"Beni Süleymaniye'deki Azadî parkına, 1983 Şehitleri için kurulan anıtın yanına gömün. Orada nefesim kesilmez. Genç kadınlar, erkekler, sevgililer misafirim olur. "
En hüzünlü metinlerdir vasiyetler, ölümü kabullenmenin, belki çürümeye belki vahdete ulaşmaya hazır olmanın fermanlarıdır. Veda karineleridir. Şerko Bekes vasiyetinde ebedi istiharatte bulunmak istediği yeri dile getiriyor. Kuzey Irak'ın yeni yeni gelişen şehri Süleymaniye'deki Azadî Parkı... Bekes'in kimsesizliğini kelebeklerle avuttuğu yer. Çünkü biliyor ki dilin vasiyeti yoktur. Çünkü bilmeli ki, dile kolay 41 kitaplık şiirleri hep nefes alacak.
1940'da Süleymaniye'de doğan Bekes'in ömrü hep barışa, yani umuda eğilimli o karanfile, o kızıl sevdaya, kederli ama inatçı gözlerle bakmanın sürgünüydü. O bu sürgünlüğü kelimelerle güzelleştirmenin ustasıydı, çünkü dilin vasiyeti yoktu, çünkü biliyorduk ki bir sabah daha önce hiçbir uykudan, hiç böyle ferah böyle serin uyanmamış gibi uyanacaktık. Barışı barıştan başka hiçbir şey temsil etmeyecekti, huzuru huzurdan başka hiçbir şey ve dahi mutluluğu; mutluluk birşeylere bedel ödemeden, kan dökmeden, gözyaşlarımızı kanatmadan mutlu olabilmenin güvenciyle dayatmasız mutlu olacaktık. Çünkü mutluluk bile dayatıldığında küflenen, ertelenen, tadı kaçan bir şeydi.
Babası şair Faiq Bekes'i erken yaşta yitirmiş, ilk şiirini 17 yaşında yazmış, 1957'de Jîn gazetesinde yayımlanmış, 1965'te dağa çıkarak devrimci gerilla mücadelesine katılmış. Abidin Pırıltı Radikal'deki yazısında Bekes'e Saddam Hüseyin'in ödül vermeye çalıştığını yazmış. Ayrıca Saddam Hüseyin, Bekes'ten kendini öven bir destan yazmasını da istemiş. Bekes her iki teklifi de reddettiği için sürgüne gönderilmiş. Perwer Yaş'ın Özgür Gündem' de yazdıklarına göre ise Şêrko Bêkes, 1999’un 15 Şubat’ında PKK Lideri Abdullah Öcalan esir düştüğünde Med TV ekranlarında şu dizeleri haykırmış: “Burası Süleymaniye’dir, birkaç gündür bu kentte büyük bir hüzün almış başını gidiyor. Dünyanın gözü önünde Öcalan’ı aldılar, ama Kürt’ün ruhunu teslim alamazlar. Diyarbakır’ı nasıl Süleymaniye’den ayırabilirler, Newroz nasıl ateşsiz olabilir? Van gölünü nasıl kurutabilirler? Burası Süleymaniye ve bu kentteki bütün yürekler, bir ağacın elmaları gibi titriyor, bir halkın kimsesizliğine üzülüyor. Bu üzüntü ulusal bir üzüntüdür. Bir kelebeğin rüyasını gördüm. Ağlamıyorum ve gözüm Diyarbakır’da.”
"İran'da dört çocuk
Fars
Türk
Arap
ve Kürt
bir adam resmettiler
ilki başını
ikincisi bedenini
üçüncüsü ellerini ve kollarını çizdi
dördüncüsü omuzlarına silah koydu. "
diyor Sorani lehçesinde yazdığı bir şiirinde Bekes.
Kürtçedeki en eski edebi metin 8. yüzyılda yazılmış. En eski modern edebiyat metni ise 1856'de. Örneğin, Kürtçe en eski öykü kitabı, 1926'de yazılmış. Şair Bêkes, şiir yazmasına ilişkin “Yazıyorum. Dilin acizliğini kendi acizliğimi hafifletmem için. Ama o halkımın ve şiirin sevgisine bir katkıda bulunmak için de..." demiş. Dil bir ulusun kaderi değil mi zaten?
Yedi yıldır alzheimer hastası olan anneannemin geçen seneden beri kaldığı yaşam evindeki Vaki nine geliyor aklıma. Doksanında var yok. Malatyalı. Alzheimer olduğundan beri Kürtçe konuşmaya başlamış. Adını unutmuş, yıllardır konuştuğu Türkçe'yi unutmuş, ailesinin, çocuklarının kim olduğunu unutmuş. Ancak kimsenin ağzından şimdiye kadar tek kelime duymadığı Kürtçe'yi, anadilini unutmamış, ne yapsalar unutturamışlar. Çünkü dilin vasiyeti yazılamaz. Çünkü ne yaparsanız yapın bir dili öldüremezsiniz.