Sürekli aynı kısır döngü… Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ölümüne dek kardeşleri olan AKP’nin üst düzey yetkilileri, Başbakan, Bakanlar ve diğerleri sürekli birşeyler atıyorlar ortaya… Şu son 18-20 ayda neler konuşmadık ki… Kadının kahkahasını kınadık, kızlı erkekli evleri ayırdık, çocuğun terbiyesi ailesinin görevidir dedik, ilk öğretimde başörtüsüne izin verdik; ama din eğitimi ailenin görevi değilmiş, din eğitimini her sınıf için zorunlu kıldık, karşı çıkanlara tepeden baktık. İtibarımıza yakışan bir saray var ettik yoktan, kimbilir kaç bin ağacı kestik, zeytin zeytinyağı derken Somada acı çeken, matem içindeki ve vefat etmiş insanların ayakkabılarına bakakaldık. Zamansiz ve zalim olumlerin fakirlerin fitratinda oldugunu ve buna itiraz etmemin yetkililerden tekme, tokatla aninda cezalandirilacagini anladik. Hala Hrant Dink davası bir sonuca ulaşamadı. Pınar Selek’i 16 yıldır aynı kısır döngü içinde önce af ettik, sonra tekrar müebbete mahkum ettik. Bir nebze muhalif olan tüm gazetecileri hele de kadınlarsa anında “İslam düşmanı” ilan ettik. Kabataşta üstsüz, deri pantalonlu, ellerinde bira şişeleri olan erkekler vardı her an bize saldırabilirlerdi. Camilerde hutbeler bile biat edin, ses çıkartmayın, darbeci, bölücü, terrorist olmayın sakın diyordu. Karikatüristlerimiz yolsuzluk davaları çizmekten mahkemelik oldular. Yabancı medyaya çalışanlar zaten haindi ve elbette gözleri korkutulmalıydı. Milli içkimiz ayranı binlerce dolarlık bardaktan içerken biz, whisky’i el oğlu ince belli çay bardağından en iyi sunuş biçimi diye pazarlıyordu, bakakaldık.
Sayın Öcalan’a Sayın Öcalan diyenleri kınadık ve ev hapsine alınmasını, sekretarya sahibi olmasına onlarca ciddi TV programı adadık. Ne Kürtçe anadilde eğitime izin çıktı, ne defalarca açılıp duran diğer dosyada Alevilere evet bu da ibadethanedir deme lütfunda bulunduk. En iyi Alevi camiye giden, bize benzeyen, oruç tutandır dedik neredeyse, aslında bu tanıma Sünnilerle evlenmiş Assad kardeşler uyuyorlar en iyi ama olsun onlar hala kara listemizde… Üç buçuk yıldır gidecekler diyoruz, gidecekler elbette…
Neden birinci çoğul şahısta yazdığımı bilmiyorum. Benim sabırlı, anlayışlı, kafası karışsa da dirayetli okuyucularım elbette biliyorlar ki benim bu siyasi kararlarda hiçbir etkim olmadı. Sadece sanırım itham eden cümleler kurmaktan yoruldum, ve aslında bütün bu karmaşanın bir nebze de biz izin verdiğimiz için olduğunu düşünüyorum… Yok yok, işte bugünlerimize liberaller neden oldu, herşey köşe yazarı Ayşe Fadime Ahmet Mehmet aldatıldığı için oldu demeyeceğim sizlere. Bu siyaset. Yani aşk hikayemiz olsa evet sevdik, güvendik, aldatıldık deriz, belki sempati ve anlayış bekleriz. Bu siyaset ve sözde demokratik bir sistemde siyaset. Yani ülke menfaati için yararlı politikalar üretenlerin yeniden seçilerek ödüllendirildiği, zararlı siyaset yapanlarınsa koltuklarını bırakmalarının istendiği bir sistem. Ve yapılan araştırmalar tekrar tekrar -her ülkede- gösteriyor ki, kampanyalar, köşe yazarları değil, seçim sistemleri seçimlerin sonuçlarını en doğrudan etkileyen faktörler.
Şöyle düşünün, seçim barajı olmasa mesela. Ayrıca partilerin hazırladığı listelerde olmasa. Mesela Dersimden milletvekili adayı mı olmak istiyorsunuz, ve sizin partinizden 4 kişi daha aynı koltuğa talip önce parti adına hanginizin yarışa gireceğine karar vermek için bir ön seçim yapılsa, sadece mesela o partiye üye olanlar oy verse? Görüleceği üzere seçim sistemleri çok farklı şekillendirilebilir. Bu şekilde olsa parti liderine yaranmak yerine halka yaranmaya çalışır adaylar, çünkü eğer halkın istedikleri için çabalamazlarsa gelecek seçimlerde oy alamazlar. Partiye olan bağlılık düşer, bireysellik artar. Önemli konularda adaylar kendi seçim bölgelerinin özelliklerine ve kendi seçmenlerinin tercihlerine uyumlu kararlar verirler. Liderini izle, elini indir kaldır, iyi bir milletvekili ol ve ömür boyu emekliliğe kavuş sistemi sizce gerçekten en iyisi mi? En iyi adaylarımı seçtiniz şehrinizden? Türkiye halkı ne kadar temsil ediliyor yüzde on milli seçim barajı olan ve pek çok ilde ikinci parti olmanın yeterli olduğu bir sistemde… Sürekli değişen büyük şehir, küçük şehir, komşu köy gibi sessiz sakin “jerrymandering a ala turca” şark kurnazlığıyla oynanan seçim haritalarından, seçimlerdeki şaibelerden söz bile etmedim görüyorsunuz…
Başka bir sistem, başka bir düzen mümkün…” Ama o giderse biz biteriz.” Lütfen, ne olur biraz sakın düşünelim, bir nebze komforlu düşünce sınırlarımızın dışına çıkalım da demiyorum, ama bu inanın bana kişisel bir ilişki değil, bu seviyede görmenizi bu lensten görmenizi isteyenleri sorgulayın. Sorun Erdoğan değil, sorun Erdoğan'ı sevmemek, çok sevmek, Erdoğandan nefret etmek, ona övgü yazmak hakaret etmek değil. Erdoğan bir siyasetçi iyi bir iş yaparsa överiz, yapılan işin kısa ve orta vadeli sonuçları kötü olacaksa eleştiririz. MİT’e, Emniyete, diğer kurumlara sınırları muğlak yetkiler verilmesine hangi siyaset bilimci nasıl “yetmez ama evet” diyebilir? Ama yetti garı, diyenlere dönüp çünkü sen Erdoğan'dan nefret ediyorsun, nankörsün, anlayamazsın, sevmiyorsun demenin bir anlamı var mı? Erdoğan benim babam değil, evladım değil, sevgilim değil. Nefret, sevgi, aşk, minnet gibi duygular beslemiyorum kendisine. Bir görevli sadece. Bu iş sevmek sevmemekle alakalı değil. Bu işini ne kadar iyi yaptığının değerlendirilmesi.
