15 Kasım 2020

Yöneticilerin sağlık durumu toplumu ilgilendirir mi?

Her etik tartışmada olduğu gibi burada da kesin bir sonuca ulaşmak olanaksız gibi. Ancak, bu olayda da açıkça görüleceği gibi, toplum bu gibi tartışmaları hiç gerekli görmüyor

ABD (eski) Başkanı Donald Trump Covid-19 salgınında virüs ile enfekte oldu mu? Yoksa bu sadece bir halkla ilişkiler çalışması mıydı? Ülke ve dünya olarak komplo teorilerine bayıldığımız için her türlü görüş ortaya çıkıyor. Koruyucu önlemlere ciddiyetle yaklaşmayan başkanın hastalığı kapması uzak bir olasılık değil. Yaşı ve kilosu nedeni ile yüksek risk grubunda yer alan Trump iki günde nasıl iyileşti? Belki de sağlık bakanımızın tarifi ile hastalanmamış vakaydı.

Her neyse. Üzerinde çok konuşulmamış bir konu, bizi yönetenlerin sağlık durumunu bilmeye hakkımızın olup olmadığı. Bizim adımıza önemli kararlar alan yöneticilerin sağlığı toplumu ilgilendirir mi? Öyle ya, savaşa, barışa, önemli ekonomik kararlara yön verirken doğru karar verebilme yetisine sahip olup olmadığını bilmek toplumun hakkı değil midir? Öte yandan, "yönetici de bir insandır ve onun sağlık verileri de her insan gibi koruma altında olmalıdır" görüşü de desteklenebilir.

Yaşadığımız salgın ortamında virüs testi pozitif çıkan politikacıların isimleri açıklanıyor. Bu açıklama elbette ki kişinin onayı olmadan yapılmamalı. Salgın ortamında virüs ile enfekte olma ihtimali çok yüksek olduğundan ve saklamaya gerek görülmediğinden açıklamalar art arda geliyor. Diğer hastalıklar söz konusu olduğunda aynı açıklık söz konusu olur muydu acaba?

29 Haziran 2008'de Hürriyet Gazetesi'nde "10 yıldır şeker hastasıymış" başlıklı bir haber yayımlandı. Özel bir hastanenin açılışında hastanenin ne kadar iyi bir hastane olduğunu anlatırken dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan hastanenin verdiği kişisel bilgi kartını gazetecilere gösterip kartın da faziletlerini anlatırken gazeteciler kartın numarasını almayı başarmışlar ve daha da ileri giderek hastane kayıtlarından başbakanın laboratuvar sonuçlarına ulaşmışlar. Yayınlanan haberde 10 yıl önce, 1998'de yapılan testlerde kan şekerinin 159 olduğu ve başbakanın en azından o zamandan beri şeker hastası olduğu vurgulanıyordu.

 

Yapılan hukuki açıdan ve etik açısından suç kapsamındaydı. Hasta bir başbakan da olsa sağlık verilerinin korunması gerekirdi. Belli ki haberi yapan muhabire laboratuvar kayıtlarına ulaşmak için hastaneden biri veya birileri yardımcı olmuştu. Ayrıca hasta bilgilerinin korunması hastanenin sorumluluğunda olduğundan hastanenin kusuru da söz konusu idi. Bu etik ihlallerin yanında hukuki açıdan da suç unsuru netti. Türk Ceza Kanununda kişisel verilerin kaydedilmesi başlığı altında Madde 135 aynen şöyle demektedir: "Hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir".

Bu durumda hastanenin, hastanede yardım edenlerin ve haberi yayınlayanların soruşturularak uygun cezaların verilmesi gerekmekteydi. İstanbul Tabip Odası olarak başbakanlığa bu konuyu özetleyen bir mektup yazdık ve yapılan işlemin suç oluşturduğunu belirttik ama hiçbir cevap gelmedi. Hastaneye sorumluluklarını anlatan ve bu işleme yardımcı olanların bulunmasını talep eden bir yazıya da hiçbir cevap gelmedi. Olayın tıbbi etik açısından hiçbir gelişme sağlayamamasından sonra basına yöneldik. O dönem Basın Konseyi Başkanı olan Oktay Ekşi'den randevu alarak gittik ama Ekşi olayın Basın Konseyini ilgilendirmediğini, disiplin konuları ile ilgilenen Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'ne (TGC) başvurmamız gerektiğini söyledi.

