Çok ama çok üzüldük. Depremin olmasına değil; canın bu kadar ahmakça kaybediliyor olmasına üzüldük. Depremdeki yıkımların, teknoloji ve bilgi yetersizliğinden değil; tekniğin, tasarımın ve bilginin görünmezden gelinmesinden yaşandığını biliyoruz. Bile bile ölmekten, bir kez daha üzüldük. İstanbul’da son 20 yıldır beklenen o büyük deprem yaşandığında çok daha fazla üzüleceğiz. Hiçbir şekilde hazır olmadığımız için, "biliyorduk" diyerek kayıplarımızı yaşayacağız. Bile bile yıkılacağız.
Elazığ depreminde yıkılan bina
Elazığ’da yaşanan depremden hemen sonra, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul için afet anında toplanma alanlarını yayımladığı linki paylaştı. Ne kadar az alan olduğuna şaşarsınız! Diğer yandan tam beş yıldır bağlı olduğum yerel yönetime mahallemdeki toplanma alanını resmi kanallardan da, sosyal medyadan da soru olarak yöneltiyor; cevap alamıyordum; nihayet bu link Büyükşehir Belediyesi tarafından yayımlandığı için bir kentli birey olarak kendimi iyi hissettim.
Mimarlar, mühendisler, deprem uzmanları her deprem sonrasında olduğu gibi pek çok bilgiyi paylaştılar, paylaşıyorlar. Ekranlardan, gazetelerden, radyolardan depreme dayanıklı bir yapının nasıl olması gerektiğini bas bas bağırıyorlar: Özetle bilmemiz gerekenlerin tümünü biliyoruz.
Bu coğrafyanın sorunu bilmemek değil; bilineni yapmamak.
Geçtiğimiz on yıllar boyunca, eğitimde fırsat eşitsizliğinin bu tür konularda ana sorun olduğunu tartıştık durduk. Bilgi çağında, belirli konuları bilmemek mümkün değil; ülkede ekonomik durumu ne olursa olsun büyük çoğunluğun cebinde akıllı telefon; hanesinde televizyon ve radyo var.
Bu çağda bilmemek değil; öğrenmemek her zamankinden daha ayıp.
Bildiklerimizi uygulamamamızın ardında yatan sorun ekonomik yetersizlikler. Ekonomik gelişememe bu coğrafyanın en temel sorunu; vasatlık, ucuzculuk, fırsatçılık gibi kötü niyetli eylemlerin yanında iyi niyetli de olsa bir tür göz ardı etme durumunu doğuran, maalesef imkansızlıklar.
TÜİK'in açıkladığı rakamlara göre, kişi başına düşen milli gelirimiz 2019’da, on yıl öncesine geri dönmüş. Ben kişisel olarak devletin elinden çıkan hiçbir rakam ve bilgiye güvenmiyorum ama resmi olarak açıklanan rakam kişi başına 8 bin 811 dolar olarak belirtilmiş ve bu rakam 2009 yılına göre sadece 169 dolar yukarda. Diğer yandan 2009’daki enflasyon yüzde 6.5; 2019 da ise yüzde 15.5! Her gün her an hissettiğimiz fakirleşmenin rakamsal karşılığı burada.
Temel ihtiyaçlarımızı karşılamakta on yıl öncekinden daha zorlu bir tablo ile karşılaştığımız günümüzde mediokrasinin norm haline gelmesi şaşılacak bir durum değil. Hepimiz her şeyin daha ucuzu ile yetinmek durumunda bırakılıyoruz.
Ayn Rand: "Mimarlıkta mediokrasi diğer alanlara göre daha çok parlar; zira ortada bunu göstermek için büyük ve fiziksel bir varlık olarak yapı vardır. (1997). "Letters of Ayn Rand", p.156, Penguin
Deprem gerçeği ile bir kez daha yüzleştiğimiz bu günlerde, tasarım stratejilerinde lokomotif olan ülke İngiltere’den, Tasarım Konseyi’nin raporu geldi önüme. Tezat bu ya, raporun başlığı Güzellikle Yaşamak.
Güzellikle yaşamak isimli raporun kapağından
Rapor "Daha iyi ve Güzel Yapılaşma Komisyonu" tarafından hazırlanmış. Raporu hazırlayanlar, topluma şu mesajı veriyorlar:
Güzelliği talep et.
