Üst üste neredeyse aynı cümleleri farklı yazarlardan okumak ilginçti. İlk cümle, Bir+Bir'in Ekim sayısındaki "Dil Tarih Coğrafya" kısmındaydı, diğer cümle ise Levent Cantek'in "Yusuf Ziya'nın Akbaba mizah dergisi" makalesindeydi. Her iki cümle ise, Türk muhitinin kültürel anlamda değişmesi üzerineydi. Bu cümleler zamanın ruhunu mu yansıtıyordu? Yoksa sekter bir bakışın dile getirilmesi miydi?
Üsküdar’da Kovboy, 23 Nisan’da Yeniçeri
İlkini Burhan Felek, Cumhuriyet gazetesinde yazmış. Yazılış tarihi 26 Nisan 1958. Makalenin adı "Türk muhiti ne hale gelmiş". Paragraf uzun. Alıntıladığım yer bayramda nasıl giyinmeli, eskiden nasıl giyinilirdi, bugün nasıl giyinilir. Metin, 1950'lerin sonralarından bir tüketim kültürü simetrisini gösteriyor. Üsküdar'da kovboy 23 Nisan'da yeniçeri. Buyurun:
"Eskiden bizde adetti, hele asker çocukları, bayramlarda daima paşa esvabı giyerlerdi. Bunu askerliğe karşı bir heves, bir hürmet, paşalığa karşı bir gıpta sayabiliriz. Çocuklarımızın çoğu böyle paşa elbisesi giymişlerdir. Ama sonradan paşa olmuşlar mıdır, orası bize lazım değil.
Zaman değişti. Bayram günleri bir-iki defa Üsküdar'a gittim. Tam orta halli ve orijinal Üsküdarlıların oturduğu mahallelerden geçtim.
Bayramda çocuklara giydirilen elbiseler arasında birisi dikkatimi çok çekti. Kovboy kılığı. Kenarları beyazla süslenmiş geniş siyah bir şapka. Pantolonun zırhları beyaz püsküllü, kısacık ceketi aynı şekilde süslü, gene siyah bir kovboy kostümü. Belinde tabancalığı, elinde tüfek.
Ya şu Amerikan sığırtmaçlarının kılığını Üsküdar Dolap Sokağına sokan his nedir? Bizim Türk muhiti e hale gelmiş ki yavrusuna Kaliforniye dağlılarının kılığını bayramlık yapıyor? Bu sene Çocuk Bayramında bir takım törenler yapılmış, gazetelerde resmini gördük. Küçücük çocuklar yeniçeri kılığına sokulmuş...."
Adem Babamızla Havva Anamız kadar hafifleştik
Akbaba dergisinin kurucusu olan Yusuf Ziya Ortaç, 14 Eylül 1953'te, gençlerin kültürel değişimini, kıyafet üzerinden anlatmış.
"Allah korusun, biraz daha devam ederse, güzel, iyi, kibar nemiz varsa hepsini bu sosyal sululuğun selleri alıp götürecek. Ecdadımızın kolalı gömleklerini, paçalı donlarını, kürklü paltoları bu redingotlarını bir yana bırakınız. Yazın, en sıcak günlerinde bile zamane gençleri kravatsız, eldivensiz hatta şemsiyesiz sokağa çıkmazlardır. (...) İşte görüyorsunuz kıyafette de Adem Babamızla Havva Anamız kadar hafifleştik. (...) Aslında hayatımızda baştanbaşa bir hafifleme var."
Zaman nedense bir sonraki nesle göre hafifleyerek değişiyor. Çinlilerin "değişen zamanlarda dünyaya gel" laneti her nesilde geçerli mi ne?
Ati çıkınca ortaya mazi silinmeli
Yine Akbaba'nın yazarı olan Orhan Seyfi ise aynı yıllarda şunları yazmış:
"Meğer benim mazide vehmettiğim o renk, o ışık, o cazibe, o güzellik, mazi olan hayatıma tahassürden başka bir şey değilmiş. Ben ne davulun, ne reçelin, ne pidenin ne de Karagöz’le meddahın hasretini çekmiyormuşum, kaybolan günlerimin hasretini çekiyormuşum.
Hangi cephesinden bakılırsa bakılsın, istikbal, maziden daha güzel, daha yüksek ve daha ziyade tebcile layıktır. Yeniliğe düşman olanlar, maziye bağlananlar, hayatlarında gece başladığı için, doğacak güneşe yumruk sıkan hotbinlerden başka bir şey değildir. Tevfik Fikret’e şimdi birçok noktalardan hak veriyorum: “Ati çıkınca ortaya mazi silinmeli”."
Yeni Kıble
Burhan Felek, Yusuf Ziya Ortaç 1950’lerin ortasından “Küçük Amerika olan” Türkiye’ye baktılar. O dönem gözlemledikleri ve yazdıkları iç içe geçmeye çalışan iki kültürü gösteriyor. Biri diğerini dışlarken her mahalle de kendi dilini kuruyor.
Tarihi geçmiş ve kazanımları, tek bir söylemle bir “tek tipleştirme” modeline indirgemek, kendi modeline de zemin hazırlamak demektir.
Peki, yeni kültürel tek tipleştirmenin “kıblesi” neresidir? Oktay Seyfi’nin dediği gibi“ati maziyi siler mi?” önermesi mi doğrudur? bkz.http://www.t24.com.tr/haberdetay/112776.aspx
Yazının devamı haftaya…
Bu hafta sözün bittiği yer:
Hayata Dönüş operasyonunda vücudunun yüzde 40’ı yakılan Hacer Arıkan’ın 10 yıldır cevapsız kalan sorusu: “Beni neyle yaktılar?”