Hayatın hesabı yoktur. Arkandan bakanlar bir hayata hesap kitap biçerler. Yaşarken yüzüne söylemedikleri sözleri, öldüğün zaman söylerler mesela. Bir bakarsın imkânsız sandığın her şey sen öldükten sonra gerçekleşmiş. Öldüğünde olanları göremezsin ya, gözü açık gidersin üstelik gözünün açık gideceğini bile bilemeden.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, dün, Hrant Dink cinayetinde Türkiye’yi 133 bin Euro cezaya mahkûm etti. Türkiye, yaşama hakkı, ifade özgürlüğü ve mahkemeler önünde etkin başvuru haklarını ihlalden mahkûm edildi. Bu karar, siyasi cinayetlerde bir emsal karar niteliği taşıyor. Bir yanıyla da, Türkiye’de adli makamların derin bir alay hissiyle örtbas etmeye çalıştığı suçların, uluslararası hukuk düzeyinde örtbas edilemeyeceğini de ortaya çıkarıyor. Rakel Dink, mahkemece belirtilen tazminatın üç ayrı eğitim kurumuna bağışlayacağını belirttikten sonra şunları ekledi: “Bu kararın ardından Türkiye’de hukuki ve siyasi olarak çok şeyin değişeceğine inanmak istiyoruz. Umarız bugüne kadar ifade özgürlüğüyle ilgili veya cinayet soruşturmasında üzerine düşen hiçbir görevi onun övünebileceği şekilde yerine getirmeyen Türkiye devleti, bugünden sonra suçluyu aklayan suçsuzu mahkûm eden bu tavrından vazgeçer ve toplumun bir vicdanına layık bir devlet gibi davranmanın ilk adımlarını atar.”
Bir cinayetin tazminat değeri sadece semboliktir. Bu sembolik değer, aslında devletin, emniyetin ve istihbarat görevlilerinin işlediği ortak bir suçu gösterir.
Bu cinayette, belgelerle ortaya çıkarılanlara bakılınca, devletin koruma görevini yerine getirememesinin, emniyetin önlem almamasının, bir insanın hedef gösterilmesinin bedelinin sorgulanmaması kuşku uyandırıcıdır.
Eğer, siyasi cinayetler vaktinde, hükümetler, bakanlıklar ve emniyet tarafından yeterince sorgulanmış olsaydı, Hrant Dink öldürülmemiş olabilirdi. Ama bugün bir cinayeti sorgulamayanlar sembolik bir cezayla uluslararası bir mahkeme tarafından gözler önüne serilebiliyor.
Kendi mahkemelerimiz, kendi siyasi vicdanlarımız, kendi insanlığımız nerede kalır, a dostlar?
AİHM’in Türkiye aleyhinde verdiği karara hem Dışişleri Bakanlığı hem de İçişleri
Bakanlığı “dostane çözüm” aradıkları için karşı çıkmayacaklarını belirttiler.
Sorarım dostlar, dostane çözüm bir cinayetin neresinde kalır?
Kaybolan bir hayatın, arkada bıraktıklarının, önüne koyup yazamadıklarının hesabını elbette devlet veremez.
Arkasından bakanlar, ona sahip çıkanlar, vicdanlarından gelen bir borçla konuşanlar devlete hesap sorabilirler ancak.
“Neden?” diye… Bir gün devletin de öldürenlere hesap soracağı iyimserliğini taşıyarak.
Ve bir not: İyi ki doğdun Hrant Dink…
Bu hafta sözün bittiği yerler:
12 Eylül’ün, tersine çevrilen bir siyasi söylemle kullanılarak başkanlık sistemine alet edilmesi.
12 Eylül darbesinden 30 yıl sonra darbecilere suç duyurusunda bulunulması… Nihayet.
12 Eylül’de 650 bin kişinin gözaltına alındığının, bir milyon 683 bin kişinin fişlendiğinin, 50 kişinin idam edildiğinin, 300 kişinin kuşkulu şekilde cezaevinde öldüğünün, 171 kişinin ise işkenceden öldürüldüğünün 30 yılın ardından yeniden belirtilmesi. Rakamlar sizi olaydan uzaklaştırıyorsa, ailenizin bir üyesine bakın ve onu dinleyin.