27 Eylül 2020

Eğitim de neymiş?

Bilim yüzyıllar içinde yakınımızdan çok uzaklara gitti ve gitmeye de devam ediyor

15. yüzyılda Amerika kıtasında yaşayan Mayalar okyanusu aşıp Avrupa kıtasını ele geçirebilirler miydi? Öyle ya, önemli bir medeniyetten söz ediyoruz. Jared Diamond "Tüfek, Mikrop ve Çelik" isimli kitabında neden Amerika kıtasında yaşayanların Avrupa'yı değil de Avrupalıların Amerika kıtasını ele geçirdiklerini anlatmaya çalışıyor. Aynı kitapta Diamond ilk insanın Afrika'da ortaya çıkmasına rağmen medeniyetin neden Mezopotamya'da geliştiğinin cevaplarını da araştırıyor. Okumamış olanlar için hararetle öneririm.

Aynı soruyu tıp alanında da sormak mümkün. 11. yüzyıla kadar tıp ve bilimin merkezi Asya iken daha sonra Avrupa'ya kaymış. 20. yüzyılın ortalarına kadar tıbbın merkezi Viyana, Londra, Paris gibi Avrupa kentleriyken daha sonra Kuzey Amerika'ya kaydığını görüyoruz. Amerikalı hekimler 19. yüzyılın ortalarından itibaren bilgi ve görgülerini arttırmak üzere Avrupalı ünlü hekimlerin yanına akın ediyorlardı. Şimdi ise akım ters yönde oluyor. Sadece tıp değil, diğer bilim dallarındaki birçok alanda da Avrupa tahtından oldu.


İbni Sina

Bu değişimi tek bir nedene bağlamak elbette doğru değil ama tıp eğitiminde atılan adımların çok önemli bir katkısı olduğu kesin.

William Osler (1849-1919) 1872'de Kanada'da tıp öğrenimini bitirdikten sonra diğer meslektaşları gibi eğitimini tamamlamak üzere Londra, Berlin ve Viyana'ya gitmiş. 1884 yılında ise Baltimore'da yeni kurulan Johns Hopkins Üniversitesi Tıp Okulu'nun dört kurucusundan biri olmuş. Kendi adıyla anılan hastalık tarifi ve birçok tıbbi buluşun yanısıra, Osler modern tıp eğitiminin kurucusu olarak da anılmaktadır.

Amerikan Tıp Birliği 1919'dan itibaren tıp eğitiminde eğitim standartlarını belirlemiş ve tüm ülkede uygulamaya geçirmiş. Osler tıp eğitiminin hasta yatağı başında yapılması gerektiğini, kitapların ve ders anlatımının ise yardımcı olacağını vurgulamış. Tıp öğrencilerinin laboratuvarda pratik yaparak çalışmasının da eğitimin ayrılmaz bir parçası olması gerektiği fikrini yerleştirmiş. En iyi öğrenmenin yaparak öğrenmek olduğu artık her alanda kabul ediliyor.


Bologna Üniversitesi

Türkiye'de ise tıp eğitiminde standardizasyondan ve kaliteden söz etmek çok zor. Bu alanda en önemli sorun artan tıp fakültesi sayısı. 2000 yılında 44 tıp fakültesi (39 devlet, 5 vakıf) varken bu sayı bugün 122'ye yükseldi (86 devlet, 36 vakıf). Ben bu yazıyı yazarken tıp fakültesi sayısının artmış olması da uzak bir olasılık değil. 2000 yılında tıp fakültelerine 4 bin 500 öğrenci alınırken bu yıl toplam 16 bin 553 öğrenci alınıyor.

Bu öğrencileri kim ve nasıl eğitiyor belli değil. Eskiden Anadolu kentleri milletvekillerinden yörelerine askeri birlik isterlerdi. Gelen askerlerin ticareti canlandıracağı, sosyal yaşamı hareketlendireceği ve şehrin gelişmesine yardım edeceği düşünülürdü. Daha sonra askeri birliklerin yerini üniversiteler aldı. Gelen öğrenciler ev kiralıyor, yeni açılan kafeleri dolduruyor, şehre canlılık getiriyorlardı. Ancak, bir süre sonra tıp fakültesi olmayan üniversitenin üniversite sayılmayacağı fikri yerleşmeye başladı ve il merkezleri yanında ilçeler de tıp fakültesi istemeye başladı.

Önce tıp fakültesi kuruluyor, öğrenciler alınıyor, daha sonra bu tıp fakültesine eğitim sağlayacak bir hastane ve hoca bulma çabası başlıyor. Kütüphane, laboratuvar gibi ayrıntılardan ise hiç bahsetmeyelim. Şehirdeki Sağlık Bakanlığı Hastanesi veya bir özel hastane bir gecede "Eğitim Araştırma Hastanesi", hastanenin tüm doktorları da "hoca" oluveriyor. Hocaların daha önce hiç öğrenci ile karşı karşıya gelmemiş olmasının bir önemi yok elbette.

Abarttığımı zannedenler maalesef yanılıyorlar. Türkiye'de tıp fakültelerini ve tıp eğitimini denetleyen ve standardize eden bir kurum olarak Ulusal Tıp Eğitimi Akreditasyon Kurulu var. Bu bağımsız bir kuruluş ve sadece başvuran tıp fakültelerinin eğitimlerinin uygunluğunu belgeliyor ve daha da önemlisi, belli aralıklarla denetliyor. 122 tıp fakültesinden sadece 40 tanesi akreditasyon için başvurmuş ve akredite olmuş. Bunların büyük çoğunluğu da köklü devlet üniversiteleri. Kurulun aradığı düzgün bir eğitim programı, yeterli öğretim üyesi ve altyapı. Yeni devlet üniversitelerinin ve vakıf üniversitelerindeki tıp fakültelerinin çoğu asgari şartları bile karşılamaktan çok uzakta.

Sorun elbette sadece tıp fakültelerinde değil, pek çok meslek için de geçerli. Eğitimi niteliksiz ve değersiz kılan uygulamalar tüm alanlara uzanmış durumda. Bilim yüzyıllar içinde yakınımızdan çok uzaklara gitti ve gitmeye de devam ediyor.


Johns Hopkins Üniversitesi

Kaynaklar

  • Jared Diamond. Tüfek, Mikrop ve Çelik. Pegassus Yayınları. 2018

Yazarın Diğer Yazıları

Düzensiz ortam, verimsiz sonuç

Araştırmalar, yeterli dinlenemeyen kişilerin fiziki ve mental çöküntü yaşadıklarını, konsantrasyon eksikliği ile karar vermekte zorlandıklarını ve hata oranlarının yükseldiğini gösteriyor

Medikal estetik furyası

Teknolojinin gelişmesi ile birlikte tıpta "medikal estetik" adı altında yeni bir dal oluştu. Türkiye'de kısa bir kurs sonrası alınan sertifika ile medikal estetik uzmanı olunabiliyor. Geniş ve verimli bir pazar olduğundan da ehliyetsiz veya yetersiz birçok kişi tarafından da uygulanmaya çalışılıyor

Tıp umulmadık yerlere yöneliyor

Bir gün yapay zekâ ve robotlar hekimlerin yerini alır mı?