Hastalar ameliyat için yattıklarında bir anlamda kendi öz eleştirilerini de yaparlar. Bu kolay olmaz elbette: Yıllardır sigara içerek akciğerlerini mahvetmiş olan hasta ameliyat sonrası nefes alamaz duruma geldiğinde gerçeği fark etmiş ama epeyce geç kalmış olur. Bir yandan gayret gösterirken, aynı zamanda da iyileştiğinde "bu mereti" kesinlikle bırakacağını söyler durur.
Bu verilen sözün hastaneden çıktıktan sonra tutulduğunu çok ender olarak gördüm. Çoğu kez belli bir nekahat döneminden sonra verilen söz unutulur ve eski günlere geri dönülür. Öyle ya, hasar görmüş olan akciğerleri her şeye rağmen ameliyat sınavından, zor da olsa, başarı ile geçmiştir.
Aynı süreç aşırı kilolu hastalarda da benzer şekilde yaşanır ve bu kilolar nedeniyle zor geçen ameliyat sonrası dönem çabucak unutulur. Üstelik de ameliyat sonrasında görenler "süzülmüşsün" dediğinde (her ne demekse), toparlanmak için beslenmenin gerekli olduğu haklı bir durum ortaya çıkar.
Verilen sözler hep sağlık üzerine olmaz.
Zorunlu hizmetimi Antalya SSK hastanesinde yapmaktaydım. Bunu söyleyince de her seferinde "İnanın torpil filan yok, Sağlık Bakanlığı'nda torbadan bizzat kendim çektim" demek zorunda kalıyorum. Her neyse.
Bir bayram sabahı kahvaltı sonrası Konyaaltı plajına gidip havlularımızı serdik ve güneşin tadını çıkarmaya çalışırken tanıdığımız ambulans şoförünün bana doğru geldiğini gördüm.
"İcapçı" olduğumuz günlerde deniz kenarına gitmek için ünlü 7 Mehmet Lokantası seçilirdi, zira o dönemde deniz kenarında önü plaj olan bu tesiste bir telefona vardı. Çok acil olmayan durumlarda telefonla aranırdık ama acil ise ambulans şoförü hemen gelir ve bizi plajdan toplardı. Biz de şortumuzu giyer hastaneye giderdik.
Hastaneye geldiğimde ameliyathanede ateşli silah ile yaralanmış iki hasta buldum. İki ayrı ameliyat masasına yatırılmış olan iki kardeş beni beklemekteydi. Bayram sabahı iki aile silahlarla birbirine girmiş, birçok yaralı Antalya'nın değişik hastanelerine dağıtılırken SSK hastanesinin ve benim payıma da bu ikisi düşmüştü. Çalıştığım hastanede iyi bir uygulama da durumu kritik hastaların hemen ameliyathaneye çıkarılarak gerekli ön hazırlıklar ile neredeyse ameliyata hazır hale getirilmesiydi. Bunu da çok başarılı bir şekilde yaparlardı.
Karnından iki kurşun yarası almış olan kardeşlerden birisinin durumu kritikti. Diğeri ise kasığından, bacak atar damarından vurulmuştu. Bu hastada kanamayı durdurduktan sonra diğer hastayı ameliyata almak üzere hazırlanırken hemşire "Şefim hasta sizinle konuşmak istiyor" dedi. O devirde henüz "hocam" icat edilmemişti.
Uyumak üzere olan hastanın yanına gittim ve hasta kısık bir sesle ve zorlanarak "Kurtar beni doktor" dedi. Ben de "Zaten bunun için buradayım" dedim ve tam ayrılırken kurtulduğunda bana çok yüklü bir miktarda para vereceğini söyledi. "Bak bu söylediğini unutma" dedim içimden.
Önce karnından vurulmuş olan kardeşi toparladık, daha sonra da diğer kardeşin atar damarını onardık ve sakin bir ameliyat sonrası seyir ile her iki hasta da sağlıklı bir şekilde evlerine gönderildi. Sonra ne mi oldu? Her iki hastayı da bir daha hiç görmedim.
O yönde beklentim elbette ki hiç yoktu. Sadece benim değil, o dönemde hekimlik yapanların büyük bir çoğunluğunun da böyle beklentileri yoktu. Özellikle de benim gibi meslek hayatının başında olanların aklına bile gelmezdi. Tıp henüz bu kadar ticari bir meta haline gelmemişti.
Hasta iyileştiğinde edilen bir teşekkür çok değerlidir. Antalya'da kaldığım sürede sigortalı hastaların birçoğu tarımla uğraştığından, teşekküre ek olarak tarlalarından taze olarak topladıkları ürünleri getiren hastalarım da oldu. Avokado ile ilk tanışmam da bu şekilde oldu. İlk başta hiçbir şeye benzetememiştik.
Konu biraz dağıldı ama işin özeti, yataklarında ve hele de ameliyat masasında olan hastalarımızın zor durumda oldukları zaman verdikleri sözlerin işler yoluna girdiğinde değiştiğini sıkça görüyoruz. Hekim olarak bunları izlemek de ilginç oluyor.
Aslında şaşılacak bir durum da yok. Hastane ortamı dışında verilen sözler ne kadar tutuluyor? Her yeni yıl başlarken sigarayı bırakma veya spora başlayıp kilo verme sözü verenlerde bu sözü tutma oranı muhtemelen çok düşüktür. Siyasilerin verip de tutmadığı sözlere de hiç girmeyelim.
Bu bayram sabahı anısı ile herkese barış içinde, sağlıklı ve mutlu bayramlar diliyorum.
A. Özdemir Aktan kimdir?
A. Özdemir Aktan, Ankara'da doğdu. İlkokulu Rize'de bitirdikten sonra ortaokulu Talas Amerikan Kolejinde, liseyi ise Tarsus Amerikan Kolejinde bitirdi.
1971 yılında girdiği Hacettepe Tıp Fakültesini 1977 yılında bitirdi ve aynı yıl Hacettepe Tıp Fakültesi Genel Cerrahi asistanı oldu.
!982 yılında genel cerrahi uzmanı olduktan sonra askerlik ve zorunlu hizmet sonrası 1986 yılında Gazi Üniversitesinde yardımcı doçent olarak akademik kariyerine başladı. 1988'de Marmara Üniversitesine geçtikten sonra aynı yıl doçent ve 1994 yılında da profesör oldu.
Marmara Üniversitesinde 27 yıl görev yaptıktan sonra 2015 yılında KHK ile üniversiteden uzaklaştırıldı.
İstanbul Tabip Odasında değişik görevlerden sonra 2006-2010 yılları arasında İTO başkanı, 2010-2012 yılları arasında TTB Merkez Konseyi ikinci başkanlığı ve 2012-2014 yıllarında ise TTB Merkez Konseyi başkanlığı yaptı. İTO anılarını "Savaş Köprüleri Vurur" ve TTB anılarını "Hekimler Suç İşliyor" isimli kitaplarda yayımladı.
Halen hekimlik mesleğine ve TTB aktivistliğine devam ediyor.
Evli ve iki çocuk babası.
|