Cemiyetin genel sekreteri Sibel Güneş ve başkan Turgay Olcayto ile bir toplantı yaptık ve bizim yaklaşımımızı garipsediler. Başkan "Böyle bir haber yakalandığında basılmaz da ne yapılır?" dedi. Bizim dışımızda hiç kimse etik veya hukuki bir ihlal görmüyordu anlaşılan. Ayrıca TGC, cezalandırma şöyle dursun, haberi yapan muhabirleri ödüllendirdi de. 2008 basın ödüllerinde Hürriyet Gazetesi'nin "Başbakanın Kan Tahlili" başlıklı haberi, haber dalında ödül aldı.

Recep Tayyip Erdoğan'ın sağlık haberleri gündemde kalmaya devam etti. Bir cumartesi günü büyük bir gizlilik içinde Marmara Üniversitesi Pendik Hastanesi'nde başbakan ameliyat edildi. Başbakanın neden ameliyat olduğu herkesin ilgisini çekiyordu doğal olarak. Resmi açıklama olmayınca değişik söylentiler dolaşıyordu ortada. Konuyla ilgili olarak 28 Kasım'da başbakanlıktan bir açıklama yapıldı: ''Sayın Başbakanımız 26 Kasım 2011 tarihinde laparoskopik yöntemle başarılı bir sindirim sistemi ameliyatı geçirmişlerdir. Ameliyat Sayın Başbakanımızın programının müsait olması nedeniyle 26 Kasım tarihinde gerçekleşmiştir.'' Bu sözü edilen sindirim sistemi ameliyatının ne olduğu resmi olarak hiç açıklanmadı.

Bu durum bir tartışmayı da beraberinde getirdi: Toplum başbakanın sağlık durumu hakkında yeterince bilgilendirilmeli midir, yoksa kendisi de bir birey olan başbakanın sağlık bilgileri herkesinki gibi gizli mi tutulmalıdır? Ben, bizim adımıza ve ülke adına kararlar veren yöneticilerin sağlık durumlarının toplumu ilgilendirdiğini ve toplumun bunu bilmeye hakkı olduğunu savundum hep. Batı ülkelerinde bu gibi hallerde durum topluma resmi açıklamalarla şeffaf bir şekilde açıklanır.

Bu durumu Hürriyet Gazetesi'nde Mesude Ersan "Başbakan'ın Sağlığı Mahrem mi?" başlığı ile haberleştirdi. Değişik görüşlere yer verildi.

Her etik tartışmada olduğu gibi burada da kesin bir sonuca ulaşmak olanaksız gibi. Ancak, bu olayda da açıkça görüleceği gibi, toplum bu gibi tartışmaları hiç gerekli görmüyor. Etik ihlalleri kimseyi rahatsız etmiyor. Günümüzde hâlâ özel hastaneler kendilerinde tedavi olan ünlülerin sağlık bilgilerini toplumla paylaşmayı bir reklam aracı olarak kullanmaya devam ediyorlar. Daha da kötüsü, sonraki yıllarda hukuk ihlalleri o kadar arttı ki, etik tartışmalara ne yer ne de zaman kaldı.

Bu haberi yapan Mesude Ersan ile yıllar sonra konuşurken "Demek ki o zamanlar böyle haberler yapabiliyormuşuz" dediğinde basın özgürlüğünün geldiği yeri de anlamış olduk.


Aristotoles

Yazarın Diğer Yazıları

Vitamin tutkumuz

Vitaminleri vücudumuz sentezleyemiyor ve gereksinimiz var. Haplarla değil de doğal yollardan alsak daha iyi olmaz mı?

Hastayken verilen sözler

Yataklarında ve hele de ameliyat masasında olan hastalarımızın zor durumda oldukları zaman verdikleri sözlerin işler yoluna girdiğinde değiştiğini sıkça görüyoruz. Hekim olarak bunları izlemek de ilginç oluyor

Düzensiz ortam, verimsiz sonuç

Araştırmalar, yeterli dinlenemeyen kişilerin fiziki ve mental çöküntü yaşadıklarını, konsantrasyon eksikliği ile karar vermekte zorlandıklarını ve hata oranlarının yükseldiğini gösteriyor