“Bu fikri, yaz gelirse Kâğıthane’ye gideceğim gibi telakki ettim.” Böyle yazmıştı Ahmet Mithat Efendi’ye gönderdiği mektubunda. 6 Şubat 1887’de Babiali civarında Nallı Mescit Mahallesindeki evinde iki sene evvel planladığı üzere intihar etmişti. Tarık gazetesi duyurmuş feci haberi.
“Arzu ettim ki, bir insanın öldüğünü ve ölürken neler duyup hissettiğini bildirmek suretiyle insanlığa bir faydam dokunsun,” diye yazmıştı günlüğüne. Cesedini Mektebi-ı Tıbbiye öğrencilerine teşhir dersinde incelesinler diye ihsan etmişti. İşte İstanbuldaki ilk intihar salgını böyle başlamıştı. Devlet erkanı intiharı cürüm saymakta gecikmemiş, II. Abdülhamit basın kuruluşlarına intihar haberleriyle alakalı yasaklar getirmişti hemen. İntiharın mekruh olduğuna dair yayımlar arttırılmıştı bir anda.
Bir ameliyat olarak gördüğü intiharını gerçekleştirdiğinde otuzbeş yaşındaydı. Cahit Sıtkı’ya göre yolun yarısı…
Tek korkusu cinnet geçirip ölmekti, ki bunun kökeninde annesinin akıl hastalığının irsi olması endişesi yatıyordu. Ölüm’ü anlamak onun için hakikati anlamaktı. Schopenhauer’e göre “Anlamsız, boş, acı dolu, kötü bu hayattan kaçınmanın tek yolu vardı; o da istencimizi öldürmek “. Onun karamsarlığından bir hayli etkilenmişti.
Beşir Fuad…
Enis Batur’un 1981’de ona ithafen yazdığı “Yanlış Mesel” şiirinde dediği gibi: “Beşir Fuad yanlış kardeşim benim.”
Yazmaya Enver-ı Zeka dergisindeki çevirilerle başladı, ardından Haver ve Güneş adlarında iki dergi çıkardı. Ceride-i Havadis, Tercüman-ı Hakikat ve Saadet gazetelerinde yazıları yayımlandı. Victor Hugo çevirileriyle kısa sürede ün kazanan Gürcü asıllı Beşir Fuad, pozitivizmi topluma tanıtan ilk Osmanlı/ Türk aydınıdır. Muallim Naci ile birbirlerine yazdıkları toplam yedi mektuptan oluşan İntikad adlı yüzbir sayfalık eserde Türkçe’nin bağımsızlaşması ve sadeleşmesi hususunda durur, hatta eserin bir yerinde dilimizde tenkid sözcüğünün mü yoksa intikadın mı kullanılması gerektiğine dair fikir teatisinde bulunurlar.
Ahmet Hamdi Tanpınar onun için “ölüm mistiği” ifadesini kullanmıştı. 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi adlı kitabında ondan şöyle bahsetmektedir: “…bir asker olduğu halde kendi kendine biyolojiye merak saran, Fransız natüralizminin akidelerini benimseyen, dinsiz, terakki fikrine inanmış Beşir Fuad Bey…”
Ahmet Mithat Efendi’ye yazdığı son mektubundaki Sebeb-i İntiharım bölümüyle iki yıl sonra gerçekleştireceği intiharını detaylarıyla anlatan Beşir Fuad’ın ölümünün ardından, Ahmet Mithat onu anlamaktan uzak bir kitap kaleme alır gönül borcuyla. 1875’te yayımlanan “Felatun Bey ve Rakım Efendi” adlı romanındaki gibi değerlendirir intihar meselesini. İnsan ya Felatun Bey gibi Batılılaşmayı eksik ve menfi yorumlar ve içselleştiremeyip bunalıma sürüklenir ya da Rakım Efendi gibi doğu ve batıya ait değerleri temellük edip şahsi sentezini ortaya koyar.
Ahmet Mithat, Beşir Fuad için yazdığı risalede onu pozitivist değil, materyalist sayar. Oysa Prof. Dr. Orhan Okay’ın “ İlk Türk Pozitivisti ve Natüralisti Beşir Fuad” adlı çalışmasında yazdığı gibi Beşir Fuad tek hakikatin tecrübede olduğunu düşünüyor, metafiziği reddediyor, ancak dine mücerred manada değil dinin kurumsallaşmasına müşahhas manada karşı çıkıyordu. Voltaire’e duyduğu yakın ilgi de buradan geliyordu, bilindiği üzere Voltaire ateist değil deistti.
İntihar=insanın tamamlanmamışlık hissine bulduğu en zahmetsiz, en kısa , en kolay çözüm. Oysa Beşir Fuad ölümü bir deney olarak algılayıp bilgi ve gözlem nesnesine dönüştürmüş, bilinmezliğine meydan okuyup anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir forma sokmak için kendini feda etmişti. Yaşamı üzerinde hak ve söz sahibi olmak, kaderini başka hiçbir şeyin yönlendirmesine ve sonlandırmasına imkan tanımadan belirlemek, ölümü kaçınılmaz bir son değil de iradî bir tercih saymak istemişti.
Adem Eyüp Yılmaz “Edebiyat ve İntihar” adlı kitabında belirttiği gibi Shakespeare’in yapıtlarında elliden fazla karakter,Dostoyevski de ise on yedi karakter intihar ederek ölmüş. Ortaçağ Avrupa’sında intihar ve cinayet kelimeleri eşanlamlı kullanılıyormuş. Etimolojik olarak baktığımızda “ suicide” yani intihar sözcüğü ilk kez1643’te kayda geçmiş, fiili olarak ise 19yy.da kullanılmaya başlanmış. Türkçe’de ise ne İslamiyet öncesinde ne de sonrasında böyle bir kelimeye rastlanmamış, ilk kez Tanzimat döneminde Arapça kökenli “intihar” kelimesi kullanılmış.
Stefan Zweig, Virginia Woolf, Anne Sexton,Sylvia Plath, Vladamir Mayakovski, Sergey Yesenin,Cesare Pavese ve daha nice isim dünya edebiyatından… Biz de ise Nilgün Marmara, İlhami Çiçek, Sadullah Paşa, Şakir Efendi, Sosyal Ekinci…
Yalnızca gerçekten ciddi bir tek sorun var: İntihar.Yaşamın yaşanmaya değip değmediğini düşünmek, felsefenin temel sorusunu yanıtlamaktır, demişti Albert Camus.
Beşir Fuad’ın yaşamı, düşünceleri, intiharı bu soruyu yanıtlamaya talip olabilir mi? Ya diğerlerininki?