Çirkin olanı reddet.
Kuralları destekle.
Bu raporun önemli yanı, güzelliğin veya çirkinliğin, maliyetlerle alakalı bir boyutunun olmadığının altının çizilmesi. Katılmamak mümkün değil. Gerek büyük kentlerdeki yapılaşmada, gerekse deprem gibi felaketlerde görüyoruz ki yıkılanlar sadece imkansızlıkla inşa edilen yapılar değil; aksine, hep aynı tabloyu görmedik mi? Yıkımın altında yatan gerçek tasarım ve malzeme hataları, yapıya sonradan yapılan müdaheleler.
Doğru tasarım, iyi tasarım pahalı olan demek değildir. Tam tersidir. İyi ve doğru tasarım, doğru yapılaşma kalitesi, dayanıklılığı ile sürdürülebilir olandır, cebinizi başta yakıyor gibi görünür ama zaman içinde asıl kazandıran iyi ve doğru tasarım kararlarıdır.
Ucuz olsun diye yaptırmadığınız yalıtım, her kış mevsiminde faturanızı kabarttığında, kullandığınız Çin malı elektrik ekipmanları ve LED armatürler yangın çıkardığında, depreme en dayanıklı malzemeler arasında bulunan betonun içine karıştırdığınız kum veya çaldığınız demir, canların üzerine yığıldığında anlaşılıyor kalitenin ve tasarımın değer ölçüsü.
İstanbul
Mimarlık fakültelerinde ilk öğretilenler arasında bulunur doğru yapının temelleri; bu bağlamda bir köy yapısının inşası da, kentsel yapıların tümü de düşük maliyetlerle daha nitelikli yapılabilir; bu profesyonel işe tasarım deniyor.Toplumda hâlâ oldukça iyi eğitimli olan kimseler arasında dahi tasarımın karşılığı renk, biçim ve estetik. Bu algıyı kırmanın vakti gelmedi mi? Tasarım, size en ideali en uygun koşullarla sunmaya kafa yoran meslektir. Tasarım karşınızda duran değil; yanınızda duran, sizin çıkarlarınızı gözeten kavramdır. Tasarım uzun vadede daha ucuz olandır.
İşte bu rapor da güzellikten ve çirkinlikten söz ederken, estetik görünümden bahsetmiyor sadece. Kalitesizliğin, tekdüzeliğin pahalılığına değiniyor.
Söz konusu raporda çirkin yapı şu şekilde tanımlanıyor: uyumsuz, sağlıksız, görünüm olarak çirkin olan, bulundukları ortamın doğal ve yapısal bağlamını ihlal eden; toplumun yer ve aidiyet duygusunu zedeleyen. Bu tür yapıların kendimizi evimizde hissetmemize engel olduğu ve topluluk ruhunu baltaladığı da belirtiliyor.
İngiltere adasının nerede ise her köşesini ziyaret eden bu komisyon üyeleri, raporu hazırlamak için 10 kentte 20’den fazla konut sitesine veya inşaatına ziyaretler gerçekleştirmiş, 3 adet kapsamlı araştırma raporu irdelemiş, 73 adet telefonla bildirilen şikayetin yerinde analizini gerçekleştirmiş, online anketlerden elde edilen 67 yorumu analiz etmiş, 8 farklı çalışma gurubu ile 15 toplantı yapmış, alanında uzman 20 isim ile birebir görüşmeler sağlamış, 12 isimden de danışmanlık almışlar.
Bu çalışmanın sonucunda, daha iyi, daha sağlıklı, daha güzel ve sürdürülebilir bir yapılaşma için 44 tane strateji sunmuşlar. Bu stratejilerin hepsi yaklaşık 200 sayfa boyunca vaka analizleri ve açıklayıcı görseller ile açıklanmış.
Negatif olan konuların yaygınlaşması farkındalık adına önemli, ancak bu konularda ortaya çıkan başlıklar üzerinde yapıcı bir yaklaşım ve uygulama yapılmadığı müddetçe de yıldırıcı. Bu raporun analizleri ve ortaya koyduğu aksiyon planı bu nedenle önemli. Oldukça olumsuz koşulların gerçekliğinde yaşadığımız için iyi olan örnekleri aktarmayı prensipte yararlı buluyorum. Serzeniş, sitem ve şikayet en kolayı, her biri için bir çözüm önerimiz olabiliyor mu buna bakalım.
