İstanbul Haydarpaşa'daki muhteşem Mekteb-i Tıbbiye binası II. Abdülhamid'in emri ile dönemin önde gelen mimarlarından Alexandre Vallaury ve Raimondo D'Aronco tarafından yapılmış. İstanbul'daki birçok muhteşem yapıda imzası bulunan Vallaury'nin ilk eseri de şimdi arkeoloji müzesi olarak kullanılan yapı olmuş. Tıbbiye binası II. Abdülhamit'in doğum günü olan 6 Kasım 1903 Cuma günü açılmış ve eğitime başlamış. 1909 yılında askeri ve sivil tıbbiyeler Haydarpaşa'daki binada birleştirilerek Haydarpaşa Tıp Fakültesi adını almış.
İnşaatın başladığı yıllarda Haydarpaşa İstanbul'un en ücra köşelerinden biri olarak biliniyor. Mekteb-i Tıbbiye binasının neden bu kadar uzağa yapıldığı çeşitli söylentilere yol açmış. Resmi ağızlar elbette ki mevcut binaların eğitim için yeterli olmadığını, denizaşırı olan bu binada tıp eğitiminin daha iyi koşullarda yapılacağını söylüyor. Öte yandan, tıbbiyede muhalif sesler çokça çıktığından, bu grubu şehirden uzak bir yere göndermek de iyi bir tedbir olarak düşünülmüş olabilir. Bazı askerler ise o kadar uzakta bir ayaklanma olursa bastırmanın zor olacağını öne sürerek karşı çıkmış.
Bu tarihi yapıda 188 mezun verilen 1913 yılından sonra eğitime ara verilmiş ve 1914 yılında bina yedek askeri hastane olarak kullanılmış. 1916 yılında öğretime yeniden başlanmış ama İstanbul'un işgali sonrası, 1919'da, okul İngiliz işgal kuvvetlerinin denetimine girmiş.
1933 yılındaki Üniversite Reformu'nda tıp fakültesi Avrupa yakasına taşınınca, Mekteb-i Tıbbiye binası Atatürk'ün emri ile Milli Eğitim Bakanlığı'na bırakılarak Haydarpaşa Lisesi olmuş. Babam liseyi bu binada yatılı olarak okuduğunu övünerek anlatırdı. 1984 yılına kadar Haydarpaşa Lisesi olarak kullanılan bina, 1984 yılında Marmara Üniversitesi'ne devredildi. En son olarak da 2016 yılında Marmara Üniversitesi'nden alınan bina Sağlık Bilimleri Üniversitesi'ne verildi.
Sağlık Bilimleri Üniversitesi, İstanbul'da kurulan bir devlet üniversitesi ve Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren kanun gereğince 2015'te açılmış. Buradaki gariplik, kuruluşu henüz yedi yıl olan üniversitenin bir anda kuruluş tarihini 1903 olarak logosuna yerleştirmesi. 1903 yukarıda anlatıldığı gibi binanın eğitime açıldığı tarih. Üstelik de tarihi bina o kadar sahiplenilmiş ki, silueti logonun tam ortasında yer almış. Tarihe sahip çıkmak iyi bir şey ama bunun da hak edilmesi ve tarihin akışına uygun olması gerekir. Sadece söylemekle olmuyor.
Bu binayı daha önce kullanan Marmara Üniversitesi ise kuruluş yılını daha da erkene çekerek 1883 yapmış. Marmara Üniversitesi, kuruluş tarihini 16 Ocak 1883 tarihinde Hamidiye Ticaret Mekteb-i Âlisi ismi ile kurulmuş olan okula bağlamış. Logoda görüldüğü gibi İstanbul Üniversitesi ise işi iyice abartarak kuruluşunu İstanbul'un fethine, 1453 yılına götürmüş. Yeni bir üniversite kurup, kuruluş dönemini Doğu Roma İmparatorluğu'na bağlarsak tüm rekorları kırmış olacağız.
Bu üniversitelerin tarihe sahip çıkma çabalarını saygıyla karşılıyorum elbette. Ancak, tarihlerine uygun bir gelişme ile eğitim ve bilim düzeylerini yukarılara çektiklerini söylemek zor. Bunu gerçekleştirdikleri zaman göğüslerini gere gere tarihten söz etmeleri yerinde olurdu.
Ülkenin geleceğinden endişe duyan ve Türkiye'deki eğitimin kalitesinden kuşkulu binlerce gencin yurt dışına gittiğini veya bunun için çabaladığını biliyoruz. Bunun, maalesef, tıp fakültesini bitiren genç hekimler için de geçerli olduğu daha net görülüyor.
Hekimler yurt dışında çalışma izni alabilmek için TTB'den İyi Hal Belgesi (good standing certificate) almak zorundalar. Birçok ülke bu belgenin meslek kuruluşundan alınmasını şart koşuyor. Belgede kişinin diploma tescil bilgileri ile ülkemizde çalıştığı sürede disiplin cezası alıp almadığı yer alır. Bu belgeyi alan hekim sayısı 2013'te 90 iken 2019'da 1047 olmuş. 2021 yılının ilk dört ayında ise bu rakam 326.
Çok yüksek puanlarla tıp fakültelerine giren genç hekimler bile geleceklerini yut dışında aramaktalar besbelli ki. Bu değerli beyinleri ve benzerlerini bu ülkenin kaybetme lüksü yok. Türkiye'de düzeltilmesi gereken yüzlerce sorun olduğu ortada ama çözümlere katkıda bulunması gereken kurumların başında üniversiteler geliyor. Bunu başardıklarında logolarındaki tarihe sahip çıkma taleplerini hak etmiş olurlar.