Dünyayı Bir Daha Göremeyeceğim. Ahmet Altan’ın son kitabının adı. Ülkesine kırgınlığından ötürü Türkçe yayımlanmasını istemedi, dünya dillerinde çoktan baskı üstüne baskı yapmaya başladı.
Gazeteciliği ve edebiyatçılığı haklı haksız eleştirilere maruz kaldı. Ancak ağırlaştırılmış müebbet almasına sessiz kalanların hiçbir bahanesi yok. Demokrat olmak kolay bir sınav değildir Türkiye’de, demokrat kalmak da öyle. Her kesimden mağdurun hak arama mücadelesine ortak olmak kişisel yargılarla evrensel normları ayırabilmeyi gerektirir. Söylemle eylemin birbirini tutması asgari demokratlık gereğiyken mumla aranan bir erdeme dönüştü. Hal böyle olunca, insan hakları savunuculuğu, adalet istemi, eşitlik vs. lafta kalıyor ne yazık ki.
Dünyayı Bir Daha Göremeyeceğim’den Bir Cümle adlı denemesi Türkçe yayımlanınca hemen okudum. Her cümle boğazımda düğüm düğüm oldu. Ahmet Altan kırgın ama müdanasız diliyle Türkiye’de birçok aydının başından geçen tutuklanma sürecinin bir benzerini anlatırken, her zamanki gibi çok yönlü sorgulama yetisiyle erk, özgürlük, hakikat ve mağduriyeti ele alıyor. Çünkü sırtına kurban abası geçirilmesine izin verenler düzene uygun davranır. Ahmet Altan ise tehdit, gözdağı ve mahkumiyete boyun eğmeyen, hiçbir okun işlemediği gövdesini dört duvar arasına hapsetseler de hayal gücünün en büyük güç olduğunu bilen bir yazar. Çünkü ancak zihinleri özgür olanlar her yerde özgür olduklarını bilirler.
Dünyayı Bir Daha Göremeyeceğim egemenin merhametine sunulmuş bir ifade değil. “Bir Cümle” adlı denemesi tam da Ahmet Altan’ın kalemine yakışır şekilde, gösterişsiz bir meydan okuma.
Gerçi adını duyar duymaz tüyleri diken diken olanlar var, farklı sebeplerden haksız yere ötekileştirilen bir yazar o. Asıl kabahatliyi muhatap alamayanlar kendilerine kurban seçerler. Ama Ahmet Altan’ı azıcık tanıyanlar dilini edepsizliğe alıştırmış külhanbeylerine paye vermeyeceğini bilir. Kurban olmayı her koşulda reddeden bir fikir insanı o.
Dünyanın, hayatın, insanın yeniden ve yeniden sorgulanabileceğini ben Ahmet Altan’dan öğrendim.
Baştan sona sorularla dolu makalelerini okuyarak, sakin ve kuvvetli bir tonla konuşmasını dinleyerek cesaretten yoksun entelektüelliğin kof ve yararsız olduğunu ondan öğrendim. Ahir zamanlar denemecisi olarak gördüm onu daima.
Yıllar boyu farklı cephelerden saldırıya uğrasa da korkusuzluğuyla imzasını attı tarihe.
Gerçi yeterli ve inandırıcı tek bir delil bulunmamasına rağmen mahkumiyet almasını umuruna bile getirmeyen sözde aydınların nazarında günah keçisine dönüştü hemen. Çünkü kolaydır asıl sorumlulara hesap sormak yerine gözden düşürülmeye çalışılan gözüpek bir gazeteciyi, kitapları dünya dillerine çevrilen bir yazarı hedef bilmek. Çünkü ancak korkakların işidir günahsızı taşlamak.
Sosyal medyada yazılanlara aldanan gençlere üzülüyorum. Mesnetsiz suçlamalarla çarmıha gerilen bir yazarın kitaplarını okuyamayacaklar. Zihnini bir kuyum ustası titizliğiyle ince ince yontan bir yazarın kelimeleriyle tanışamayacaklar. Çünkü kolaydır aslı astarını araştırmadan, tabağına konan yalan yanlış bilgi kırıntılarıyla sonuca varmak. Çünkü ancak egemen aklın esaretindekilerin işidir çamur atıp yaftalamak.
Yargının hukuksuz hükmünün yanı sıra sivil vatandaşın kendini ali kıran baş kesen sanması da demokrasinin yaşayan bir cesete dönüştüğünü göstermiyor mu?
Gerçeğin alıcısı yok, fakat yalanlar virüs gibi yayılıyor hızla.
Halbuki bugüne bugün Ahmet Altan adı Türkiye’nin riyakar yüzünün, kokuşmuş demokrasi anlayışının, düşünsel çölleşmesinin karşısında duruyor.
Bir cümleye koca dünyayı sığdıran kalemiyle pırıl pırıl gökyüzünün altında da yazacak elbet. Çok değil, yakında İstanbul Boğazı’na karşı bir keyif sigarası tüttürecek.