Hegel, tarihten öğrendiğimiz, tarihten asla öğrenmeyeceğimizdir demiş. Suriye tecrübesi bu görüşü korkarım bir kez daha doğruluyor. Derin uzmanların Suriye’ye bataklık demeyin, Suriye olasılıklar diyarıdır sözlerinin üstünden kaç ay geçti? Bataklık diyenleri orientalist diye yaftalayıp maço bakışlarla tepeden süzmediniz mi? Al Assadlar 3 vakte kadar alabora oluyorlardı, “ama bir dakika” diyen 3-5 gazeteci ise elbette casus, Baas'çı ve Assad'ın adamlarıydılar. Hatta Assad’a Esed demeyenler. Türkiye'nin Suriye’de neden yenileceği, iç'şavaşın ilk aylarında hala “yallah erhal ya Başar” (git Başar) sloganları atıp, ama bi durun diyenlere “siz var ya siz barış çığırtganısınız” diye çıkışanları ben unutmadım. Unutamadım. Göz göre göre felakete gitmek mümkünmüş, kötü politikaların ardı arkası kesilmedi. Artık çok az insan Suriye hakkında böyle konuşuyor. Bu Suriye meselesi bitti kapandı demek değil. Ve lakin bunca “yumuşak gücü” ile Ortadoğunun rol modeli olan Türkiye Suriye’de neden yenildi? Neden bu kadar kötü politikalar üretti? Bu yenilginin elbette pek çok farklı sebebi var. Ama ben 4 ana başlık altında Türkiye'nin çok iyi bildiğini sandığı Suriyeyi 2000'li yıllarda anlayamadığını göstermeye çalışacağım. Umarım benimle hem fikir olmaz, benim argümanlarımı ayakta duran argümanlarla sallarsınız. Ayakta duran argümanlar arasında kişisel saldırılar olmamalı, mesela “işte bunu yazan da atanamayan diplomat”, bu kategoriye giremez.
Yenilgi nedenleri:
1- Başara demokratik reform paketi sunduk ve lakin bizi dinlemedi masalı. Herkesin basına sızmasını istediği bir görüşme vardır, benimki de Davutoğlu ile Başar Al Assad arasında geçen 7-8 saat sürdüğü söylenilen dost çağrılarıyla dolu Ağustos 2011 görüşmeleri. Malum al Assad, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun sunduğu demokratikleşme paketini uygulamadı. Böyle olunca da Türkiye “sessiz kalamazdı.” Yalnız neden al Assad’ın böyle bir reform paketine sıcak bakıp uygulayabileceğini düşündü Türkiye bunu anlamak çok zor. Çünkü Şam Baharı denen 2000de yaşananlar malumunuz. Ya da belki de hükümettekilerin malumu değil miydi? Mesela, bu reform paketini hazırlayanlar Şeyh Yakubinin Nisan 2011 de verdiği hutbeyi izlememisler miydi? Burada şeyhin dillendirdiği taleplerin 2000 yılında Suriye'nin aydınlarının imzasıyla yayımlanan “99 Madde” manifestosuna ne kadar yakın olduğunu göremedi mi acaba Türkiye'nin Suriye’deki yol haritasını çizenler? Peki ya Ocak 2001'de basına zamansız sızan “1000 Madde” deklarasyonu? Tüm bu söylemler, ulemanın, sivil halk kuruluşlarının Suriye hükümetinden taleplerini dillendiriyordu, olağanüstü halin kaldırılması, düşünce suçlularının serbest bırakılması, genişletilmesi istenilen hak ve özgürlükler. Ancak Suriye halkı defalarca sesini duyuramamıştı. Uygulamaya geçirilmemişti bu talepler. Kendi halkını dinlemeyen yönetimin Davutoğlu elçiliğinde Türk hükümetini dinlemesini beklemek, dinlememesine şaşırmak ne kadar doğru. Diplomatik her yolun sonuna kadar denenmesinden yana olduğumu ifade etmem gerekmiyordur sanırım, ama Temmuz-Ağustos 2011de içşavaşın ilk yayılma zamanlarında böyle bir reform paketinin kabul olmamasına şaşırmak, bunu aylarca tekrarlamak sizce neyin göstergesi?
