Dünyanın en tatlı komşularına sahibim. Film eleştirmeni Ann ve sosyoloji profesörü George, ilk 60’larındalar. En küçüğü üniversitede olan 4 çocukları var. Haftada genellikle 2-3 kere karşılaştığımız, gülümseyerek merhaba dediğimiz, 10 küsur yıllık komşularımız. Güzel bir çift, pazar sabahları birlikte kiliseye gittiklerini, sonradan köpekleriyle yan yana yürüyüşlere çıktıklarını anımsıyorum. Ama o geceye kadar aslında haklarında belki 10-15 dakikadan fazla kafa yormamışımdır. Evet o gece… Bizim burası kanyon, yollar kıvrım kıvrım, bir gece sabahın 2sinde havaalanından eve gelirken bir arabanın ışıklarını gördüm.
Yan komşumuzdu kaza yapan ve arabada sadece George vardı. Onu tanımam oldukça güç oldu çünkü kadın kıyafetleri giyiyordu. Pek çok kırığı ve çıkığı olduğu halde elimi tutup, ne olur benimle gel dedi. Sabahın üçünde ambulansa bindim ve o günden beri ikimizin arasındaydı bu sır. George, geceleri ve ailesinin şehir dışında olduğu gündüzleri kadın kıyafetinde geçiriyordu. Bir ömür böyle geçirmişti. Kırıkları belirlenir, askılar takılırken, bir yandan da onu kadınlaştıran ögeler teker teker çıkartılıyordu. George bütün bu acıların hepsini unutmuş, sadece peruğunun çıkmasına, gerçeklerin böyle resmi bir yerde ortaya çıkmasına dertleniyordu. Gün doğumunda konuşmaya başladık ve son beş yıldır denk geldiğimiz her gün doğumunda konuşuyoruz.
George geçen hafta boşandı. Tüm ailesini toplayıp onlara gerçeği açıkladı. Yıllarca arka kapıdan sabah kahvesine bana gelip anlattıklarından bambaşka bir dünyayı öğrendim. Bu, sizlere sapkınlık, hastalık olarak gözükebilir. Korkutucu, ahlaksızca olduğunu da düşünebilirsiniz. Doğrusu ben böyle bir gerçeği bir kaza anında öğrendiğim için fitne fücur üretmeye, yargılamaya imkanım olmadı. Ayrıca George’un hangi kıyafeti giyerse giysin çok ince zevkleri olduğunu görmek ve ondan öğrenmek benim için çok eğlenceliydi. Geceyle gündüz gibiydik George'la…
Ben takılardan, eşarplardan, hanım hanımcık döpiyeslerden uzak yaşıyorum. Derin dolaplarım yok, esvaplarım, aksesuarlarım ya da sakladıklarım yok. Sürekli yolculuk ettiğim bahanesiyle olsa gerek, her şeyim bir bavul... Bugün var, yarın yok… George ise kutu kutu takılar, eşarplar, aksesuarlar ve inanılmaz güzellikteki onlarca kumaşın insanı. Eşi ve çocukları şüphelenmesin diye benim evimde sakladığı kıyafetlerine olan aşkını, renklerle dansını izlemek beni her zaman mutlu etmiştir.
40 yıl sonra eşine neden söylemeye karar verdiğini sorduğumda, "thanatophobia" dedi, yani ölüm korkusu... Ölüm korkusu, insanlara almayı hiç hayal edemedikleri riskleri aldırabilecek kadar güçlü...”Yaptıklarımdan ötürü kendimi hep suçlu hissettim” dedi George, ”iyi bir baba olamadım belki, gizli bir hayat sürdürdüm ve artık bu suçu taşıyamıyorum. Çocuklar büyüdü, itiraf edip artık dürüst yaşamak istiyorum, çünkü ölümden korkuyorum.”
O zaman anladım ki, bir kişinin kendi kendini yok etmesindeki en büyük etken suçluluk… Çevresine zulm etmesindeki en önemli nedenlerden birisi… Sürekli yakalanırsam korkusu… Tarihte örneği o kadar çok ki… Bir ay önce insanların taptığı bir liderken, bir ay sonra kendinizi Nicolae ve Elana Ceaușescu gibi, minicik bir arabada ter içinde kaçmaya çalışırken bulabilirsiniz ya da Saddam Hüseyin misali minicik bir delikte nefes almaya çalışırken saçınız sakalınız birbirine karışmış halde yakalanabilirsiniz, daha da acısı, Kaddafi gibi bir su kanalında yakalanıp linç edilerek “Öldürmeyin, vurmayın” diye görüntülenebilirsiniz. Bu zalim ölümler hep belleğimize işlenmiş…Ölüm korkusu çok derin ve gerçek.
Ne yazık ki, bizim tarihimizde de pek çok acı, kara ve keşke geri döndürülebilse diye iç geçirdiğimiz anlar var… Rahmetli Menderes’in son anları gibi… İktidar partisi liderlerinin sık sık kendisini dile getirmeleri ve biz bu yola kefenle çıktık diye tekrarlamaları da benim gibi yüreği ağzında yaşayanlar için iyice ürkütücü bir tablo çiziyor…
İlginçtir… Yunan mitolojisinde Thanatos'un (Ölüm Tanrısı) üvey kardeşi Hypnos'dur (Uyku Tanrısı)… Dedim ya, benim dike dike güzelleştirebileceğim renkli esvaplarım yok... Ondan olsa gerek, rengarenk sözlerim var… Elbette sözlere kıymet verenler için, sözcükler içinde derin dehlizler ve iyiliğe açılan yollar vardır.
Lafı uzattım yine, affola. Atalarımızın dediği üzere, korkunun ecele faydası yok… Sorum şudur, çocuklarımız kefenle dolaşmanın cesaret göstergesi olmadığı bir dünyayı hak etmiyor mu?