Güzellikle yaşamanın kavramsal paydaşları:
- Yerel yönetim
- Toplum
- Komşuluk
- Planlama
- Doğa
- Kurallar
- Bilinçlenme (eğitim)
- Yenileme, yenilenme
Bu raporda öne çıkan söylemler arasında, uzun vadeli planlama yapılması ve bu planlara sadık kalınması, zenginlerin bu planlamaları delebildiği ve kendi isteklerini yapabildiği ortamların ortadan kaldırılması, devletin bu tür uygulamalara göz yummasının toplumun demokratik haklarını temelden sarstığı bulunuyor. Daha önce benim burada birkaç kez ifade ettiğim üzere, iyi tasarımın demokratik hak olduğu hatırlatılıyor.
Yaşadığımız kentlerin güzelleşmesini sağlayacak değerler en küçük ölçekten en geniş halkaya kadar sıralanmış. Bu "iyi çevre, iyi yaşam" felsefesi kapımızın önünden başlıyor; burası yönetimlerden bekleyebileceğimiz bir alan değil; kendimizden, komşularımızdan itibaren iyileştirebileceğimiz bir bölge. İyi ve güzel yapıların camları, balkonları, cephe kaplamaları, oranları, doluluk boşlukları en temel yapısal unsurlar. Burada elbette balkonlara çiçek koymaktan bahsetmiyorum (kaldı ki koyalım da!), asıl söz edilen o balkonların derme çatma doğramalarla her biri diğerinden farklı bir biçimde kapatılması mesela, eğer kendi kentlerimizden örnek vermek gerekirse.
Söz konusu raporun hazırlandığı ülkede ise, zaten bu tür uygulamalar zinhar yasak ve büyük cezalara tabi olduğundan, bu öğelerin iyi tasarlanmış olmasından dem vuruluyor.
Bu sayılanlarla müstesna iyi yapılar bir araya geldiklerinde güzel bir sokak; güzel sokaklar bir araya geldiğinde de güzel bir mahalle ortaya çıkıyor. Binalarının cepheleri kadar, yolları, kaldırımları, merdivenleri, parkları ile güzel bina kavramından güzel yer kavramına ulaşılıyor. Sürdürülebilir ve yerine uygun olarak yerleştirilmiş bu bölgelerin tümü ise güzel bir kentsel yaşam alanı vadediyor.
Raporda modüler mimarinin özensizlikle ve vasatlıkla birleştiğinde modüler çirkinlik haline dönüşebileceğinin altı çiziliyor. Proje sahiplerinin ucuzluk adına bu sıradanlıkla hareket ettikleri belirtiliyor. Diğer yandan bu sıradanlıktan ayrışmak isteyenlerin Türkçe'ye aşkın tasarım olarak çevirebileceğimiz over-design hatasına düştükleri ve bunun sonucunun da salt çirkinlik olduğu da ifade edilenler arasında. Bu konuda şöyle deniyor: Çirkinlik hayatımıza izinsiz girer ve bulunduğu ortamda kararsız kalır.
Tasarım kodlarının belirlenmesi, daha doğrusu İngiltere’de zaten "Ulusal tasarım yönergesi"nde yıllardır yer alan bu tasarım kodlarının geliştirilmesi öngörülen aksiyonlar arasında. Amerika ve Kanada’da yaklaşık 400 kadar bina tipolojisi tespit edilmiş ve bu tipolojilerin çoğunun çoğu Avrupa kenti ile ortak unsurlar olduğu görülmüş. Bu tipolojik çalışmanın, İngiltere’nin tasarım kodları ile örtüştürülmesi planlanan çalışmalar arasında.
Toplumun ilgili çalışmalara erken evrelerde daha geniş kapsamlı çalışmalarla ve derinlemesine entegre olması gerektiği bildiriliyor. Bu çalışmaların analog değil dijital ortamlarda yapılabileceğine dikkat çekiliyor. Bu öneriye göre kentsel tasarım kararlarının tümünde, son aşamada veya yüzeysel estetik kararlarında değil; gereksinimlerin tanımlanması, o alandaki topluluğun ve yaşam biçiminin iyi anlaşılması üzere, insanlar daha çok söz sahibi olmalılar.