2- Suriyedeki ulemayı ve dini hareketleri doğru okuyamamak. Her “İslamcı” başkadır sloganın iyice kökleştiği şu günlerde, AKP hükümetinin Suriyedeki dini hareketleri doğru okuyamadığı artık kaçamayacağımız bir gerçek. Suriyedeki Müslüman Kardeşler (İhvan) hareketini Mısırdaki ile bir tutan, diasporaki Suriyeli İhvan ile ülke içindeki grupların farkını anlayamamış olmaları mi yanlış siyasi seçimlere neden olmuştur acaba? AKP İhvanı ne kadar gözünde büyüttüyse,
bir avuç “yabancı savaşçılar” diye yaftaladığı Salafı grupları da daha belki son 2-3 aya kadar çok küçümsemiştir. http://www.sabah.com.tr/Perspektif/Yazarlar/ulutaş/2012/10/20/suriyede-elkaide-için-yorgan-yakmak SETA Ankaranın Ortadoğu uzmanı Ufuk Ulutasın “Suriye'de El-Kaide için yorgan yakmak!” başlıklı yazısına bir göz atarsanız, belki beni daha iyi anlarsınız. Suriye selefileri sayıları küçük de olsa aslında içşavaş öncesinde oldukça önemli bir grubu oluşturuyorlardı. İhvanın yaşadıklarını gözönünde bulundurarak hükümetin radarından uzak durup iç siyasete karışmasalar da, İran-Irak savaşı süresince Suriyeli şehitlerin, Irak işgali esnasında el-Kaide ile irtibatlı çalışan grupların öyküleri farklı çevrelerde sıkça dillendirilirdi içşavaş öncesi Suriyede.
3- Kalbim 1982 Hama’da kaldı. Hükümetin ve hükümete yakın çevrelerin söylemlerinden okunan o ki Türkiye'nin Suriye'deki ulema, dini grup algısı 1982de gerçekleşen Hama katliamında kalakalmıştı. Düşünce sistemi olarak aynı kökten yeşermiş olsa da Müslüman dünyanın farklı coğrafyalarında yaşadığı tecrübelerle farklı siyasi güçlere sahip olan İhvan hareketini AKP'nin ne kadar doğru okuduğunu bilemiyorum. Özellikle Arab baharı sonrasında çok yoğunlaşan akademik temaslara rağmen Tunus ve Mısır İhvanı üzerine original bir çalışma üretildi mi?
1982'de Halep, Şam ve Hama arasında düşünce farkları bulunan Suriye İhvanı, 1982 katliamından sonra diaspora ve Suriye olarak ikiye bölündü. Elbette çok kıymetli kişiler öldürüldü, kayboldular. Diaspora hareketine dönüşen Suriye İhvanı ile Baas rejimi arasındaki ilişki, gizli-açık görüşmeler Suriye İhvanı'nı anlamak için elzemdir. Suriye'de kalan İhvan ise geleneksel elitlerden oluşmaktaydı. 1996'dan 2010'a dek Suriye İhvanı'nın lideri olan Al Bayanouni’nin sözleriyle “Bir organizasyonumuz yok ama tabanımız var.” Baba Assad, yıllarca bir kukla ustası misali farklı terror örgütlerine ev sahipliği ederken, kendi ülkesinde de İhvanı pasifize ederek kontrol etti. Hafez al Assad vefat ettiğinde farklı bölgelerde İhvan olarak görünen değişik görüşten gruplar vardı.
