yazılı,
Beanpole - yönetmen Kandemir Balagov (Rusya’dan), 130 dk. İngilizce, Ermenice alt yazılı,
Siren çağrısı - yönetmen Ramin Matin (Türkiye’den), 93 dk. İngilizce, Ermenice alt yazılı,
Mavi yarın - yönetmen Numan Ayaz, 15 dk. 15 dk. İngilizce ve Ermenice alt yazılı,
Hayat boyu göç - yönetmen Şenol Çöm, 24 dk. İngilizce ve Ermenice alt yazılı,
Çakmak ver! - yönetmen Gökhan Kaya, 30 dk. İngilizce ve Ermenice alt yazılı,
AÇILIŞ, BONG JOON HO’NUN BİR GÜNEY KORE TOKADI OLDU. ‘PARAZİT’
Fragmanını buradan izleyebileceğiniz Parazit filminin yönetmeni Güney Kore’li Bong Joon Ho, yıldızı hiç de tesadüfî olmadan yükselmiş sinemacılardan. 2003’ü hatırlayalım, Güney Kore film endüstrisi ödülünü, hayli zor bir alan olan çözülmemiş suçlar konusunu ele almış olduğu “Cinayet Anıları” adlı filmiyle almıştı. Eski öğrenci eylemcisi olması, hiç şüphesiz, seçmiş olduğu konular ve alanlarda ve hele tarzında hissettiriyor kendisini. O halen Yeni Demokrat (şimdi İşçi) Partisi üyesidir. Hani siyasi olarak angaje diyebileceğimiz, bağımsız olan ama tarafsız olmayan sinemacılardan (Yılmaz Güney, Serge Gedikyan vs gibi).
Festival’in bu yılında, yeniliklerden biri de açılışın, ne Gino Moskova’da, ne de böyle bir etkinlik için, artık biraz hantal kaçan, SSCB döneminden kalan Opera veya Filarmonik binalarının kadife koltuklu salonlarında olması; asıl Garen Demirciyan’ın adını almış Hamalir binasında oluşuydu.
Soykırım anıt ve müzesinin bulunduğu (Kırlangıç Yuvası) Dzidzernagapert tepesindeki, irili ufaklı ve çok büyük sahneleri olan Hamalir spor ve kültür kompleksinin içerisinde kırmızı halı merasimi yapılarak, 40 dereceye varan Yerevan sıcağında, halı kuyruğuna girmiş şeker gibi sinemacıların‘erimelerinin’ önü alınmış oluyordu…
Şark kurnazlığı kavramının Güney Kore toplumunun izdüşümünün bir örneğini yaşıyoruz Parazit filminde… Ama gözden kaçırılmaması gereken ise, eski bir arkeolojik taşın talih getirmesine tanık oluyoruz, tamamen bir teneke mahallesinde çok ama çok yoksul şartlarda yaşayan bir aileye… Asya topraklarında ama böyle mahalle ve barakalarda yaşamalarına rağmen, klasik eğitimleri tam, spor, müzik, bilgisayar ve genel kültür bakımından lüks ev ve mahallelerde yaşayanlara taş çıkartır seviyesinde insanların (da) yaşaması mümkündür.
Zaten filmin, mitralyöz ateşi gibi savurduğu mesajlar arasında bu çelişki de var…
Var olmasına var da, hani fıkralardan bildiğimiz bir balığın, bir Alaeddin’in ibriğinden çıkan bir cin misali, birilerinin bir gün dile benden ne dilersin demesi sonucu elde edilen talihin, şımarınca nasıl talihsizlik verdiğinin mesajını da veriyordu…
Kanımızca, filmin son 10 dk’sı olmadığı takdirde, bambaşka bir mecrada ve happy end ile ama yine de verilecek mesajları vermiş halde, bitecek bir film olacakken evet alt başlıkta dediğimiz gibi, seyircilere müthiş bir tokat atıverdi, Bong Joon Ho’nun parazit filmi.
Buna sinema dilinde ‘birden çok son’u olan film’ diyoruz; bu da öyleydi bence…
Ho, 2007’de Brüksel Film Festival’inde Dinosaur Invasion filmiyle ‘En iyi film’ ödülü olan Altın Raven ödülünü almıştı ve evet işte bu Parazitler filmi de, sanırım hatırladınız; 2019’da Cannes’da yine ‘En iyi film’ ödülü olan Altın Palmiye’yi kapmıştı yani boşuna değil yani…
Yine devam edeceğiz, Yerevan Altın Kayısı’dan sevgilerle…