Placemaking, tasarım alanında önemli bir kavram. Yer yapmak hiçbir biçimde istenen anlamı vermiyor ve nasıl daha iyi Türkçeleştirebileceğimi bilemiyorum. Bu kavramın anlatmak istediği, herhangi bir yerin sadece yapılmış bir yer olmadığı, olamayacağı. O yerin geçmişi ile, insanları ile, doğası ile bir bütün olduğunda, yaşam alanına dönüşebileceği. Tam olarak bahsedilen, yerin ruhunun olması.
Banklarında oturan yaşlıları, parkında koşuşturan çocuklarının kahkahası, ağaçlarından dökülen yaprakların uçuşması gibi, yaşayanları ile bütünleşen yerlerin ruhu yapısal anlamda tüm bu unsurlara gösterilen özen ile pekişebiliyor. Eski ve güvenliksiz yapıların yenilenmesi, insanların ortak kullanım alanlarının oluşturulması, binaların tasarım kodları ve birbiri ile uyumlarından ortaya çıkan ahenk, tarihi ve kültürel mirasa gösterilen saygı, temizlik, güvenlik gibi unsurlar da bir yeri yaşam alanı yapan değer arasında. Bahsettiğim raporda, bu kavramın daha çok anlatılması, bu alandaki eğitici çalışmaların yaygınlaşması da sunulan eylemler arasında.
Güzellik sadece estetik bir değer değil görülebildiği gibi. Kalıcılık, güven, güvenlik, sağlık gibi faktörler bir yeri güzelleştiriyor. Çöpler, soluduğumuz hava, ses ve ışık kirliliği de yaşadığımız yeri çirkinleştiren öğeler. Bu konuların her birinin tek tek ele alınması yapılı çevremizi güzelleştirecektir deniyor. Her bina için bir tarım alanı ve bir meyve ağacının yanında, iki milyon yeni ağaç dikilmesi öngörülüyor bu güzelleşme raporunda.
Kuşkusuz ülkemizde kentsel kararlar rant kaygısının pençesine düşmüş durumda; üstelik bu durumu yaratan baş aktör kural koyucuların kendileri. Hepinizin çok iyi bildiği ve gelişmeleri yakından takip etiği bu olumsuz tabloyu yeniden betimlemek niyetinde değilim. Görmemiz gereken, tasarımın, iyi ve güzel olanın, kalitenin pahalı olduğu yaklaşımının ne kadar yanlış olduğunun anlaşılması ve anlatılması gerektiği.
Deprem hasarlarına gelince, iyi ve doğru tasarımı su ve ekmek kadar temel bir ihtiyaç olarak benimsetemediğimiz müddetçe geleceğe yönelik bir aksiyon almış olamayacağımız açık.
2014 yılında Mimar Rem Koolhaas tarafından küratörlüğü üstlenilen Venedik Mimiarlık Bienali’nde, yapının temel özellikleri Fundamentals isimli sergide sunulmuştu
Bir itirafta bulunmam gerekirse, toplanan deprem vergilerinin akıbetinin belli olmadığı, bu konuda sorulan hesaplara cevap verme tenezzülünü göstermeyen liderlerin ülkeyi yönettiği, yardım kuruluşlarının halka ait olan, halka hizmet için kullanılacak kaynakları usulsüzce başka yerlere aktardıkları, denetimsizlik ile herkesin her türlü yapıda istediği her türlü müdaheleyi yaptırmanın yolunu bir biçimde bulduğu, mimarların iyi olmayan kentsel planlamalar, mevzuatlar içinde kısıtlı imkanlarla iş yapabilmeye çabaladığı, yeşil alanların nerede ise kalmadığı ve acımasızca talan edildiği ülkemizde çoğunlukla bu tür yazılar yazmaya bazen utanıyorum. Diğer yandan güvenliğim, sağlığım için tasarım bilincinin elzem olduğunu biliyorum ve yaratıcılığın pek çok problemi çözebileceğini biliyorum. İyi ve güzel bir yaşamı talep etmek, çirkinliği ve vasatlığı reddetmek benim de sizin de demokratik hakkınız.