Hayat film karesi gibi akıp geçiyor; kareleri zihnimizin derinliklerine atıp yaşamaya devam ediyoruz.
Stadyumda bir kurultay. Mitingde kelimeler uçuşuyor; Kürtaj, sezeryan, nekrofil, Uludere bir kürtajdır…. Sıralanıp giden nefret söylemleri; siyasetle bağıntısı olmayan kelimelerin günlük siyasetin içine çekilmesi… Ülkenin kalbinin bir yerlerinde olan korkuların sürekli dile getirilmesi. Adnan Menderes’in “türbesinden” söz ediyor konuşmasının bir yerinde. Adnan Menderes’in türbesinden…
Bugün 27 Mayıs 1960 darbesinden yüzleşileceği bir döneme giriyoruz. Zaman gazetesinin bir bavuldan çıkan mektuplar görseli eşliğinde reklamını ettiği 27 Mayıs yüzleşmesiyle karşı karşıya kalacağız. Olası bir mahkeme daha kurulacak ve o mahkemenin de sonucu da amacı da belli: dillere pelesenk “askeri vesayeti” yargılamak.
İki kutuplu tartışmalara devam
Tartışmalar iki kutuplu gidiyor uzunca bir zamandır: sivil ve asker yanlısı olmak ya da olmamak. Kürt olmak PKK ya da KCK’yla bütünleşik olmak ya da olmamak. Biz olmak, onlar olmak. Biz kim, onlar kim? İç mihrak kim, dış mihrak kim? Çemberlerin içinde ya da dışında olanlar için söz hakkı var mı?
Kökü dışarda olmak, çok eski bir kara propagandadır. Aziz Nesin’in “kökü dışarda olmak” üzerine çeşitli hikâyelerini okuyunca, tarihin acımasız bir tekerrür ile 2012 yılında yeniden hayata geçtiğini görebilmek mümkün.
Demokrasi ama nasıl?
1945 yılında İsmet İnönü, “savaş bittiğine göre artık demokrasi yolunda yeni adımlar atılabilir” Sözünün ardından adımlar atılmaya başladı, seçimler yapıldı ve nihai olarak Demokrat Parti’nin zaferiyle sonuçlanacak bir dönemin başlangıcı oldu. Nuray Mert’in “Merkez Sağın Kısa Tarihi” kitabından şu alıntıyı almak bugüne de ışık tutacaktır:
“Geniş kitlelerin inanç, değer ve hayat tarzının siyasi temsili, liberal ekonomik politikalar ve bunlar üzerinden yürüyen bir modernleşmeyle harmanlanmış, yola böyle çıkılmış, bu yol büyük ölçüde aynı ekibin yeni koşullara uyarlanması ile devam etmiştir. Merkez sağ çatısı altında karşımıza çıkan, ilk bakışta tuhaf gibi görünen ideolojik ve toplumsal ittifakların arkasında, bu temel strateji vardır.”
Bugün Zaman gazetesinin sandıktan çıkardığı o günleri, Uğur Mumcu 1987 yılında Osman Köksal’ın Manevra Sandığı’ndan çıkardığı “İnkılap Mektupları” adlı kitabında yazmıştır: şu sözleri söyleyerek: “… 1956 yılında kurulan gizli örgüt, 1960 ihtilalinde amacına erişiyor. Daha sonra eski ihtilalcilerin yolları birbirinden ayrılıyor. DP’yi yıkmak için örgüt kuranlar, ihtilalden sonra karşı karşıya geliyorlar. “İhtilallerin evlatlarını yemesi” kuralı Köksal ve çevresinde de egemen olmakta gecikmiyor.” 27 Mayıs, cumhuriyet döneminde yaşanan bir ikinci meşrutiyet gibidir. 27 Mayısçılar da ittihatçılara benzer."
1961 Anayasası, özgürleştirici bir ruhu da beraberinde getirdi. Biri başbakan, diğeri bakan üç siyasetçi asıldı.... 12 Mart 1971’de hali hazırda yine askerlerin önce müdahalesiyle daraltıldı; Süleyman Demirel'in "3'e 3" restinin soldaki karşılığı ise Deniz - Hüseyin ve Yusuf oldu.
1982 Anayasasıyla bu daralma yeni bir yaşam tarzını da pompaladı. 1995 yılına kadar Anayasada bulunan “devletin kutsallığı” miti demokrasi alanını daraltmaya devam etti.
O günlerden bugüne acı bir yadigar oldu bu kutsaliyet kisvesi altında “vatan için kurşun atanda, kurşun yiyen de….” söylemleri…
Yargılanması gereken
Eğer bugün bir yargılamadan söz edebileceksek, Türkiye’de asıl yargılanması gereken 1990’lardır, 1990’ların ülkeyi “destabilize edebilecek” cinayetlerine izin verenler, göz yumanlar ve toplumu bölük pörçük şizofrenik bir hayatı yaşamaya mahkûm bırakanlar hâlâ hayatta. Bir tanesi özel bir hapiste cezasını çekmeyi bekliyor, bir özel harekatçı ise Ağar’ı koruyarak “kabus olmasını biliriz” diyerek Ağar’ı protesto eden Cumartesi Anneleri’ni tehdit etti.
Tarihsel anlatı, değişen ideolojiyle yenilenirse, kendi hafızana da güvenemez hale gelirsin, üstelik bir önemi de kalmaz. Yeni nesil ise bu belleksizlik ile gelişir, yeni bir hayatı ise buradan devşirir.
Bu kurultay, dindar nesil yetiştirilmesi, hayat tarzının değişmesi ve islami temelli neoliberal bir politikanın kimliklere eğitim hayatına, medyaya sosyal hayata ve yaşam tarzlarına giderek daha müdahil hale gelmesinin dev bir gövde gösterisiydi.
Keşke hayat sadece filmlerden ibaret olsa...