Başar başa geldiğinde sosyal alanı pek çok farklı dini harekete açtı. Mesele askeri kanadı olmayan al-Tayyar al İslami al Dimuqratı açık biçimde Assad rejimine karşıydı. 2008de de bunun için cezalandırıldılar. Diğer yanda Zayd hareketi, toplumun en altından dayanışma, eğitim ve sosyal hizmetler sunma metodlarıyla çok güçlü bir network kurdu. Böyle onlarca farklı İslami hareket vardı Suriye'de. Bunlar siyasette görünür olmadan sessizce faliyetlerine devam ettiler. Çoğu rejimin Şii İranla ile olan ilişkisinden hoşnut değildi. Bu nedenledir ki Suud ve Katar gibi ülkelerin desteğini severek kabul ettiler. Bu yazıyı 2 yıl önce yazdığımda sınırınızda silahlı örgütlerle nasıl başa çıkacaksınız, nasıl açık sınır politikasına devam edeceksiniz diye sormuştum. Artık sınır meselesini sorgulamak için oldukça geç korkarım. Suriye çoktan Türkiye'ye girmedi mi?
4- Suriye laiktir yalanı. 2008-2009 yıllarında Türk basınında Hama katliamı haberlerine bakınız, hani Erdoğan ailesi ile Assadların tatile çıktıkları yıllardan bahsediyorum. Evet Türk halkının çoğu Hamayı 2011 yazında öğrendi. Başarın acımasız bir diktatör olduğu ama Suriyenin laik olduğu da New York Times köşeleriyle eş zamanlı bizim hükümeti gönülden destekleyen medyamızın her an kullanılabildiği başlıklar yarattılar. Aslında Başar sosyal alanı dindarlara o kadar sınırsız açmıştı ki pek çok laik Suriyeli “İslami Baas rejimini” kurdu Assad diye kınaye ediyordu. 2006 yılında Şam sokaklarında ilk kez Kutlu Doğum Haftası için hazırlıklar oldu. 2000den itibaren özellikle hissedilen İslami rahatlama vardı, Kadın-erkek ortak mekanlarının, içkili yerlerin azalması, daha çok hijabi görülmesi gibi. Ezilen Sünnileri laikçi Baas'ın elinden kurtarma söylemi bu nedenle belki de fazla bir etki bırakmadı Suriyeliler üzerinde. Baasın kaygısı dini grupların ibadetlerinden ziyade, siyasi ifade özgürlüklerini kontrol altında tutmaktı.
Sonuç olarak Suriye’yi Türkiye dış politikasında bir bataklığa çeviren “orientalist muhalefet” değildi. Bunun en az 2 birbirine bağlı nedenini 4 farklı boyutta sizlerle paylaştım. 1- Türkiye Suriyeyi bilmiyordu, özellikle İslami yenilenmeyi, farklı grupları içşavaş başladığında bilmiyor tanımıyordu. 2- Bu bilgi eksikliği Türkiyeyi oyun kuruculuktan alıp sürekli “Reaksiyon veren” yeni pozisyonlar almaya zorlayan bir hale getirdi. Dış politikada Osmanlı'nın terkinden beri Türk belleğinden silinmiş diyarlarda hızlı pozisyon değiştirmek haliyle çok zordu.
Türkiye kaybetmeye mahkum olduğu kartlarla oynuyor. Gerçekten Suriyeyi ve strateji üretmeyi bilmeyenlerin, kimseden tavsiye almayı kabul etmeyen maçoların çizdiği yol haritalarının sonuçları mı bu yaşananlar? Artık Suriyeye bir battaniye, bir somun ekmek bir de AK-47 sloganları için çok geç. Şu anda Türkiyenin sorması gereken soru, içimizdeki Suriyeyi nasıl dizginleriz? Artık Suriye iç meselemiz. Belki de bu gerçekleşen tek siyasi tahmin olarak tarihe geçecek. Peki sizce Suriye Türkiyeden ne zaman çıkar?