11 Nisan 2021

Hipokrat Andı'nın düşündürdükleri

Hipokrat meşhur hekimlik andına şöyle başlıyor: "Hekim Apollon, Asklepios, Hygeia, Panacea üzerine ve bütün Tanrı ve Tanrıçaların huzurunda yemin ederim ki, yeteneğim ve gücüm elverdiğince bu ant ve sözleri tutacağım".

Hipokrat tüm tanrıların huzurunda yemin ediyor ama görüldüğü gibi bazılarına özel bir yer ayırmış. Asklepios'u artık hepimiz tıp biliminin tanrısı olarak tanıyoruz da diğerleri hep geri planda kalıyor. Hygeia ve Panacea, Asklepios'un kızları ama Apollon neden özel bir yer tutuyor?

Apollon mitolojide Asklepios'un babası olarak geçiyor. Her ne kadar Asklepios'un annesi Koronis'i diri diri yaksa da Hipokrat babalık hakkını vermiş. Yemin zaten şöyle başlıyor: "Bu sanatta hocamı, babam gibi tanıyacağım, rızkımı onunla paylaşacağım, ihtiyacı olursa kesemi onunla bölüşeceğim, çocuklarına kardeşim gibi bakacağım ve öğrenmek isterlerse bu sanatı ücretsiz öğreteceğim; ilaç reçetelerini, şifai bilgileri ve diğer bilgileri sadece ve sadece kendi evlâtlarıma, hocamın çocuklarına ve hekimlik kurallarına uygun sözleşmeyle bağlı ve ant içmişlere öğreteceğim". Görüldüğü gibi babaya ve hocalarına saygı sonsuz. Apollon'un iyileştirici bir tanrı olarak kabul edildiğini de göz ardı etmeyelim.

  

Yeminde geçtiği gibi Hipokrat bildiklerini çocuklarına da öğretmiş. Hygeia temizlik ve sağlık tanrıçası olmuş ve bugünlerde sıkça kullandığımız hijyen kelimesini ona borçluyuz. Aynı şekilde Panacea da bir sağlık tanrıçası ünvanı kazanmış ve yeminde yerini almış. Buraya kadar her şey anlaşılır durumda ama anlaşılmayan nokta neden bu iki kızının ön plana çıktığı. Mitolojiye göre Asklepios'un toplamda beş kız ve üç erkek çocuğu var ve hepsini de tıp alanında eğitmiş. Bu iki kızı neden diğerlerinden daha değerli olmuş bilinmiyor. Diğerleri bu stresli ve yorucu mesleği tam benimsememiş de olabilir.

Hipokrat Andı'nda yer alan bir diğer cümle de şu: "İsteyen hiç kimseye öldürücü bir eczayı ne vereceğim ne de bunu tavsiye edeceğim; benzer şekilde, bir gebe kadına çocuk düşürmesi için ilaç vermeyeceğim".

Hipokrat Andı'nın ana hatları korunmakla birlikte elbette değişime uğruyor. Yukarıdaki cümle artık yer almıyor, onun yerini "İnsan yaşamına en üst düzeyde saygı göstereceğime ant içerim" cümlesi almış.

Andın ilk halini günümüze uygulayacak olsak kürtaj ve benzeri çocuk düşürme yöntemleri yanında ötanazi de yasaklanmış olurdu. Her iki konu da günümüzde tartışılmaya devam ediliyor.

Ötanazi ülkemizde yasal olarak yasak ve uygulandığında cezası "tasarlayarak öldürmek" başlığı altında ömür boyu hapis. Ötanazi en son olarak İspanya'da yasalaşarak serbest bırakıldı ve dünya üzerinde sekiz ülkede yasallaşmış oldu. Diğer ülkeler Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Kanada, Kolombiya, Avustralya ve Yeni Zelanda. Ötanazi "hayırlı ölüm" anlamına gelmekte.

Ötanaziyi aktif ve pasif olarak ikiye ayırmak mümkün. Aktif ötanazide hayatı sonlandıracak bir madde verilirken, diğerinde tedavinin kesilmesi, yaşam destek cihazlarından ayrılması gibi uygulamalarla ölümün yakınlaştırılması söz konusu. Türkiye'de her ikisi de yasal değil. Bu uygulama elbette hasta yakınlarının isteği ile de yerine getirilemez.

