En zoru ne biliyor musunuz? Sürekli ileri demokrasi, özgürlük, adalet, halkın seçimi söylemlerini tekrarlayanların “Erdoğan kazanacak bilin de sonra ağlaşmayın” başlıklı yazılar yazması, bu yazıları basması ve bu yazıları yazanların maddi manevi desteklenmeleri.
Her zaman bahis ettiğim yazıya link veririm, ama bu sefer vermeyeceğim. Başlığını yeterince ürkütücü. Akademik dürüstlüğü riske atmıyorum, çünkü başlığı herhangi bir arama motoruna yazarsanız, Sabah gazetesinden bir köşe yazısı olduğunu hemen bulabilirsiniz. İkincisi, ben de vazgeçtim artık. Çoğu cüzi ya da hiç bir ücret almadan emek veren “karşı” basın mensuplarının yazılarına kim referans veriyor? Ama diğer tarafın yüksek maaşlı entellektüelleri sürekli “sürünen” medyanın fikirlerinden besleniyorlar.
Fakat –toplu linç olayları hariç—binbir emek verip üreten kişilerin ne isimlerine ne fikirlerine gerekli referanslar verilmiyor. Bazen muhatap almıyoruz onu diyerek açıklıyorlar. Ancak, bu durum sadece muhaliflere karşı değil, kendi içinde de binbir emek verip üreten kişilerin sözlerinin çalındığını dikkatli takipçiler elbette görüyor. Yüksek maaşlı gazete köşelerini, TV programlarını, dünyayı gezdiren konferansları, ve araştırma merkezlerindeki koltukları “kapan” bu kişiler yıllarca çalışıp didinen gerçek entellektüellerin ürünlerini gözgöre göre çalıyorlar. Şimdilik bu iç grupta “bilgi hırsızları” bilinse de göz yumuluyor, ne zaman bunların adı çıkar? Bir gün siyasete atılmaya kalkarlarsa –ki kalkarlar—o zaman kendi içinlerinden bir cephe elbette bunları da ifşa edecektir. Boşuna değil Ekmeleddin İhsanoğlu’nun akademik başarılarının 2014te mercek altına yatırılması, uluslararası kuruluşlarda Türkiye’yi temsil etmek için desteklendiğinde neden bu bilgiler paylaşılmamıştı? Evet zamanlama her daim manidar.
Siyasi özgürlüğün mümkün olmadığını ve her verilen hakkın bir lütuf olarak görüldüğü bir kültürde ancak saygın ve ulusal bir basın organı, “seçim sonucunu bilin de ağlaşmayın”, nanik nanik başlığında yazı basabilir. Kaderinize boyun eğin, şikayet etmeniz “ağlaşmanız” bile haram mı deniliyor? Aynı yazar, şöyle bir cümle kurabilir miydi acaba “Sürekli hamiliğini yaptığınız topraklarda daha binlerce çocuk ölecek, bilin de salya sümük TVlerde ağlaşmayın”. Her hangi bir gazete böyle bir başlığı başar mıydı? Hayır, bizler alıştık artık “Erkekler ağlamaz, delikanlı ol” söylemini yıkan duyarlı AKPli liderlerin gözyaşlarına. Sorun liderlerin gülme özgürlüğüne saldırmasıyla bitseydi… Köşe yazılarından ağlaşma özgürlüğümüzün bile olmaması gerektiğini öğreniyoruz işte…
Özgürlüğünüzü kaç biberli alacağınız nerede durduğunuza ne kadar dikkat çektiğinize ve kimleri kızdırdığınıza bağlı….Mesela eğer siyasi gücü elinde tutanların yeterince gözüne girebildiyseniz, 40-50lili yaşlarınızda yırtık kot pantalon giyip, “Acaba Arınç bana kızar mı?” şeklinde kamusal alanda show yapabilirsiniz. Başınızı yeniden örtüp, İslami moda dergilerine, ilginç pozlar vererek 15 sayfada neden ve nasıl yeniden örtündüm şeklinde içinizi dökebilirsiniz…Maddi kazanç gözetmeyen FEMEN kadınlarının iffetinden dem vuran manken, manken sonrası sunucu ve hemen “kıymetli sanatçı” olabilirsiniz. Magazin kültürüm yeterince derin değil ama boşlukları doldurabiliyorsunuz değil mi?
Laik görünümlü muhafazarlık, dindarlık gibi anlaşılmaz kavramları kalkan yapıp ne yardan ne serden geçebilirsiniz…Gülmeyin denilen yer de gülmez, ağlaşmayın denilen konularda zinhar ağlaşmazsanız size kimse dokunmaz… Bu arada da bin şükür cebinizi doldurabilirsiniz.
Neden bunu yapabiliyorsunuz biliyor musunuz? Çünkü Türkiye’de herşeye rağmen çok biberli özgürlüklerine şükreden bir halk, ve “bu sahte entellektüellerin günü geçecek elbette merak etme” diye iç getiren çok umutlu bir entellektüel kesim var…..Bu sayede “bilin de ağlaşmayın” şeklinde nispet yapabiliyorsunuz… Bu umut ve şükran kavramının siyasette orta vadede ne anlama geldiğini anlayabilenlerse son derece farkında “bol biberli özgürlüğün” bedelinin….