23 Kasım 2023

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

Gazze

Geçtiğimiz günlerde Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Sözcüsü John Kirby soykırım kelimesinin gayet uygunsuz bir şekilde gelişigüzel kullanıldığına dikkat çekerek İsrail'in soykırım yapmadığını ve fakat İsrail'i haritadan silmek isteyen Hamas'ın soykırım yaptığını söyledi. Ne yazık ki onun gibi düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Hamas'ın 7 Ekim'deki Aksa Tufanı'nı merkeze alıp İsrail'in yetmiş beş yıldır yapıp ettiklerini perdelemek bir tür odak kaydırma hamlesi.

Böylelikle İsrail meşru müdafaa adı altında sivilleri katletmek pahasına şiddette doz aşımını kendinde hak görüyor. İşgalci ve sömürgeci siciline bakmaksızın kibirli ve pişkin bir egemen diliyle yazılmış bir anlatıyı yutturmaya çalışıyor. Soykırımın adını koymak büyük bir savaş suçunun da kabulü anlamına geldiğinden siyasi ve ekonomik bedelleri göz önünde bulundurulursa, hem İsrail'in hem destekçilerinin daha en başından inkâr kalesini kurmasının sebebi bu güç ittifakının sorumluluklarından kaçmanın kestirme yolunu döşemek aslında.

Soykırım günümüzde gaz odalarında, çalışma kamplarında gerçekleşmiyor. Faşizm, Adorno'nun dediği gibi, biçim değiştirip günün şartlarına uygun şekilde ve maskelerle yeniden yaşama dahil oluyor. Tüm dünyanın sosyal medyadan izlediği, kurbanların zulmü anında kayıt altına aldığı, gösterebildiği, yayabildiği, dolayısıyla kanıtlayabildiği katliamlar yaşanıyor. Faşizmin aktörleri değişse de sureti aynen zuhur ediyor. İstisna hâli gündelik hayatın bir normu haline geldi.

Sürekli hatırlatılması gereken hakikatlerden biri de işgal ve sömürünün 7 Ekim'de başlamadığı, yetmiş beş yıllık kan ve gözyaşı dolu bir geçmişi olduğudur. İsrail'in yapıp ettiklerini öğrenmek/hatırlamak isteyenler tarihin henüz tozlanmamış ama pek de çevrilmeyen sayfalarına bakabilir.

Arendt'ın şu sorusu güncelliğini koruyor: Tarihin sürekli ve sistematik olarak inkâr edildiği bir dünyada ne tür bir siyaset yapmak mümkün olabilir?

Sistematik tahrifine karşın gerçeği sürekli anlatmak, unutturmamak lazım.

Ayrım Duvarı'yla açık hava hapishanesine dönüştürülen, böylece halkın adeta doğuştan suçlu ilan edildiği Filistin'de çok sayıda askeri kontrol noktası var. Filistin halkı için hem geçim kaynağı olan hem kutsal anlama sahip 800 bin zeytin ağacı 1967'den beri İsrail tarafından söküldü. Temiz suya erişimi olmayan Filistinlilerin yağmur suyunu biriktirmesi, su çıkarmak için kendi bahçelerini kazmaları yasak. Batı Şeria'daki yağışlarla oluşan ve yüzde 80 'i İsrail sınırları içinde yer alan Batı Akifer Havzası'nın sadece yüzde 20'sinden faydalanabilen Filistinler, Kuzeydoğu Akifer Havzası'nın yüzde 80'i Batı Şeria sınırları içinde bulunmasına rağmen buranın suyunun da sadece yüzde 20'sini kullanabiliyor. Doğu Akifer Havzası ise tamamen Batı Şeria sınırları içinde olmasına ve İsrail'e akışı bulunmamasına rağmen tüm suyun yüzde 70'inden fazlası İsrail hükümetinin denetimi altında. Filistinlilerin 1948'de kendilerine ait olan ev ve topraklara erişmeleri halen yasak. Gaip Kişilerin Mülkiyet Yasası'na göre mülklerin denetimi devlete ait. Ayrıca geçim kaynakları ellerinden alındı. İsrail bölgedeki verimli tarım arazileri, petrol, gaz, taş ve ölü deniz minerali gibi doğal kaynaklar üzerinde ekonomik hegemonya kurdu.

Filistin'de doğmak tecrit, zulüm ve ayrımcılığın hüküm sürdüğü bir coğrafyada hayatta kalma mücadelesinin alnına kader diye yazılmasıdır. Günlük yaşamlarını ekonomik ve siyasal şiddet sarmalında yaşayan Filistinliler 7 Ekim'den bu yana dur durak bilmeyen bir etnik temizlikle kadın, çocuk, yaşlı, hasta demeden katlediliyor.

Önceki yıllarda da keyfi gözaltılar yapan İsrail, uluslararası hukukta kabul görmeyen Yasadışı Militanlar Yasası'nı uygulayarak 7 Ekim'den bu yana 105 Filistinliyi süresiz alıkoydu. Uluslararası Af Örgütü'nün tespitine göre İsrail idari gözaltıyı önleyici tedbir olarak değil, Filistinlilere zulmetmek için sistematik bir araç olarak kullanmaktadır. Lahey Kara Savaşlarının Hukuku ve Yapılagelişleri gibi birtakım uluslararası sözleşmelerde gereksiz acı vermeme (unnecessary suffering) diye bir ilke var. Aynı şekilde 1980 Konvansiyonel Silahlar Sözleşmesi, 1993 Kimyasal Silah Sözleşmesi, 1997 Ottowa Anti-Personel Mayın Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelerde  sivilleri hedef alan, acıyla işkence ederek ölüme yol açan silahların kullanımı yasak. Buna rağmen İsrail, Gazze'deki mülteci kamplarına beyaz fosforla hava saldırıları düzenleyerek sivilleri kasten öldürüyor. İsrail'in insanlığa karşı işlediği suçlar bununla da bitmiyor. Ahir zamanlardaki unutma hızı hesaba katılırsa hafızaların günübirlik tazelenmeye ihtiyacı var. Her saldırıda şiddette el artıran bir suç devleti İsrail. İlke ve değerleri bir bir çiğnediği bu amansız süreçte zulüm listesi epey kabarık. Halkın göçe mecbur bırakılması, tahliye yollarının bombalanması, kültür miraslarının, tarihi eserlerin, ibadethanelerin tahrip edilmesi, hastane ve sağlık kuruluşlarının hedef alınması, gıda ve yakıt girişinin yasaklanması ve elektrik kesintileriyle bölgenin ablukaya alınarak mahremiyet alanına dönüştürülmesi, bir ayda elliden fazla gazetecinin katledilmesi, "insan-hayvan" tabiriyle halkın insandışılaştırılması... Son altı haftada 4 bin 600'ü çocuk 11 bin Filistinli öldürüldü. Şu an Gazze'de güvenli hiçbir alan yok. Bunlar soykırım değilse nedir?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır.

Bu yüzden adlı adınca söylemek gerekiyor. İsrail yetmiş beş yıldır Filistin halkına soykırım uyguluyor.

İnkâr sizi ancak suç ortağı yapar.

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Kamu spotu: LGBTİ+ hakları insan haklarıdır!

"Büyük Aileye" zarar verenler LGBTİ+'lar mı? Ailelere zarar verenler 'küçük çocuğun rızası vardı, bir kereden bir şey olmaz, üvey evlatla nikah olur, çocukken alıp kendilerine uygun eş yapılır vs.' diyenlerdir"

"
"