Bir başka kavram da "hekim destekli intihar". Bu uygulamada hekim öldürücü dozda ilacı hazırlamakta ancak son hamleyi, ilacın vücuda girmesini sağlayacak işlemi, hasta kendisi yapmakta. "Ben yapmadım hasta kendisi yaptı" kaçamağı sağlanmış oluyor. ABD'nin bazı eyaletlerinde bu uygulama yasal.

Bu tür uygulamaların etik ve yasal boyutu yıllardır tartışılmakta ve bu kısa yazıda özetlemek de mümkün değil. Bu konu deontolojinin sona ermeyecek tartışmalarından birisi olarak devam edecek gibi gözüküyor.

Etik tartışmalar tarih boyunca devam etmiş. Belli bir düzene ulaşması ise 2. Dünya Savaşı sonrasını bulmuş. 1947 yılında Dünya Sağlık Örgütü'nün ilk adımlarından biri Hipokrat Andı'nın tıp mesleğinde uygulanmasını sağlamak oldu. 1948 yılında yayınlanan Cenevre Deklarasyonu ise hekim görevlerini belirlemiş oldu.

Türkiye'de ise ilk Tıp Tarihi ve Deontoloji kürsüsü bu tarihlerden çok daha önce, 1933'te İstanbul Tıp Fakültesi'ne bağlı olarak Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver tarafından kurulmuş. Şimdi ise birçok tıp fakültesinde benzer anabilim dalları mevcut.  

1933 yurt dışından öğretim üyelerinin Türkiye'ye davet edilerek üniversite reformunun başlatıldığı yıllar. Üniversitelerimizin şimdiki durumu ile 88 yıl öncesindeki durumunu karşılaştırdığımızda acıklı bir tablo ortaya çıkıyor. Vardığımız noktada üniversitelerimizde "toplumsal cinsiyet eşitliği" dersi, aile yapımıza, toplumsal değerlerimize, örf, adet ve kadim geleneklerimize, dini ve milli değerlerimize zarar verdiği gerekçesi ile soruşturmaya uğrayabiliyor.


Prof. Dr. Özdemir Aktan, Tarsus Amerikan Koleji'ndeki orta öğreniminin ardından Hacettepe Tıp Fakültesi'nde eğitim gördü. Genel cerrahi uzmanlık eğitimini de Hacettepe Tıp Fakültesi'nde tamamlayan Aktan, 1988 yılında Marmara Üniversitesi'nde Genel Cerrahi Doçenti oldu. Aynı üniversitede 1993 yılında profesör olan Aktan, 2006-2010 yılları arasında İstanbul Tabip Odası Başkanlığı görevini üstlendi. 2010-2012 yıllarında TTB 2. Başkanı olan Aktan, 2012-2014 yıllarında TTB Merkez Konseyi Başkanlığı görevini sürdürdü.

Aktan, Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzaladığı için 686 sayılı KHK ile Marmara Üniversitesi'nden ihraç edildi. Evli ve 2 çocuğu vardır.

Yazarın Diğer Yazıları

Düzensiz ortam, verimsiz sonuç

Araştırmalar, yeterli dinlenemeyen kişilerin fiziki ve mental çöküntü yaşadıklarını, konsantrasyon eksikliği ile karar vermekte zorlandıklarını ve hata oranlarının yükseldiğini gösteriyor

Medikal estetik furyası

Teknolojinin gelişmesi ile birlikte tıpta "medikal estetik" adı altında yeni bir dal oluştu. Türkiye'de kısa bir kurs sonrası alınan sertifika ile medikal estetik uzmanı olunabiliyor. Geniş ve verimli bir pazar olduğundan da ehliyetsiz veya yetersiz birçok kişi tarafından da uygulanmaya çalışılıyor

Tıp umulmadık yerlere yöneliyor

Bir gün yapay zekâ ve robotlar hekimlerin yerini alır mı?