Yine konudan çıktım di mi, sorun şu… Bir Cumhurbaşkanı uyuşturucu bağımlısı olsa, kumarbaz olsa, velev ki katil olsa ailesi, sevgilisi, kedisi onu sevmek ve sevmemek konusunda seçim yapma durumunda kalabilirler. Ya da koşulsuz sevmeye karar verebilirler Ülkeyi Erdoğan'ı sevenler, biat edenler, kefen giyenler ve diğerleri olarak ikiye bölmek nasıl bir çılgınlıktır.
“Eğer Erdoğan giderse neler olur biliyor musun sen” nasıl bir cümledir ben anlamıyorum. Hangi demokratik ülkede böyle cümleler kurulabilir? “Recall” geri çağırma denilen bir sistemin olduğunu düşünün mesela. Kaliforniya yakın geçmişte (2003) valisinin görev süresi dolmadan görevine son verdi. Buna Kaliforniya halkı karar verdi. Bunun valiyi sevip sevmemekle, valinin dindarlığıyla, valinin ne kadar iyi bir insan olmasıyla, ne kadar vicdanlı olduğuyla falan alakası yoktu.Yolsuzluk, hırsızlık meselesi de yoktu. Yani kimse Kaliforniya valisini yasal bir suçla yargı karşısına çıkartmaya çalışmadı.Sadece başarısız bir vali olduğuna ve Kaliforniyanın daha iyi bir valiyi hak ettiğine inanan insanlar valinin işine görev süresi dolmadan son verdiler. Yeni bir vali seçtiler. Bu halkın elinde güç demektir.
Türkiye bunu hak etmiyor mu? Bir tek kişinin gitmesiyle paramparça olacak bir sistemse elinizdeki en büyük tehdit, bu kişiye de ülkeye de yazık değil mi? Siyasi idareyi beceremeyen, sürekli önlenebilir ölümlerin yaşandığı, insan hayatının kalitesinin düştüğü, gücünü suistimal etme şüphesi altında olan kişiler "ama ben onu çok sevdim" diyerek iktidarda mı tutulmamalılar?
Bir de artık tüm bu saçmalıklara son verip gerçek soruya cevap beklememiz lazım: Biz vergimizi veriyoruz, oyumuzu veriyoruz, kelle denilen Mehmetçikleri veriyoruz, madenlerde, inşaatlarda ırgatlık yapan evlatlarımızı veriyoruz, daha çok şey veriyoruz da neyse, seçilmişlerin de hesap vermesi lazım hemen. Öyle meclis kürsüsünden “altınlar kaybolmaz, biz çok iyi bir devletiz” diye bağırarak, “montaj, şantaj” diyerek değil, belgesiyle ispatıyla hesap verilmeli.
Devlet memuriyetine son 7-8 yılda alınan kişilerin ailelerinden kimler aynı zaman sürecinde devlet memuru oldular? Bu akraba ilişkilerinin haritası, boyutu nedir? Üst düzey hükümet yetkililerinin, seçilmişlerin ve bürokratların mal varlıkları ve maaşları arasındaki ilişki nedir? Nereden buldun yasasının daha detaylandırılması gerekirken kaldırıldığı bir yerde, kim nereden buldun diye sorma yetkisine sahiptir?
Sayıştay raporları nerede? Öncesinde öyle ya da böyle en azından TBMM’ni kaale alıp belge sunan bir hükümet vardı, eksiğiyle gediyle. Şimdi ise Sayıştay rapor bile sunamıyor. Devlet ne kazandı, ne harcadı? Hangi arazi ne kadara satın alındı? Ne kadara kime satıldı? Vakıflarla hükümetin ilişkisi nedir?
Siyasette seçenekler ancak siyasi oyun kuranların bilgisi, görgüsü, konuşma özgürlüğü ile sınırlıdır. Hayatı sadece acı, tatlı, ekşi ve tuzlu diye kısıtlıyorsanız umami ne demek hiç öğreneyeceksiniz demektir. Oysa başka tadlar, başka olasılıklar, başka bir yönetim ve yaşam biçimi mümkün.
Milli irade evet… Ama ya sistem? Yapılan hataların bir süre sonra bile olsa görülebildiği kadar şeffaf ve yapanların öte tarafta Allah'tan önce keyfini sürdükleri bu dünyada hesap verdikleri bir sistem… Tek yapmanız gereken demokratik hakkınızı kullanarak hesap sormak…