Dün, binlerce insanla birlikte Agos’un önünde, Hrant Dink’i öldürüldüğü yerde, öldürüldüğü saatte yeniden hatırlamak, yeniden anmak için toplandık. Nükhet İpekçi yaptığı konuşmada, “Kardeşimiz Rakel’in dediği gibi bizi acılarda akraba ettiler. Bazı resmi kurum ve kişilerin çok örgütlü bir planla canından ettikleri Hrant Dink’in can hakkını biz buradan ailece savunabilir miyiz dersiniz?”
Ardından şunları ekledi: “Biz sadece mezarlıklara ve mahkemelere gidiyoruz. O da tabi eğer varsa. Kin ve intikam duygularıyla gitmiyoruz. Yüzleşmek için, gerçeği bütün boyutlarıyla görebilmek için gidiyoruz. Bu tür cinayetler bir daha asla işlenmesin… Gelecek kuşaklar böyle bir utançla yaşamasın. 4 yıldır sorduğumuz sorular hâlâ havada. Artık öğrendiğimiz bir şey var. Bu tür cinayetleri artık siyasi cinayet, linç, katliam gibi sözlerle tanımlamayacağız. Çünkü, var olan yasalar şimdilik yetersiz kalsa da bunların insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamına girdiğini biliyoruz. Size böyle davransalardı siz ne yapardınız?”
On yıl önce Gaffar Okkan öldürüldüOcak ayı, Türkiye’nin belleğinde hâlâ taze olan cinayetlerle bezenmiş durumda. 19 Ocak günü öldürülen Hrant Dink’ten sadece 5 gün sonra Uğur Mumcu’nun anması var. 24 Ocak, Diyarbakır’da Uğur Mumcu anmasına giderken öldürülen Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın da öldürüldüğü gün. Uğur Mumcu’yu anma etkinliğine katılmak için makamından ayrılan Gaffar Okkan ve 5 polis meslektaşı, Diyarbakır Sezai Karakoç Bulvarında, görgü tanıklarına göre 15 kişilik bir tim tarafından öldürüldü.
Saldırı sırasında 3 el bombası atıldığı, bunlardan birinin patladığı, teröristlerin 15 kalaşnikof tüfek ve iki makarov marka tabanca kullandıkları açıklandı. Olay yerinde 469 Kalaşnikof kovanı bulundu. Hizbullah’ın imza silahı olduğu belirtilen “Makarov” marka silah ise olay yerinde bulundu.
Gaffar Okkan, Hizbullah’ın “İlim Kanadı” nı çökermişti. Örgütün 800 sayfalık belgesini inceleterek, ünlü Beykoz operasyonunun altyapısını hazırladı ve lideri Hüseyin Velioğlu’nun 17 Ocak 2000’de düzenlenen bir operasyonda öldürülmesini sağladı. Okkan, 15 Ocak 2001 tarihinde, yaptığı basın toplantısında, Hizbullah’a yönelik operasyonların devam edeceğini belirtiyor ve 26 tetikçinin de adını açıklıyordu.
Diyarbakır’da ise genel görüş, Gaffar Okkan’ın Hizbullah tarafından öldürülmediği üzerineydi. Emrah Gürkan “3310 Öldürüldü” adlı kitabında da şu soruyu soruyordu: “Daha önceki eylemlerinde satır ve tabanca kullanan Hizbullahçılar, bir yıl içinde nasıl oldu da Cumhuriyet tarihinin en büyük suikastını gerçekleştirebilecek hale geldi?” Cenazeler sırasında valinin arabasına el yazısıyla bir mektup iletiliyordu. Mektup suikastı gören bir kadının elindendi: “…(dükkanlardan) herkesi dışarı çıkardılar….ve bu defa tabancalarını çektiler… kendilerine polis süsü verdiler….kaçanları kovalıyormuş gibi yaptılar….yere kurşun sıktılar….ve hızla olay yerinden uzaklaştılar.”
Faili meçhullerVerdiği bir röportajda, Diyarbakır’da 182 faili meçhul davanın aydınlatıldığını belirten Okkan “Faili meçhul cinayetlerinin çözülmesinin devlet açısından önemi şöyle: Önceleri Hizbullah tarafından işlenen cinayetler, ortalıktaki puslu hava nedeniyle devlet yaptı şeklinde lanse ediliyordu.” diyordu.
Uğur Mumcu ise Eylül 1992’de “Hizbulkontra” başlıklı yazısında şunları söylüyordu: “Kürt Hizbullahı” özellikle son bir yıldır PKK’ya karşı saldırılar düzenliyor. Bu saldırılar devlet içindeki örgütler, örneğin “Kontrgerilla” olarak bilinen eski adı “Özel Harp Dairesi” tarafından destekleniyor mu? Bunu, bugün için bilmeye ve yazılı belgeye dayanarak kanıtlamaya olanak yoktur.
Bazı devlet görevlileri ile bu tür örgütler arasında hiyerarşik düzen içinde ve emir komuta ile değil, 12 Eylül öncesinde kanıtlandığı gibi bireysel ilişkiler de kurulabilir.
12 Eylül öncesinde kurulan bu ilişkilerin bir kısmı yazılı belgelere dayanılarak kanıtlanmış ve ilişkiler bu köşede yayımlanmıştı. Ancak bu ilişkilerin devletin hangi tepe noktasına kadar ulaştığı ise bir türlü anlaşılamamıştı.
Bugün, hükümetin başta Musa Anter cinayeti olmak üzere bölgede işlenen bütün cinayetleri tek tek aydınlatması gerekir. Bu cinayetler aydınlanmaz ve bu saldırılar da böyle sürüp giderse, devlet –haklı ya da haksız, yanlış ya da doğru– bu tür suçlamalardan kurtulamaz.”
Anmalarda yaşamak “Kırmızı Cuma” kitabının yazarı Nedim Şener, NTV Ana Haber’de konuştu ve "Hükümet istese bu işi çözer mi?" sorusuna, "Artık çözemez. Şu anda bu olayın içindeki polisler etkili konumdalar, Başbakan’la çok yoğun ilişki içindeler ve çok özel operasyonlarla ilgili bilgi paylaşıyorlar; birbirleri hakkında çok şey biliyorlar. Başbakan bunlardan bazılarını görevden alırsa yarın kendisinin hukuki güvenliği kalmayabilir" yanıtını verdi.
Türkiye tetiği çekenlerin de korunduğu, tetiği çektirenlerin himayesine alındığı ve cinayetlerde yetkili görevde olanların soruşturulmadığı bir ülke. Üstelik “normal” olanın bu durum olarak görüldüğü bir ülke.
Ve Toplumsal Bellek Platformu’nun belirttiği gibi: “Bugün biz buradaysak, adalet burada olmadığı içindir.”
Türkiye, faili meçhullere gömülü bir ülke. Mehmet Akif’in dediği gibi “toprağı sıksan şüheda fışkıracak, şüheda” Ama kim için bu “şehitlik” ve ne için? Ve ne uğruna bu insanlar öldürüldü ve öldürülüyor?
Bu soruların yanıtlarını bulamadıkça da anmalarda yaşamaya devam edeceğiz.