Engels, Marx’ın ölümünden sonra Komünist Manifesto’ya şu satırları yazar: “Manifesto’ya yataklık eden düşünce- her tarih dönemindeki iktisadi üretimle ondan zorunlu olarak çıkan o toplumsal düzenin, o dönemin siyasal, düşünsel tarihinin temelini oluşturduğu, dolayısıyla bütün tarihin bir sınıf savaşımları tarihi, toplumsal gelişimin değişik aşamalarında sömürülen sınıfla sömüren sınıf, uyruk sınıfla egemen sınıf arasındaki savaşımların tarihi olduğu, ama şimdi bu savaşımın sömürülen, ezilen sınıfın artık aynı zamanda tüm toplumu sömürüden, baskıdan, sınıf savaşımlarından büsbütün kurtulmadan kendisini sömüren, ezen sınıftan kurtulamayacağı bir aşamaya geldiği – bu temel düşünce tamamen Marx’ındır.”
Genel bir tablo
Türkiye tarihini birkaç türlü okuyabilirsiniz. Bir demokratik geleneğe geçiş ve o geçişin yarattığı merkez-çevre ilişkisi üzerinden ya da kültür üzerinden de okunabilen bir sınıf savaşımının tarihi.
Oysa her akşam gündelik tartışma programlarında, asabi ve tarafgir bir ciddiyetle ülkeyi tartışıyoruz. Gündemler muhtelif: Ergenekon, anadilde eğitim, işsizlikler, alt komisyonlar, gözaltılar, siyasi kamplaşmalar, haksız yere hapishanelere düşmeler, dava süreçlerin aksaması ve faili meçhuller
Her geçen gün nasıl bir yola varacağımızı bilemeden kelime öbekleri arasında kayboluyoruz. Kaybolduğumuz yerler bir daha varamayacağımız yollar. Kelimeler havada pervasızca uçuştukça yolların izi de kayboluyor. “Katı olan her şey buharlaşıyor” bir yandan, bir yandan da buharın arkasından bir serpinti bile kalmıyor. Sadece birbirimize “çıktığı kaynaktan” bakıyoruz–kimi zaman belirli bir kaynağın sözcüleri, kimi zamansa sadece kendi düşünceleri ifade etmeye çalışanların verdiği amansız “ben bağımsızım” mücadelesi. Bir kısmı da hesaplı kitaplı imaj çalışmaları. Alınan küfürlü mesajlar ve bir diğerini siyasi linçe taşıyan toplumsallık halleri.
Ernest Gellner, bir kez şunu söylemiştir: “İçinde yaşadığımız kültür, siyasetimizi de gösteriyordu.” İçinde yaşadığımız kitle kültürü veya medya kültürü, kimi zaman nefes alınamayacak derecede insanın ruhunda derin bir baskı oluşturuyor. Bir kısım “korkuyorum gelecek günlerimizden” diyor, bir kısım “anında” siyasi refleks göstererek “hangi noktada” kutuplaşmamız “gerektiğini” anlatıyor. Özgür düşünce ise baskı altına alınıyor.
Kurulu dünyalar
Herkes için kurulu bir dünya var. Herkes için alınacak bir nefes var. Herkes için doğma şansı var. Herkes için para kazanma şansı var. Herkes için okuma şansı var. Herkesin vapurda çayını yudumlarken simit yeme şansı var. Herkes için simit yerken susamlarını tabaktan toparlayıp onlara şekil verme şansı var. Herkes için okey taşlarını sırasıyla dizme şansı var. Herkes için yaşamın mutluluklarını yakalama şansı var. Herkes için mutsuzluğa gömülme şansı var. Herkes için kendini ifade etme şansı var. Herkes için bir siyaset alanı var. Herkes için yaşama şansı var. Herkes içinse iş yok.
Hümanist bir yaklaşımla, hayatın her alanına yaklaşmadığımız zaman hükmen kaybedeceğimiz bir savaşa gireceğiz. Bu şansları korumak için de yaşama hakkımız var.
Kültürel alan, sınıfsal ve toplumsal savaşlarımızın da bir aynasıdır, her zaman.
Bu hafta sözün bittiği yerler:
1- Bahreyn ve Libya’daki katliamlar.
Bahreyn’den televizyonlarda yayınlanmayan bir görüntü. Ordu makineli tüfeklerle göstericilere ateş açıyor. Video'yu izlemek için, tıklayınız....
2- 22 Şubat 2011 tarihli Sivas Davası Duruşması, bu defa 12, 5 dakika sürdü. Madımak davasında yargılanan Yılmaz Bağ’ın 2006’da öldüğüne dair nüfus kaydı dün duruşmada ortaya çıktı.Olayları başlattığı öne sürülen Cafer Erçakmak hala firari. (Almanya’da, Brüksel’de yaşayan hangi Türk’e sorsanız muhtemel adresini gösterebilir). Dava zamanaşımından düşmeye doğru ilerliyor. Diğer duruşma ise 21 Haziran 2011’de.